Yıl 1995:

       Ötelerde bir yerlerde baharı özlemek… Daha güzel bir ülkenin hayalini kurmak… Dünya çapında iddiası olan ve kendinde ‘gördüğü zannettiği’ erdemi, doğruyu, hakkı, adaleti kısacası adam gibi bir ülkede, adam gibi bireylerin yaşadığı ve “herkese” adam gibi davranıldığı, asgari müştereklik üzerinde kardeş olunabildiği bir ülkenin heyecanını ve hayalini taşımak; sanırım divane çığırtkanlığı yapmak gibi bir şey… ‘mi?’ Mesleğimin yedinci yılını geride bırakmıştım. Kendi çapımızda ülke ve dünya meselelerine en azından kendi çerçevemiz/gücümüz ve bize sunulduğu kadarıyla “dünya görüşümüz” dairesinde duyarlık göstermeye çalışırdık dostlarımızla. Mesleğimizle birlikte genel eğitim sorunlarını tartışırdık her platformda. Daha nitelikli bir eğitim ve ileri düzeyde formasyonlara sahip olunmalı ki daha güzel işler yapabilesin düşüncesiyle kendimize yeni ufuklar aramaya başladık. Eğitim sistemimizde birden fazla şeylerin yanlış gittiğini var olan pozisyonumuz ve yaşadıklarımızla öğrenmeye başlamıştık. Kamuda, bizzat karşılaştığımız davranışları analiz ettiğimizde, dertlenilen asıl konuların, “özel kaygıların” tedariki üzerine yoğunlaştığını rahatlıkla görmeye başlamıştık. Kendi kaygılarımızın ötesinde, bizim dışımızdakiler için bir şeyler yapmayı hayatın temel ilkesi olarak görmek gerekir diye ütopik düşünceler kurardık bu süreçte. Bundan dolayı, çocuklarımızın daha nitelikli eğitim görmeleri için bir şeyler yapılmalıydı her düzeyde.

       Bu düşüncelerle (hep denir ya!) tahsilimizi devam ettirmenin gerekliliğini fark eder olduk. Kendine kutsiyet atfedilen bir mesleğimiz vardı öğretmenlik diye… Bir yandan öğretmenlik mesleğini yerine getirmeye çalışırken, diğer yandan da akademik olarak yetkin hale gelmenin, kariyer yapmanın bir yolu olmalıydı. Mesleğimizi bırakmadan bu işin nasıl yapılacağının yollarını aramaya başlamıştık. O dönemde bazı üniversitelerin eğitim fakülteleri bünyesinde eğitim yöneticiliği ve deneticiliği bölümü diye bir bölümün olduğunu duymuştuk. Bu bölüme öğrenci olabilmenin temel koşulu halen öğretmen olmaktı. Girilen sınav(ÖYS) sonucunda başarılı olunması halinde, hem mesleğimizi hem de tahsilimizi devam ettirebilecektik. Atama yönetmeliği, öğrenim özründen fakültenin bulunduğu şehre atanabilme imkânı vermekteydi. Kayıt için aynı zamanda son üç yıl olumlu sicil almamız da gerekmekteydi. Sadece bölüme girebilmek için bile bu denli şart koşulan bir fakültenin bize önemli avantajları olmalıydı. Bu avantaj; kariyer almanın yanında bizi eğitim alanında belirli bir yeterliğe getirebilecek imkânlar sunmalı diye düşünmüştük. Diğer yandan, bölümü kazanıp ekstradan görülen dört yıllık eğitim sonrası, hazır bir müfettişlik mesleği de bizi beklemiyordu. Yine aynı süreçten geçen öğretmenlerle (EYD Mezunu) sınava tabi tutulacaktık. Elbette müfettişlik mesleğini elde etmemiz ve kazanılan donanımla birlikte eğitim sistemine daha bir katkı sağlayabileceğimizi düşünmüştük.

