“Yelkenler açılıp tüm kürekler aynı yöne çekilmediği ve kaptanından tayfasına kadar gözler aynı yöne bakıp, yürekler aynı sızıyı duymadığı sürece gemi yol alamaz”

       Eğitim sistemimizin arzu edilen yola girememesinin çok yönlü sebepleri var. On yılların birikmiş sorunları ve eğitim adına neyin doğru olduğuna dair herkesçe kabul edilen bir kararın olmaması başta olmak üzere birçok nedeni sıralamak mümkün. Her konuda olduğu gibi problemleri bütüncül bir bakış açsısı, derin ve çok nedenli analiz edemediğimiz; üstüne üstlük "ideolojik" bakış ve değerlendirmelerden arınamadığımız sürece ülke olarak hiç bir probleme ne yazık ki çözüm bulamayacağız.

       Başlangıçta hepimiz sevindik Ziya Hoca Milli Eğitimin başına getirildi diye. Bu sevincimizin en temel sebebi mevcut eğitimciler(akademisyen/hoca) içerisinde en sakini, mütedeyyini ve güven verici duruşunun olmasının yanında, özellikle politik kimliğinin baskın olmamasından kaynaklanmaktadır. Her yönetim değişiminde eğitim sistemimizdeki zayıflığı güçlendirmek adına yapılan her reform hareketi daha çok tercih edilen politik eksende dizayn edilmeye çalışılmış; ya da yapılmak istenilen reformlar bilimsel temelden yoksun bir şekilde aceleye getirilmiştir. Ziya Hocanın hem eğitim bilici oluşu, hem güven tesis eden kişiliği ve hem de aktif politik kimliğini olmaması tüm kesimlerde bir heyecan oluşturmuştu. Ve bundan dolayı her kesim destek vermişti. Lakin süreç ilerledikçe işlerin iyi gitmediği yönünde bazı eleştiriler gündeme gelmeye başladı. Hele hele pandemi sürecinin belirsizliği yapılması planlanan birçok işin askıya alınmasına sebep olmuş, kısa vadeli ve hatta anlık kararlar alınmak zorunda kalınmıştır. Tarihin hiçbir evresinde böylesi bir muamma/belirsizlik ile karşılaşılmamıştık.

       Ziya Hocamız sahaya iyi bir hazırlıkla çıktı. 2023 ü hedefleyen vizyon metni üzerinde birkaç ay çalışıldı ve iddialı bir söylem ile tanıtıldı. Yapılacakların neler olduğu ve bu planlanan konuların hangi aşamada eyleme geçeceği adım adım belirlendi. Tabi ki gözler hep bakanımızın üzerindeydi. Eğitim sisteminin doğru bir seyirde ilerleyip çağın gerektirdiği yapıya kavuşması noktasında elbette düşünce ayrılıkları olacaktı. Lakin bu ayrılıklar temel meselelerde olması durumunda sürekli bir çatışma hali ile karşı karşıya kalınacaktı. Diğer yandan kamuoyunun eğitimden beklentisi ile politik alanın beklentisi ve eğitimin doğasına uygun beklentiler arasında çelişkilerin olmaması gerekir ki belirlenen hedeflere ulaşıla bilinsin.

