Cumhuriyetimiz 100. yaşını tamamladı. Milletlerin ya da insanlığın paradigmal değişimlerinin köşe başı tarihi dönemleri, söz konusu değişimi daha üst bir segmente taşımak adına, özellikle yeni nesillere coşkulu bir şekilde hatırlatmak ve anlatma gerek. Cumhuriyet yönetim biçimi ve özellikle demokratik yönetim biçimi ve bilincinin ne olduğunu ya da nasıl bir değer olduğunun farkına varılmadan, kan ve gözyaşıyla elde edilen bu değerin coşkulu kutlanılması pek mümkün olamamakta. Balık içinde yaşadığı suyun değerini, ancak suyla teması kesilince fark eder ve suya ulaşmak için çırpınır durur; lakin tüm çabalar nafiledir. Sahip olunan değeri, ancak iyi bir eğitim, tüm şartlanmalardan uzak bağımsız düşünme, sağlam bir akıl yürütme, iyi bir mukayese yapabilen zihinler fark edip sahiplenecektir. Aradan yüz yıl geçmesine rağmen bu bilincin oluşmasıyla ilgili bir problemin kalmadığını düşünür insan. Bu alanla ilgili yeterli hassasiyeti göremeyince üzülmekten öte bir şey yapılamıyor ve ilkin şu soru aklımıza geliyor; - hiçbir ortadoğu toplumuna nasip olmayan cumhuriyet (ve onun kurumsal ve kültürel modeli; demokrasi) deneyimi ile ilgili nerede hata yapıldı ki, hala cumhuriyet rejimi ve demokrasi kültürü konularında toplumumuz yeterince hassasiyet gösteremiyor?  Kısmen de olsa efendi-köle ilişkileri üzerine kurulan yönetim biçimlerini hala savunan, onlara öykünen (sözde) okumuş kişileri görünce elbette üzülüyor insan. 
Bir kazanım hakkında doğru/gerçekçi değerleme (tanı/tanım/hüküm/puan) yapılabilmesi için, genel geçer-uzlaşılan kriterler baz alınarak, çok yönlü bilgi/birikime, bu bilgileri sağlıklı değerlendirebilecek uygun şartlar ile olay/olgular hakkında mukayese yapabilecek tecrübeye sahip olunması gerekir. Okuma/yazma kültürü belli bir düzeyin üzerinde olmayan toplumlarda bu ortam/şartların olması pek muhtemel değil ne yazık ki. Yazılı geleneğin olmadığı toplumlarda hayata dair sorular ve gündeme gelen problemlerin çözümü herkesi kuşatan (aklı/düşünmeyi merkeze alan) sistematik bir eğitim süreci sonucunda değil; o toplumda söz sahibi olan ve sayıları üç beşi geçmeyen akil kişilerin yönetimi(onların çözüm ve talimatlarıyla) sayesinde mümkün olmuştur. Modern dönemlerde özellikle günümüz toplumlarında bilgiye ulaşmadaki kolaylık ve birey olma düzeyindeki ilerleme, bu tarz uygulama ve yöntemleri devre dışı bırakmış olsa da, halen evrensel doğru ve kabullerde sıkıntılar devam etmektedir.
             İnsan tarihi süreçte geçirdiği merhaleler sonrasında,  ulaştığı bilinç düzeyine rağmen, temeli olmayan dünün şartlandırılmış kabullerinden kurtulması pek mümkün olmamaktadır. Üretilen değerlere daha çok sahip çıkması ve bu değerlerin geliştirmesi beklenirken, birileri farklı(akli olmayan) gerekçelerle yılların tecrübe/birikimiyle üretilen değerleri sabote etmeye, bu değerlerden dönüş yapmaya çalışmaktadır. İnsan bilincinin ürettiği değerler ne kutsaldır, ne dogmadır ve ne de son noktadır. Her aşamada geliştirilmesi beklenir. Ve insanın ürettiği değerler, daha yenileri geliştirilene kadar geçerli ve değerlidir. Cumhuriyet, bu serüven içerisinde insanın ürettiği ve sürekli geliştirilen/geliştirilmesi gereken yönetsel bir değerdir.
          Halen Cumhuriyet ve Cumhuriyet yönetim şeklinin kurumsal modeli demokratik uygulama alanının nasıl bir kazanım olduğunu anlayamadıysak, başta eğitim sistemimiz olmak üzere temaslı olduğumuz tüm yaşam alanlarında ciddi sorunlar var demektir. Öncelikle sorunların nerelerden kaynaklandığını anlamak ve bu sorunların oluş süreçlerini detaylıca analiz etmek gerekir. Yaşam bir bütündür, bireyin eğitim süreci örgün eğitim kurumlarında yürütülmeye çalışılsa da esas eğitim alanı bireyin içinde yaşadığı aile, çevre ve informal öğrenme ortamlarıdır. Okulun değer olarak anlatmaya çalıştığı kavramları, okul dışı öğrenme ortamları desteklemediği taktirde herhangi bir kazanım elde edilemeyeceği gibi, kişi içince bulunduğu toplumsal ve siyasal yapıyla sürekli bir çatışma içince bulur kendini. Bu çatışma hali kişinin kendi kendiyle de bir yaşam boyu devam eder. Öncelikle çatışmanın nedenlerine bakmak gerekir.