       1995 yılında iki aşamalı olan (sanırım ÖSS olmalıydı) üniversite sınavına girdim. Sınav sonucunda tercihlerim arasında olan ve o dönemin yeni üniversitelerinden Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinin Eğitim yöneticiliği ve deneticiliği bölümü de vardı ve o bölümü kazandım. Elbette sevinmiştim. Yeni bir hayata kapı aralamanın heyecanı ile hemen kayıt hazırlıklarını yaparak Çanakkale’ ye hareket ettim. Öncesinde İl Milli Eğitim Müdürlüğünden “son üç yıllık sicil” raporumu kapalı zarf içinde aldım.(Kendimin de bilmediği özelliklerim mi vardı acaba?) Kayıt evrakları, sicil belgelerimi teslim ederek tekrardan öğrenci oldum. (Eğitim Yöneticiliği ve Deneticiliği bölümüne kayıt yaptırmak için, son üç yılın sicil raporunun iyi olması şartı, devletimizin bu işi gerçekten ciddiye aldığının, mesleği önemsediğinin bir göstergesi diye düşünmeye başlamıştım…) Sevinçliydik. Biz de eğitimin kurmayları arasına girebilecektik. Kariyer yapmak için birilerinin peşinden gitmiyorduk. Yaptığı işin hakkını veren eğitim yöneticisi, müfettiş, eğitim planlamacısı ve programcısı olabilmek için, asgari dört yıl sürecek ek bir zahmetin altına giriyorduk. Birilerinin peşinden giderek belki şube müdürü, ilçe müdürü, il müdürü ve hatta bürokrasinin belli bir noktasına geçebilmenin yollarını biliyorduk. Lakin bu seçenek bizim için ahlaki değildi. Böyle bir seçeneği bu bölüme giren arkadaşlarımdan hiçbiri zannedersem düşünmemiştir. Emeğimizin hakkıyla bu işi başararak, alana yönelik iddialı hale gelmeliydi. Nihayetinde, Çanakkale on sekiz Mart Üniversitesinde yeniden öğrenci hayatına başlamış olduk. Tekrar görev yaptığımız okullara döndük. Tabii dönerken yanımızda öğrenci belgemizi de almıştık. Çünkü yeni bir iş bizi bekliyordu. Yönetmeliğin (O dönem 26. Maddeydi) bize verdiği hakla, öğrenim göreceğimiz yere tayiniz çıkacak, hem öğretmenliğimizi yapacağız hem de fakülteye devam edecektik.

       Atama için öncelikle çalıştığımız okula dilekçe verdik. Evrakları elden zar zor takip ederek İl Milli Eğitim Müdürlüğüne varabildik. Her kapıda bizi bekleyen (sanki yanlış yapıyormuşçasına) zorluklar. Ben o zaman Konya ilindeydim. Bu işten sorumlu şube müdürü evrakları elden vermedi. İnsaflı bir şube müdürüne giderek rica ettik. Konya’dan Ankara’ya evrakları ilettim. Bakanlığa verdik ve ertesi gün kararnamelerin çıkacağı söylendi. O gün Ankara’ da bekledim. Ertesi gün kararnamemi alarak Ankara’dan Çanakkale’ye doğru yola çıktım. Çanakkale İl Milli Eğitim Müdürlüğüne vardığımızda beni/bizi çok güzel bir sürpriz bekliyordu. O dönem kabine(hükümet) değişimi vardı sanırım. Tüm atamalar askıya alındı dediler. Bekleyeceksiniz şu an her şey durduruldu. Yanlış hatırlamıyorsam. 1995 yılının Eylül ayıydı. Neye uğradığımıza şaşırdım. Çaresizce görev yaptığım okula geri döndüm. Bu ara zaman ilerliyordu. Üniversitelerin devam zorunluluğu olduğu için, dersten kalma problemiyle karşı karşıyaydık. Bu ara mazeret izni hakkımı zorunlu olarak kullandım. Sanırım Ekim ayındaydı. İzin bitiminde görev yerime döndüm. Bir taraftan atamaların durumunu, ne zaman açılacağını takip etmeye çalışıyordum. Bir taraftan da ‘öğrenciliğimiz nasıl yanmazın’ derdine düştük arkadaşlarla. Bu beklemeler süredursun, bir kez daha Çanakkale’ye gittim; bir hafta sonunda yine geri döndüm. Bu gitmelerin mesafesi öyle mahalle arası uzaklıklar olmadığı için, her gidiş dönüş hem bedensel, hem psikolojik hem de mali açıdan yıkımları beraberinde getiriyordu. 1995 in Aralık ayında atamalar açıldı. Bu gelişmeyle birlikte, çalıştığımız ilden kararnamemi almak için Çanakkale’ tekrar gittim. Biraz beklemeden sonra il içindeki görev yerlerimiz belli oldu. Bir de ne görelim; her birimiz Çanakkale’nin farklı ilçe ve köylerine atanmışız. Kimimiz Biga, kimimiz Ayvacık ve kimimiz de Ezine’nin köylerine atanmıştık.