       Dışardan izlenildiği kadarıyla bu süreç içerinde bakanımıza kamuoyu ve işin farkında olan eğitimciler hep destek oldular. Lakin kamuoyu ve birçok kesimin desteğine rağmen sayın bakanın “baskın politik duruşu ve eğitim anlayışı daha çok evrenseldir” düşüncesiyle belli kesimler derinden derinden eleştiriye tabi tuttular. Medyada konuşan bazı yazarlar bu durumu her defasında dillendirdi. Dünyanın ve insan bilincinin geldiği noktada, dünyayı doğru tanıyıp tanımlayamayan, olup biteni nesnel olarak değil, kendi küçük dünyasından değerlendirmeye çalışan ve bunu dayatan zihinlerle yenilikler gerçekleşemez. Sayın bakanımız geçen yıl Haziran 2019’ da Erzurum’ da, “bakın eğer bizim arkadaş, bizim tanıdık, bizim aşiretten akraba, bizim takımdan, bizim ekipten diye birlerini yönetici yaparsanız inanın iki dünyada mahvolursunuz. Niye biliyor musunuz? Bu bir emanettir de ondan…emanet dediğin şey emin olan, emin olmakla meşhur olmuş olan, el emin olmakla temayüz etmiş olan gönül pusulanın tam akis iş yapmış olursun. En kıymetlisinin anahtarını, Kabe’nin anahtarını bir sahabeye değil de bir gayri Müslim aileye veriyorsun. Bütün sahabeler bekliyor, Kâbe’yi aldık, anahtarı kim, hangi kabile alacak diye. Hiç birine vermiyor. Gayri Müslime veriyor. Çünkü işin ehli onlar diyor. En kıymetlisinin anahtarını gayri Müslime verebilen bir medeniyet, kenar mahalledeki okulun anahtarını işin ehline veremiyor. O hale geldik. (dinleyicilerden yoğun alkış)… Niye önemsiyorum okul müdürünü biliyor musunuz? Bütün öğretmenlerimize yeterli yatırım yapmayınca, zaman ve para istiyor. En kestirme yol müdürlerden geçiyor. Eğer okul müdürü ehliyetli ise, o zaman o okul okul oluyor. Bir okul, müdürü kadar okuldur. Okul müdürü yetenekli ise, öğretmen odası huzur adası, barış adası oluyor…” diyerek olup biteni çok iyi tanımlamış ancak, bu serzenişi şunu göstermiştir; demek ki değişim/reform çabaları tek başına yürütülemiyor. İcra makamında olan birinin serzenişte bulunması temelli başka problem alanlarına işarettir.

       Yine bakanlıkça birçok hususta alınan kararların yüksek mahkemelerden dönmesi ve mahkeme kararlarının uygulanmaması yönetsel anlamda çıkmazlara bir işaretti. Bu konuyla ilgili açıklamalar Sayıştay Kararlarında ayrıntılı olarak açıklanmıştı. Hukuk devletinde mahkeme kararının uygulanmaması diye bir durumun muhayyilesi bile akla zarar bir olaydır. Devletin var olma sebebi güvenliktir, güvenlik hukukla tesisi edilir, hukuk güvenliğin sağlayıcı unsurudur ve ona kaybolan güven telafisi olmayan insan krizlerini gündeme getirir.

       O halde nerede sıkıntı var? Sorusuna cevap aramak gerekecek. Ben derim ki, öncelikle yüreklerimizde eğitim derdinin olması gerek. Bir dert çekmeyenin eylemi olmaz. Diğer aşamada “eğitimin doğruları” üzerinde konsensüs sağlanmalı. Her insanın bir ideolojisi/inancı/felsefesi olabilir. Olmalıdır da…kişinin ideoloji/düşünsel açıdan eğitimle ilgili bir görüşü, yönelişi ve iddiası olabilir. Bu çok normal. Ancak, mesele heterojen yapıdaki vatandaşlık temelli demokratik hukuk sisteminin eğitim işi olunca burada durmak gerekir. Bu noktada herkesin ortak bir zeminde buluşması gerekir. Ortak zemin ise, eğitimin doğası ve niteliği üzerinden belirlenen ortak değerler üzerinde şekillenmeli. Evrensel ve yerellik konusunda bir uzlaşı alanı bulunmalı. Bu aşamadan sonra işin yönetsel ve yapısal tarafına geçilmeli. Ancak burada ıskalanan şey, bu işin bir ekip işi olduğu ve güvenin tesis edildiği bir yapı ve tüm paydaşların işe koşulması gerektiği hususu. Eğitim reformu kapsamında işin felsefi ayağından, hedef/içerik belirleme ve yapısal sorunların çözümüne kadar alınacak tüm kararların bir kişi ya da sıradan bir komisyonca değil; herkesin üzerinde uzlaştığı multi disipliner yetkinlikte uzman/akademisyenlerin oluşturduğu bir komisyon marifetiyle yapılması gerekir. Eğitim işi ihmale gelen bir alan değil. Bir ülkenin eğitim meselesi herkesin istiklal ve istikbal meselesidir. Ziya Hoca baştan beri iyi niyetli çabalarla bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama izlenimiz sanki hep yalnız kaldığı üzerine… Yüksek hedefler için bir Ziya Hoca yetmez. Tüm paydaşların ortak bir akılla devreye girmesi gerek. Her şeye rağmen Ziya Hocayı köprüden önceki son çıkış olarak görüyorum.

Zafer Özer-Eğitimci