Milyonlarca çocuğumuz yılın asgari yüzseksen günü “okul” denilen etrafı ihata edilmiş özel mekânlara gitmekteler.  Ebeveynler olarak çocuklarımızın daha iyi, daha güzel, daha kaliteli eğitim almasını doğal olarak hepimiz istemekteyiz. Her şeyde olduğu gibi çocuklarımız işin başındayken daha heyecanlı, daha mutlu ve arzulu bir şekilde okullarına gitmeye başlamaktalar.  Okul öncesi ve ilkokulun başlangıç aşamasında okula gitmedeki heyecan ve arzuları, ilerleyen dönemlerde/yıllarda  her nedense önemli oranda azalma ve hatta sönme eğilimi baş gösterdiği hepimizce malum. Heyecanın azalmasından öte okula gitmek, çocuk için zoraki bir eylem halini almakta ve çoğu kez okul anlamsız bir mekân olarak  görülmeye başlıyor. Meseleye yönetsel mekanizma bağlamında bakıldığında, isteksizliğe bağlı oluşan travmalar beraberinde okuldan kaçma ve başarısızlık olarak sonuç vermekte, dolayısıyla bir ulusun bireyleri olarak ciddi travmalarla boğuşan ve bir türlü bu kısırdöngüden kurtulamayan bir ülke olmanın hüznünü yaşamaya devam etmekteyiz. Belki “okul” kavramına fazla anlam yüklemişte olabiliriz. Lakin mevcut haliyle yüklenilen anlamın bile altından kalkamayınca, sürekli olarak aynı soruları sorup, aynı cevapları alıp, yine aynı nedenler üzerinden farklı sonuçları bekleyen histerik hal üzerine yaşamaya devam ediyoruz.

       Esasında “eğitimin” neliğine dair bir uzlaşımız da yok gibi…Toplumsal katmanlar olarak çocukluğumuzdan itibaren almış olduğumuz telkinler sonucu, eğitim ve eğitilmiş insan nedir sorusuna vereceğimiz cevaplar üzerinde bir uzlaşımızın olmadığı rahatça söylenilebilir. Ya da örgün eğitim dediğimiz “okul” kavramına nasıl bir anlam yüklememiz gerektiği konusunda da bir müşterek kabulümüz yok. Hal böyle olunca işin daha başından itibaren çatallanan ve bir türlü zemine oturtulamayan karmaşık hedefler içerisinde kendimize yer bulmaya çalışıyoruz. Her defasında ve her düşünme sonucunda, -eğitim işinde başarılı olamıyoruz, hangi reformu yapmalıyız ki eğitim meselesini hale yola koyabiliriz diyerek, doğru teşhiş ve doğru çözüm yollarını bilimsel ve rasyonel biçimde yapmadan, anlık ve oportünist kaygılarla yeni reformlara yelken açmaktayız. Her açılan yelken daha limandan ayrılmadan, “mayna” talimatı duymaya hep alışığız. Ve işin hazin yanı geminin limandan hangi donanımla, hangi yapısal nitelikle, hangi pusulayla, hangi yöne gitmesi gerektiği konusunda oluşan ortak bir kanaat yok gibi…

       Oysa eğitimin çocuğa kazandıracağı bilgi, beceri ve tutumlara tasarım noktasından bakıldığında mükemmele yakın hedef, ilke ve tanımlarla karşılaşmakta. 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanununda belirtilen amaç ve ilkelere bir saatimizi ayırıp tek tek düşünerek okuduğumuzda, zamanında yasa koyucuların çağa uygun ve halen geçerliliği genel itibariyle devam eden amaç ve ilkeleri belirledikleri rahatlıkla görülecektir. Bu denli güzel tanımlanmış amaç ve ilkeleri olan eğitim sistemimiz neden istenilen insan tipini inşa etmede yetersiz kalmakta?