Yıl 1996:

       Ben Çanakkale’ye 70 km uzaklıktaki Ezine’ nin bir köyüne atanmıştım. Buralara gidiş-geliş özel vasıta ile yapılabilmekteydi. Ben yine avantajlıydım; 90 km uzaklığa gidip gelen arkadaşlarım olmuştu. Bu şekilde yaklaşık 5-6 ay süreyle özel arabalarımızla her gün gidiş dönüş yapmayı sürdürdük. Bu ara işlemin iptali için İdare mahkemesine başvurmuştuk hepimiz… 1996 yılının Mayıs ayında mahkemeler bizi haklı gördü, tekrar yerlerimiz değişti. O da ne… bu defa Eceabat İlçesinin bir köyüne atandım. En azından fakülteye bir miktar yaklaştık düşüncesiyle bu gelişmeye sevindik.

       Ezine’ den mahkeme kararı ile Eceabat’ a atamam yapılınca hemen ayrılmak için İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne gitmiştim. Müdür, ayrılışımı yapmadı. Müdüre, bakınız bu mahkeme kararı inisiyatif kullanamazsınız dedimse de anlatamadım. Bunun üzerine ilçe müdüre –“zalim aramak için dağa bakmaya gerek yok” deyince aramızda bir tartışma yaşandı. Fiili kavganın eşiğinden dönmüştüm. Odadan ayrıldım. İki hafta sonra beni kendileri arayarak ayrılışımı yaptı. Öyle sıkıntılı dönemler yaşadık ki; bu süreci ancak yaşayanlar bilebilir. Hem öğretmenlik, hem de öğrencilik için olağanüstü bir uğraşı vermek zorunda kaldık.

Yıl 1999:

       Bu ara her açıdan zorluklara göğüs gererek Çanakkale’ de dört yılımızı tamamladık. Bu süre zarfında iki ilçe beş okulda görev yaptım. 1999 yılının Ocak ayında okulumuzu sağ salim bitirdim. 1999 yılının sanırım Mart ayında müfettişlik sınavı açılmıştı. Müracaatlar 1995 in aralığında sona eriyordu. Biz bu dönemde Ocak ayında mezun olacağımız gerekçesiyle o dönemin personel genel müdür yardımcısından: -sınava bizi de alın bakınız, Ocak ayı sonunda diplomalarımızı size ibraz edeceğiz dememize rağmen, bir ay için bizim müracaatımızı kabul etmedi.(Daha sonraki dönemlerde, diplomanın bihare ibrazı halinde başvurular kabul edilmişti) Bu sayede “yüksek makama” geçmek için bir sene daha bekleyecektik gereksizce…

