Her birey, ülkenin insan kaynağıdır. İnsan kaynağına doğru yatırım yapan ülkeler bilimde, sanatta, edebiyatta ve sporda büyük başarılar sağlarken, insan kaynağını yeterli düzeyde değerlendiremeyen ülkeler, büyük bir hezimet içerisinde yaşamaktadır. Bu durum, ülkelerin gelişmişlik ve kalkınmışlık düzeyini belirlediği gibi, ülkedeki demokrasi, hukukun üstünlüğü, gelir adaleti gibi insani yaşam göstergeleri üzerinde de etkili olmaktadır.

82 milyon nüfuslu Türkiye 3 milyon nüfuslu İzlanda’ya futbolda yenildiğinde, akıllara şu soru gelmektedir. 82 milyonluk Türkiye, 3 milyonluk İzlanda’yı yenecek 11 kişilik takımı çıkaramıyor mu? 12 milyonluk Yunanistan’ın uluslararası patenti olur da 82 milyonluk Türkiye’nin patenti neden olmaz? Bulgaristan Naim Süleymanoğlu’nu yetiştirir de, Türkiye neden sporda, sanatta, edebiyatta ve bilimde uluslararası söz sahibi olan insan yetiştirmede sorun yaşar?

Bu durumların eğitimden önce, kent kültürü ve aile biçimi, yaşantıları ile doğrudan ilişkisi vardır. Kentli olan, kent kültürüne entegre olan toplumlarda bilim, sanat, spor gelişir. Çünkü bilgi kent soylu toplumlarda gelişme gösterir. Kırsalda kültür, sanat çok fazla gelişmez. Gelişse bile sözlü edebiyat unsurları kısmi gelişme gösterir. Kentte yaşamak ile kentli yaşamak arasında fark vardır. 30 yıl İstanbul’da yaşayıp Taksim’e çıkmayan, İstiklal caddesinde gezmeyen, gazete alıp okumayan, bir kitap dahi okumadan yaşayıp ölen insanların olduğu ülkelerde entelektüel insanı mumla aramak gerekir. Bu sebeple, toplumların öncelikli olarak kentlileşmesi, kent kültürüne entegre olması gerekir. Kentlileşmek için kentte yaşamak gerekmez, kırsalda yaşasa bile, kentli yaşamak yeterlidir.

Eğitimin aşırı siyasallaştığı, eğitim kurumlarının yeterli ve yetkin insan yetiştirmenin ötesinde, etnik, siyasi ya da aşırı dinsel temalara yönlendirildiği toplumlarda, pozitivizmin istediği sorgulama becerisi gelişmez. Böyle ülkelerde, renkli diplomalar, hazır statüler ve makamlar diploma ile meşru hale getirilir. Diploması olan fakat yeterli olmayan, diploması olan fakat sorun çözemeyen, diploması olan fakat vizyonu olmayan kişiler, demokrasiyi ve seçim sistemini kullanarak iş başına gelir. Bu durum, 1 milyar 600 milyonluk Arap toplumunda çok bariz bir şekilde görünür. 1 milyar 600 milyonluk Arap toplumunun bir tane bile Nobel ödüllü bilim adamı yokken 16 milyonluk Yahudi toplumunun 102 Nobel ödüllü bilim insanı mevcuttur. Eğitimi sadece siyasallaştırıp bilimden uzaklaştırmazsınız, aynı zamanda ülkenin hayati organlarını besleyen damarları da kesmiş, kurutmuş olursunuz.

Eğitim bir kamu hizmetidir ve devlet insan kaynağını yetiştirmek, onu ilgi, istidat ve kabiliyetleri ölçüsünde temayüz ettirmek zorundadır. Devlet, başarılı fakat maddi durumu iyi olmayan her çocuğa destek vermek, eğitim hayatını sorunsuz bir şekilde tamamlamasına yardım etmek durumundadır. Bu aynı zamanda sosyal devlet ilkesidir. Sosyal devlet, vatandaşlarına ekonomik yardım yapmanın da ötesinde onların yaşam kalitelerini arttırmak, daha iyi şartlarında yaşamaları için destek olmak zorundadır.

Her okul, insan kaynağının ilk işlendiği, ilk bilgi, beceri ve tutumların kazandırıldığı kurumdur. Bu kuruma gelen çocuklar için, öğretmen odalarında, okul koridorlarında, müdür odalarında ve her eğitimcinin zihninde “Vazgeçilecek hiçbir çocuk yoktur.” Anlayışı hakim olmak zorundadır. Bu anlayış bir slogan olmanın ötesinde bir düşünce biçimi, bir inanış ve bir adanmışlığı ifade eder. Sabah evinden çıkıp okula gelen okul yöneticisinin, öğretmenin zihninde bu ifade çağrışım yapmalıdır. Ya vazgeçtiğim çocuk Nobel ödüllü Türk bilim insanı Prof. Dr. Aziz Sancar, Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil, Naim Süleymanoğlu, Albert Einstein ya da Edison ise… Vazgeçilen her çocuk ülkenin heba edilen bir insan kaynağıdır. Kaybedilen her çocuk, hem milli bir değer hem de insanlık alemi için önemli bir kayıptır. Louis Pasteur kuduz aşısını bulmasaydı, Tesla elektrik makinalarında önemli icatlar yapmasaydı, Alexander Graham Bell ilk telefonu yapmasaydı, bilim ve teknoloji bu kadar gelişir miydi? Her ne kadar farklı kimlik ve devletlerde yaşasak da bilim ve teknoloji evrenseldir. Covid-19 aşısını hangi ülke bulursa bulsun, kurtulacak olan insanlık alemidir. Bu sebeple vazgeçmediğimiz her çocuk hem ülkenin hem de insanlığın geleceği açısından son derece önemlidir.