       Bu sorunun cevabına dair yüzlerce eğitimci, düşünür, akademisyen yüzlerce bilimsel tez, makale, kitap ve raporlar ortaya koymuşlardır. Teorik düzeyde teşhis ve çözüm önerileri konusunda genel bir mutabakat vardır. Lakin iş içerik, kadrolama ve süreç boyutuna gelince durum değişmeye başlamaktadır. Bu noktada mayanın tutmasına mani olan ve hep tartışma konusu olan temel paradigmal ayrılıkların yanında, sürecin sağlıklı yürütülememesine etki eden algısal, ekonomik, sosyolojik, politik faktörlerde bulunmaktadır.

       Paradigmal ayrım aslında eğitime yüklenilen ontolojik misyonla alakalı bir husus. Vatandaş temelli modern hukuk devletinde eğitim bilimsel ve kamusal bir faaliyettir. Bu tespit beraberinde evrenselliği gündeme getirir. Kamusal alanda dar bölge sosyolojilerinin ve kimlik aidiyetlerine dair kavramlar örgün eğitim kurumlarında birincil, eksen değer olarak görülmez. Birleştirici unsur vatandaşlık bilincidir. Kültürel değerler daha çok yerel nitelikte olup, evrensel değer ve kavramları kuşatan ve onu aşan kabuller olamaz. Olması durumunda toplumsal katmanlara arasında “ötekileştirme” gündeme gelir ki, bu durum toplumsal uzlaşı ve ulus bilincine halel getirir. Bu noktada örgün eğitim işi, dünya ölçeninde geliştirilen evrensel değerler,  bilim ve aklın ışığında yapılandırılması gerekir. Bu demek değildir ki, yerel değerler göz ardı edilsin ya da hesaba katılmasın. Milli Eğitim Temel Kanunu incelendiğinde bu  noktaların çok iyi işlendiği görülecektir.

       Bir diğer husus eğitim sistemindeki amaç ve ilke dışındaki unsurların (yönetim, müfredat, araç-gereç, donanım, kadrolama, öğretmen, alt yapı, teknoloji vs.) doğru ve rasyonel  biçimde yönetilememesinden kaynaklanan problemler. Bu unsurların her biri ile ilgili olarak derin, detaylı ve spesifik açıklamalar zaten yeterince yapılmaktadır.

       Görülen o ki, örgün eğitim zamanın gerisinde bir fonksiyon icra etmektedir. Okullarımız sanattan, edebiyattan, felsefeden, düşünceden uzak; dar koridorlara hapsedilmiş, sadece tanımlanmış katı müfredatların ezberlenerek girilen (hatırlamaya dayalı) sınavlar sonucunda maksimum % 10 öğrencinin başarılı ve mutlu kabul edildiği hoyrat bir süreç gibi durmakta. Geriye kalan % 90 öğrenci ile ilgili bir öngörü ne yazık ki bulunmamakta… Bulunsa bile “eğitimin doğrularıyla, piyasanın manipülatif gerçekleri” arasında sıkışıp kalan halimizle ne yapacağımıza bir türlü karar veremiyoruz.

       Hani denir ya; Amerika’yı sürekli keşfetmeye gerek yoktur. Meselenin çözümü noktasında neyin, nasıl, hangi içerikle, hangi nitelikteki kadro ve hangi yönetsel kararlarla yapılacağı bellidir. Öncelikle hakikaten iyi niyet taşıyarak, meselenesin politik bir mesele değil, herkesi kuşatan ve herkesin ortak aklıyla çözülebilen bir ülke meselesi olduğunun farkına vararak, başka hiçbir kaygı ve beklenti olmadan sadece eğitim adına nelerin doğru olduğu üzerinde kafa yorarak, her kesimin düşünce ve taleplerini ciddiye alarak bilimsel ve rasyonel bir şekilde ortaya konan tespit ve öneriler üzerinden bir strateji belirlememiz bizi çözüme yaklaştıracaktır. Unutmayalım ülke olarak hala genç bir nüfusa sahibiz. Bu nüfus her geçen gün yaşlanmaya devam ediyor. Dinamik sermayemiz olan genç nüfusu heder etmemek dilek ve temennisiyle…sağlıcakla…

Zafer Özer-Eğitim Müfettişi