       Okul bitip diplomayı alınca Çanakkale’ de kalmanın bir anlamı yoktu benim için. Bin bir cefa ile geldiğimiz Çanakkale ilinden tekrar Konya’ ya dönmeye karar verdim. Olağan atama takvimi içerisinde tayin istedim. O yıllarda dört yüz öğretmen fazlası olan Çanakkale’ den Konya’ ya atamamı bakanlık yapmadı. Bu dönemde Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eğitim Yönetimi, Teftişi, Planlaması ve Ekonomisi anabilim dalından yüksek lisans kazanmıştım. Bu defa tekrardan öğrenim özrünü gündeme getirerek Konya’ ya atamam yapıldı. Birkaç ay Kadınhanı ilçesinde öğretmen olarak görev yaptıktan sonra, yaptığım başvuru neticelenerek Konya İlinde Okul Müdürü olarak göreve başladım. Okul müdürlüklerine geçiş sınavla yapılmaya başlamıştı. Bu süreçte, o dönemin popüler projelerinin yürütülmesinde aktif görevler almaya başlamıştım. Aynı dönemde birçok arkadaşım da başlangıçta okul müdürlüğü görevlerine geçmişlerdi. Rahatlıkla söylenebilir ki; söz konusu dönem içerisinde Eğitim Yönetimi ve Denetimi bölümü mezunu arkadaşlar bulundukları yerlerde eğitim adına birçok alanda değişimin öncüleri olmuşlardı. Kendi çapımızda eğitim adına farklılık oluşturmaya başlamıştık. (Okul müdürlerini belirlemede bakanlık çıkarmış olduğu yönetmelikle sınav şartı getirmişti. Okul müdürü atamaları bu sınavı kazananlar arasından yapılmıştı. Ve hiç kimde de müdahale etmemişti. Eğitim Yönetimi mezunu öğretmenler olarak bizler, bu sınavı doğal olarak yüksek puanlarla kazanmıştık)

Yıl 2000:

       Müdürlük işi devam ederken 2000 yılında ilköğretim müfettiş yardımcılığı sınavı açıldı. Zaten bunu bekliyorduk. Birden heyecandım. Onca mektep medrese sonrasında, müfettiş olabilmek için yine sınava tabii tutulacaktık. Olsun… Yeter ki sınav olsun. Bizim başaramayacağımız sınav olamazdı nasıl olsa… Müracaatlarımızı yaptık ve haber beklemeye başladık. O dönem mevsimlerden yazdı sanırım. Yıllık izindeyim. Takvime göre hafta sonu sınav vardı ve bizler duyuru e giriş çağrısı bekliyorduk. Fakat bize ulaşan bir haber olmayınca endişelenmeye başladık. Birden (o dönem cep telefonlarını yeni almıştık.) telefon çaldı; birkaç arkadaşım Çanakkale mezunlarının (1999 mezunları) sınava alınmayacağı ile ilgili bilgi geldiğini söyledi. Diplomalarımızda bir sorun varmış dediler… Hemen atlayıp Ankara’nın yolunu tuttum. Perşembe günüydü. Pazar günü sınav olacaktı. Birkaç arkadaşla birlikte o dönemin Personel genel müdür yardımcısı ile durumu görüştük. Sizler eğitim planlaması mezunu değil misiniz?(teknik bir ayrıntı) Diplomanızda eğitim bilimleri yazıyor. Doğruydu Diplomaların ön bölümünde eğitim bilimleri bölümü, arka yüzünde eğitim yöneticiliği ve deneticiliği yazıyordu.