Eğitilemeyen, erken yaşta gelin edilen genç kızlar, çocuk işçiliği ile okullardan alınıp merdiven altı üretim yerlerinde emeği sömürülen çocuklar, aynı şekilde hem bir insan olarak hem de bir değer olarak vazgeçilecek kişiler değildir. Her gün mahallenizin çöplüğünde kâğıt toplayan 14 yaşındaki çocuğun ünlü besteci Frederich Chopin, Ludwig van Beethoven, Fazıl Say olmayacağının garantisi var mı? Kaybettiğiniz, eğitemediğiniz, yüreğine dokunamadığınız her birey, doğru alanlarda eğitemediğinde, toplumun başına büyük belalar açtığı bilinen bir gerçektir. Ünlü kumarbazlar çok zeki, hırsızlar iyi bir strateji uzmanıdır. Eğitemediğiniz, vazgeçtiğiniz her çocuğun potansiyel bir tehlike özelliği gösterebileceğini göz ardı etmemek gerekir.

Eğitim görmek, eğitilmek her bireyin en doğal hakkıdır. Bu hakkı sunmak da devletin görevidir. Fırsat ve imkan eşitliği bunun için vardır. Okula devamsızlık yapan çocuğun gelecekte işsiz kalma riski çok yüksektir. Eğitilmiş insanların iş bulma ve gelir düzeyi, eğitim düzeyi düşük olanlara göre daha fazla olduğu bilinen bir gerçektir. Eğitilmiş bir çiftçi daha iyi bir üretici, eğitilmiş kadın daha iyi bir anne ve ev hanımı, eğitilmiş işçi daha az iş kazası yaptığı raporlara yansımakta, istatistiki olarak ifade edilmektedir.

Ülkelerin nüfusları ile üstün zekâlıların dağılım oranı incelendiğinde, ülke nüfusunun %5’i üstün zekâlıdır. Birçok Avrupa ülkesi bu %5’lik orana ulaşırken Türkiye %2,5’a ulaşabilmektedir. Başka bir anlatımla, her iki üstün zekâlı çocuktan birisi kaybedilmektedir. İsrail’in üstün zekâlıları yakalamada %11’e ulaştığı ileri sürülmesine rağmen, güvenilir kaynaklara dayanmadığı için bu durum sadece bir iddianın ötesine geçmemektedir.

Türk eğitim sistemi sözel ve sayısal beceriye sahip öğrencilere hizmet etmektedir. Beceriye dayalı okullar da, öğrencilere sadece üniversite sınavına girebilmek için olanak sağlamaktadır. Devlet “Yetenek Avcısı” olmak mecburiyetindedir. Geleceğin bilim insanlarını, sporcularını, edebiyatçılarını yetiştirmek ve olimpiyatlara hazırlamak zorundadır. Dünyada Türklerin sayısı 260 milyon ile 400 milyon arasında olduğu iddia edilmektedir. Eğitim sistemi önce ulusal bağlamda sonra da uluslararası düzeyde bu potansiyele ulaşmak, o potansiyeli insanlık için bulup insanlığa kazandırmak hedefini gütmek için yeni eğitim politikaları belirlemeli ve hayata geçirmelidir. Aksi taktirde vazgeçilen her birey çöpe atılan değerli bir hazinedir.

Sonuç olarak öğretmenler, okul yöneticileri, tüm eğitimciler simyacı olmak zorundadır. Nasıl taşlar arasında sızan siyanür altını bulup eritip taştan ayırıyorsa, eğitimciler de bu işlevi öğrenciler için yapmak mecburiyetindedir. Nasıl midye yuttuğu taşı inci haline getiriyorsa, okula gelen her öğrenci de inci, mercan olarak mezun olmalıdır. Öğretmenlik ders işleyip sınıftan çıkmak değil, yetenekleri, ilgileri keşfedip Türk toplumuna kazandırmaktır. Okula gelen her öğrenciye tahtanın karşısında ders anlatmak öğretmenlik değil, öğrencilerin zihnini, kalbini kazanabilmek, onları bir değere, ülkülere yönlendirip harekete geçmesini sağlayabilmektir. Öğrencinin yüzüne bakmayan, öğrenci ile ilgili hiçbir bilgiye sahip olmayan öğretmen, asla başarı hikâyeleri yazamaz. Başarı hikâyelerinin özünde öğretmenliği bir meslek olarak kabul etmenin ötesinde adanmışlığı ve bağlılığı ifade eder. Bu da, 82 milyonluk insan potansiyelinin verimli kullanılmasını, ülke menfaatleri doğrultusunda işe koşulmasını sağlar.