Köle bilincinden “yurttaş” bilincine evrilme işi öyle kolay olmuyor. Varlığını daha baştan efendilere “iyi köle” olmak üzerine inşa eden toplum üyelerinden “özgürlüğün” aslında en temel değer olduğunun farkına varması için sanırım birkaç yüzyıla ihtiyaç var. Farkındalık için sadece zaman unsuru da yeterli olmuyor; bilinç belli bir zaman dilimine ve şartlara takılı kaldığı ve müdahale edilmediği taktirde yüzyıllar geçse de çakılı zemindeki sabitesini devem ettiriyor. 
150 yıllık düşünsel maceranın kritik eşiklerini bir örnek üzerinden kıyaslayalım. 
Osmanlının İlk Anayasası 1876 Kânûn-ı Esâsî’ nin 5. Maddesi üzerinde düşünürken, düşünme edimine kısa bir kronolojik seyir yaptırıp; fazla değil kırk beş yıl sonra inşa edilen Teşkilatı Esasiye Kanununun 1. Maddesine bir göz atmak gerek. Göz atmak değil, bu iki ifade/hüküm arasındaki ontolojik farkı derinlemesine düşünebilirsek belki “insan olma/insan onuru” bağlamında ne gibi bir eşik atladığımızı fark edip ve belki elde ettiğimiz “kazanıma” sahip çıkıp daha da geliştireceğimiz yerde, hangi hastalıklı düşünme şekli ve bilinçle örselendiğimizin farkına varabiliriz. 
-1876 Kânûn-ı Esâsî’ nin 5. Maddesi: “Zatı hazireti Padişahinin nefsi hümayunu mukaddes ve gayri mesuldür.” Yani yüce padişahımızın zatı şahaneleri kutsal olması hasebiyle, yapıp ettiğinden dolayı hiçbir sorumluluğu yoktur. 
-1921 Teşkilâtı Esasiye Kanunu’ nun 1. Maddesi: “Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.” Yani egemenlik herhangi bir şarta tabi olmadan milletin kendisine aittir. Yönetim biçimi halkın kendi kaderini kendisinin tesis etmesine dayanır. 
Aradaki farkı anlayabilirsek belki cumhuriyet (yapısal anlamda demokrasi) yönetim biçiminin faziletini her defasında anlatmak zorunda kalmayız. Yüzüncü yılını tamamlarken Cumhuriyet yönetim biçiminin neliğini sürekli hatırlatma yerine, daha ileri bir aşamanın yani geliştirmenin yollarına pek fırsatımız olmayacak anlaşılan… 
Daha yalın anlatımla Cumhuriyet kazanımlarını birkaç maddede tanımlasak: 
- Öncelikle insanın yüzyıllar içinde belki fark edemediği ve belki de kaybettiği onurunu kazanma çabasının ilk adımıdır.
- Kendi türü içindeki imtiyazlıların olmaması gerektiğinin fark edilmesidir. 
- Kendi kaderini, kendi iradesiyle inşa edebilme fırsatının sağlandığı yönetim biçiminin adıdır. 
- Bir efendisi olmaması gerektiğinin fark edilip, her türlü efendilik arzusunu, türünün en iptidai davranışı olduğunun fark edilmesi ve ne efendiliğe ne de efendi olmaya cüret edenlere fırsatın verilmediği sistemdir. 
-Yakın kavram olan demokratik sistemin en ideal şekilde yer bulabileceği yerin adıdır. 
- Düşünmeye, yani insan olmanın ayrıcalığını fark edebilme imkânının olduğu yerdir. 
- Özgürlüğün ne olduğunun farkına varılmasıdır. 
- Öncelikle birey olmanın bilincine ulaşmanın yanında, bireyselliğin bir yaşam şekli olamaması gerekliliğini fark edip, yaşadığı ülke/coğrafya, yani kendi ailesi ve tüm gezegen için neler yapması gerektiğinin bilincine de ulaşmanın zemindir cumhuriyet. 
- Mürşidi muhayyel ve hezeyanlarda değil; aklın ve bilimin ışığında aramaktır. 
- Barışı ve adaleti tahakkümde değil, ortak sözleşme ve yasaların himayesinde oluşturmaktır. 
- Lütuf değil, hak temelli yaşamanın adıdır. 
İsterdim ki, 100. Yılında cumhuriyet ve bu kavrama eşlik eden hak, hukuk, adalet, demokrasi, özgürlük, barış, kardeşlik, insan hakları, erdem, ahlak, hoşgörü, özgünlük ve özerklik gibi kavramların alanında uzman kişilerce konferans, panel gibi bilgilendirici ve duyarlılığı artırıcı etkinlikler ile bu coşkunun sanatçılar marifetiyle halkın yüksek katılımının sağlandığı sanatsal ve kültürel etkinlikler yıl boyunca yapılsın. Gençlerimiz elbette bu değeri geliştirerek sonraki nesillere aktaracaktır. 
Cumhuriyetimizin 100. Yıldönümü hepimize kutlu olsun…
Zafer Özer-Eğitim Müfettişi