       Biz her şeye rağmen o gün içinde ciddi bir koordinasyonla rektöre ulaştık, durumu izah ettik. Sayın rektör bu hususla ilgili olarak, kendi imzası ile 27 kişilik bu gurubun eğitim yöneticiliği ve deneticiliği bölümü mezunu olduğu, eğer diplomada bir sorun varsa hemen düzeltilebileceği hususlarını yazılı olarak beyan etti. Perşembe öğleden sonra genel müdür yardımcısına bu belgeleri ulaştırdık ve bizimde sınava girmemiz gerektiğini ısrarla arz ettikten sonra; bir ara tamam dedi. Yarın olmazsa Eğitim teknolojileri ile görüşelim listeye bu 27 kişiyi de ilave eldim demişti. Biz de o gün inandık ve Ertesi günü beklemeye başladık. Cuma sabah yine bakanlıktaydık. Genel müdür yardımcısı zatı gördük, sayın genel müdürüm ne oldu bizim iş deyince; -sizin iş olmadı sizi bundan sonraki sınavda alalım deyiverdi. Bir arkadaşımız 61 doğumlu olduğu için; hocam dedi benim yaşım 40’ a geldi.(40 yaş alımda sınırdı) Bu benim son şansım demesine rağmen biz yani Çanakkale 1999 Ocak mezunu 27 kişi müfettiş yardımcılığı sınavına alınmadık. (Ek bilgi:  Bu dönem Eğitim Yöneticiliği mezunu toplamda 350 öğretmen vardı)

       Ben ve iki arkadaşım bu olayı idari yargıya taşıdık. Yıl 2001…Bu süreçte ülke geneline 90 müfettişin ataması yapmış ve herkes gidip görevine başlamıştı. Göreve başlamanın hemen akabinde İdare mahkemesi, söz konusu müfettiş alımı sınavı hakkında yürütmeyi durdurma verdi. Bakanlık Anayasa gereği mahkeme kararını uygulayarak ataması yapılan 90 müfettişi bulunduğu illerde öğretmenliğe geri döndürdü. Masa başında bir görevlinin yetersizliğinin/düşüncesizliğinin nelere mal olduğunu bu süreçte gördük. Düşünebiliyor musunuz? Bunca yıl bekle, karar merciindeki bir şahsın duyarsızlığına yok edilen onca yaşanmışlık. Değerin, ilkenin, emeğin, çabanın, kısaca insanın iflas ettirildiği an… Bu şahıslara inançları sorulsa; bize verilen görevi doğru yapıyor ve rızkımızı helalinden kazanıyoruz derler… Üzgün ve öfkeli bir şekilde görevin başına dönmüştüm. Beklentimi ve hevesimi sorgulamaya, sistemi daha bir tanımaya başlamıştım. İnsanları, çalışanları, politikayı, eğitim sektörünü, bakanlığı, üst düzey çalışanları, akademik çevreyi daha çok tanır hale gelmiştik. Ve asıl kaygının ne idüğü/niteliği konusunda zihnimizde tereddütler oluşmaya başladı. Bir şeyin kaygısı taşınıyor taşınmasına da; lakin bu kaygı pek bir eğitim kaygısına benzemiyor gibi düşünceler baskın gelmeye (sabitlenen önyargı) başlamıştı.

Yıl 2001:

      Onlarca hengâmenin ardından 2001 yılında tekrar sınav açıldı. Bu ara müdürlük görevime devam ediyordum. Doğal olarak sınava müracaat ettik ve sınavın yazılı bölümü yapıldı. Sınavda alt kriter olarak yetmiş puan barajı vardı. Yazılı sınavı kazandıktan sonra mülakata çağrıldım. Mülakat için Milli Eğitim Bakanlığının merkez binasındaki konferans salonunda bekleme başladık. Mülakatta fanustan dört soru çektim ve bu soruları cevaplamaya başladım. Pürüzsüzce soruları cevapladım. Gönül rahatlığı ile memleketime geri döndüm. Sınav sonucuyla ilgili bir açıklama yapılır diye beklemeye başladık. Sonuçlar daha okullar kapanmadan gelmişti… O dönem yanlış hatırlamıyorsam yedekle dahil 160 civarında ilköğretim müfettiş yardımcısı sınavı kazanmıştı. Benimle birlikte dokuz arkadaş yedekte bırakılmıştı. Can sıkıcı bir süreç yine başlamıştı. Görevime kaldığı yerden devam ediyordum. Zannedersem 2001’in Eylül ayında, ilköğretim müfettiş yardımcığını yedekten kazananların kurasının 16 Ekim de çekileceği haberi gelmişti. Fakat eskisi kadar heyecan duymaz olmuştum.

       Öyle bir meslek düşünün ki; ona ulaşabilmek için üniversite mezunlarından seçilen bir mesleği icra ederken, tekrar sınava girip ikinci bir üniversite bitirip ve alınan diplomadan sonra yazılı ve mülakat sınavlarına girmek zorunda bırakılıp, bu sınavları aşıp üç yıllık yardımcılık sürecinden sonra tekrar sınava girerek bu unvana kavuşulabilsin…Bildiği kadarıyla hiçbir kariyer mesleğin yolu buradan geçmiyordu.

       Ankara’ ya giderek kura çekimine katıldık. Kuraya üç arkadaşım iştirak etmişti. Bir dakika sonrasında bana ekranda Muş ili gözüktü. Lakin tereddütlüydüm.. Bu meslek beklentilerimi karşılayabilecek miydi? Eğitim adına daha etkili bir şeyler yapabilecek miydim diye… derin derin düşünmeye başladım.  Bu düşünme yaklaşık iki ay sürmüştü. Hatta bakanlıktan ikinci bir yazı geldi; bu adam göreve başlamayacaksa durumu bildirsin diye…

       Yoğun düşünme sürecinden sonra yeni görev yerim olan Muş’ a gitmeye karar verdim ve 27 Aralık 2001 günü göreve başladım. Tekrardan doğu istikametine yönelmiştim. Yönetmelik gereği beşinci bölgede üç yıl kalınmalıydı; lakin bizim burada fazla kalmamız için ekstra tuzaklar hazırlanmıştı. Var olan hükümlerin ek maddelerle askıya alındığını da öğrenmiştik.(problem, beşinci bölgede az ya da çok çalışmak değildir. Yürürlükte olan hükümlere herkesin muhatap olup olmaması, yani adil davranılmaması can sıkıcı bir durumdu. Öğretmen ve müfettiş olarak toplam on iki yıl şark hizmetini yerine getirmiştim. Bu süreçte yarım kalan lisan üstü eğitimim için yeniden kayıt yaptırıp Konya iline tayin istedim.

Yıl 2005-2007:

       Yönetmelik hükmünde bu mazeret (öğrenim özrü) olmasına rağmen, bakanlık atamamı yine yapmadı. Ben bu durumu dönemin yetkilileriyle görüşmek için bakanlığa gittim. Haklı olduğum halde bana olumsuz cevap verdiler. Ben de 2005 yılında yeniden idari yargıya gittim. İdari yargı tam iki yıl sürdü. 2007 yılında bölge hizmeti gereği eksik kalan bölge hizmetimden dolayı dördüncü bölge illerinden birine(Yozgat) tayin istedim. Elbette atamam yapıldı. Lakin göreve başladığım gün mahkeme kararım tebliğ edildi. Mahkemeyi yine kazanmıştım. Ve bakanlık, doğal olarak mahkeme kararı gereği kararnamemi değiştirip, atamamı Konya iline yaptı. Gelip görevime başladım.

Yıl 2011 ve sonrası:

       Yine hayat kaldığı yerden devam ederken, 2011 yılında bakanlık yeni yasal bir düzenlemeyle Milli Eğitim bakanlığı bünyesindeki müfettişlerin unvan ve görev tanımlarını değiştirme dönemine başlamıştı. Burada detaya fazla girmeyeceğim. 2011 ile 2015 yılları arasında bakanlık, bakanlığa bağlı ve illerdeki müfettişleri önce birleştirdi, isimlerini denetmen, denetçi yaptıktan sonra en son Naci AVCI zamanında Maarif Müfettişi olarak netleştirdi. Lakin halen yapısal sorunlar devam ediyordu. Bu aşamadan sonra yapısal ve hukuksal sorunlar çözüldü çözülecek derken 2016 yılında bakanlığımız yeni bir yasal değişimi gündeme getirdi. Ülke genelindeki (2400 civarı) maarif müfettişleri arasından yapacağı mülakatla 450 maarif müfettişini bakanlık bünyesine alacağını ve gerçek müfettişlerin bakanlık bünyesine aldıkları müfettişler olacağını, geri kalan müfettişleri illerde şahsa bağlı kadroya alacağını, şahsa bağlı kadrodakilerin, müfettişlik mesleğinin doğal görev tanımında yer alan soruşturma ve denetim/teftiş yetkini alacağını açıkladı. Yani mevzuata aldı. Ve müfettişleri aynı derce ve konumdaki komisyon görevlileri vasıtasıyla 2016 yılının başında mülakata aldı. Mülakat sonuçları açıklandı. Elbette Ankara’ ya gidecek müfettişler arasında (mülakattaki yetersizliğim nedeniyle) ben yoktum. Detaya yine girmeyeceğim. (detaylar herhangi bir eğitim müfettişine sorulabilir.) Söz konusu mülakat süreci yine yargı konusu oldu.

      Önce unvanlar (denetmen/denetçi) olarak değişti, sonra iki başlılık birleştirildi ve “Eğitim Müfettişi” olarak değiştirildi. Tüm teftiş yapısı tek organda birleştirilip yıllardır süren iki başlılık sona erecek derken isimlendirme “Maarif Müfettişliği” olarak değiştirilip, yapılan ve her aşaması tartışmalı olan bir mülakatla Bakanlık bünyesine Bakanlık Maarif Müfettişi olarak 450 kişinin alımı yapıldı, geri kalanlar, 70 barajını geçmesine rağmen kadro yetersizliği gerekçe gösterilerek illerde “Şahsa Bağlı Maarif Müfettişi” olarak İl bünyesinde tutuldu ve bu süreçte(6 yıldır) bakanlığın kurumları genel anlamda sürekli/sistematik bir denetime tabi tutulmadı. En azından yaygın bir denetim yapılamadı. Daha sonra 09.10.2017 tarihinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kararı ile Bakanlık Maarif Müfettişi alım kılavuzunun yürütmesinin durdurulduğu, Danıştay 2.Dairesinin esastan verdiği, kılavuzun hukuka uygun olduğu yönündeki kararının temyiz edilmesi üzerine, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 13.12.2018 tarihli Kararı ile kılavuzun hukuka aykırı olduğuna hükmederek kararı bozdu. Bu  bozma üzerine, Danıştay 2. Dairesi 2019/958 E. kararı ile kılavuzun iptal edildiği, davalı idarenin temyiz etmesi üzerine de; 2020/1870 Esas nolu kararı ile onama kararı ile tamamen iptal edilmişti. İptal kararı sonrasıyla ilgili olarak, görünürde bir gelişme ve açıklamaya tanık olmadım. Merak eden araştırabilir.

Son Söz:

       Teftiş sistemimizle ilgili en son gelişmeleri zannedersem eğitimcilerimiz yakından takip etmektedirler. Demem o ki;  ben bu serüvene başlayalı 27 yıl oldu. Bu mesleği ben ve benim gibiler elimiz cebimizde gezerek, üniversite ortamlarında zevki sefa içinde dolaşarak yahut birileri lütuf göstererek elde etmedik. Bu süreci takip eden herkesin acıları, yaşadığı zorluklar, yani hepsinin hikâyeleri benzerdir. Bu kazanımlar bir emek sonucu elde edildi. Emeğin ne olduğunu herkes bilemez. Emek kutsaldır. Kutsalın değerini ancak, kutsalın yakıcılığını fark edebilecek nitelikte olanlar bilebilir. Her şeye rağmen bu memleket, yani gelecek nesillerimiz için sızlayan bir yürek ve gücümüz yettiği oranda çabalamaya devam edeceğiz. Esen kalınız…

Zafer Özer-Eğitim Müfettişi

(Bu öykü son bölüm hariç 2017 yılında “eğitişim.org” dergisinde yayınlanmıştır)