Yaşama anlam ve değer vermeyi, üzerimize giydirilen ya da dayatılan kimlikler üzerinden yapmayı tercih ederiz. Kimlikleri,  şeffaf bir aidiyet olarak göremediğimiz sürece, bu kimlikler “insan” olma bilincimizi derinden bozuma uğratan unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ve öylede olmaktadır. Ait olduğumuz dinsel/politik/ideolojik kimlikler dışında tanımlanan öteki kimlikleri, sanki “iyi insan” olma hasletinden uzak; bir açıdan sürekli itelenmesi/ötelenmesi gereken varlıklar olarak görürüz. Ve kendimize dönüp; biz neyiz, neden böyle düşünüyoruz, bizim gibi düşünmeyen iyi ve ahlaklı olamaz mı? diye hiç sormayız.  Oysa yaşarken tüm bu yargılarımızın boşa çıkaran örnekler görürüz. Kendini dindar kimliğiyle öne çıkaran birilerinin hak ve hukuk ihlalini rahatlıkla yaptığını görürken, din dışı kimliğiyle öne çıkan birilerinin iler düzeyde insani hassasiyet ile hak ve hukuka riayet ettiğini görürüz. Gördüğümüz halde yine de katı yargılarımızdan bir türlü kurtulamayız. Bu aslında sosyal bir travma halidir. Yapmamız gereken şey, kişi ve kurumları değerlendirirken kimlikleri(etiket) değil; yapıp edilene, gözlemlenip ölçülebilen, nesnel değer/tutum ve davranışlara rağbet etmektir. Tabi bu kolay olmuyor. Kişinin kendini, acımasızca sorguladığı ıstırap veren bir özeleştiriye tabi tutması gerek.

       Böyle bir girişi niçin yaptım? Yapıp ettiğiyle herkesin gönlünü kazanan, lakin her hangi bir kimlikle öne çıkmayan bir sanatçıyı gündeme getirme zorunluluğunu hissettiğim için.

       O bir rock sanatçısı, sanatını hakkını vererek icra edenlerden. Neden hakkını vererek deme gereği duydum? Çünkü ortalıkta “sanatçı” diye nitelenen öylesine çok kişi var ki, hakikisi denilebilecek kişileri sayısal olarak belirlemeye çalışsak, sanırım rakamlar pek ileriye gitmez. Ülkemde her yönüyle nitelik ve niteliğe verilen değer, apayrı bir tartışma konusu. Lakin benim gündeme getirmeye çalıştığım müstesna niteliği, zaten yazı başlığındaki ismi görünce anlamışsınızdır.

       Bizler sanatçıları, eğlence dünyasının, özellikle özel yaşamlarındaki debdebelerle ve icra ettikleri sanatın onlara kazandırdığı sermayelerle biliriz. Hele hele magazin kültürünün ötesinde değer üretemeyen, elde ettiği sermayeyi çarçur eden, sadece kendini düşünen, hiçbir toplumsal kaygısı olmayan sözde sanatçıları gördükçe bu sektöre önyargılarla bakarız hep. Elbette arada sosyo/politik konulara duyarlı olan güzide sanatçılarımız hep olmuştur. Bunların bazıları, yaşamın sıcak alanlarına dokunmak yerine, daha çok politik söylemlerle halkta bir duyarlılık oluşturma yolunu tercih etmişlerdir. Bu sanatçıların kimler olduğunu sanırım söyleme gerek yok. Şimdilik gündemimiz, Haluk Levent…

       Onun ilk dikkatimi çeken toplumsal eylemleri, 1999 depreminin ardından İzmit' te kurulan çadır kentlerde bizzat çalışması ve depremzedeler yararına konserler vermesiydi. Aynı zamanda çevre sorunlarına karşı duyarlılığıyla da ön plana çıktı. Albümlerinde çevre bilincini aşılama yolunda şarkılara yer verdi. Türkiye’nin değişik bölgelerinde çevreye zarar verdiği söylenen projeler aleyhine davalar açtı ve açılan davalara müdahil oldu.  Caretta Caretta kaplumbağalarının soyunun tükenmemesi için protesto gösterilerinde bulundu. 2017'de "platform" adı altında faaliyete başlattığı ve ardından dernekleşen "Ahbap" adlı dernek, öğrencilere burs, medikal cihaz ve ilaç temini, çeşitli yardım, etkinlik, kan ve kök hücre kampanyası ve eğitim faaliyeti düzenlemekte olup, bunun yanında Ahbap toplumdaki her türlü soruna sürdürülebilir çözümler arayan bir iş birliği hareketi olarak halen aktif faaliyetine devam etmektedir.

       Ve insanı olabildiğince sarsan “Elfida” adlı şarkıyı yazma hikâyesini kendinden dinledim.  Şu anda kendisi, yüreklerimizi kavuran on ilimizde meydana gelen deprem bölgesinde.  Onun bölgedeki paylaşımlarını gözü yaşlı izlerken, her nedense “Elfida” nın hikâyesini hatırlarım. Haluk Levent' in Elfida’sının asıl adı, Beyzanurdur.

       Haluk Levent, Beyzanur 4 yaşındayken amansız hastalığın pençesindeyken tanımış. Kızın tedavisi için Cerrahpaşa Tıp Fakültesine gidip, doktorlarla görüşme esnasında doktorların biri ona: "Haluk Bey, bu kızı gözden çıkartın." Demiş. O gün akşam müzisyen arkadaşı Emrah Aydoğdu’ nun kendisine, "Gözden çıkarılan kadın anlamı Osmanlıca'da Elfida." Demesi üzerine birbirine sarılıp ağlıyorlar ve o gün “Elfida” şarkısını yazıyorlar. Bu olayı kendisinden dinlemenizi tavsiye ederim. Muhtemelen gözyaşlarınıza hakim olamayacaksınız. 

       Bu konuyu niçin gündeme getirdim. Haluk Levent, Elfida, yani "gözden çıkarılan" kimse kalmasın diye, o yüce gönlü ve cesareti ile ilk günden beri göçük altında kimse kalmasın diye, insanüstü bir çabanın içerisinde. Bu çaba öyle sıradan bir görev bilinciyle yapılabilecek bir şey değil; insanın yüreğinden gelmesi gereken bir müstesna yeti.

       Ülke insanı yapıp edileni görüyor ve Haluk Levent’e sanki milli bir yardım kuruluşu edasıyla çekinmeden ve güvenerek yardımını esirgemiyor. Bu facianın altından milletçe ve devletçe elbette kalkacağız. Lakin özellikle güven tesis eden bu kişilerin çoğalması ve sorumluluk almasıyla bu işler daha da kolay olacaktır.  Haluk Levent’e minnettar olmak, teşekkür etmek sanırım yetersiz bir temennidir. O özellikle ülke sanatçıları için bir idol olmuş durumda. İyi ki varsın güzel insan.  

       Sözümüze onun bir paylaşımıyla son verelim.

       “Hadi uyu “ demek kolay. Yanı başımda yardım edemediğim göz göre göre ölümü bekleyen çocuklar var anneler babalar var. Olmuyor işte uyuyamıyorsun. İnsan ne olmak ister? Hiç kepçe olmak ister mi? Şu an olsam keşke. Tek tek enkazların üzerini açsam…”

Zafer Özer-Eğitim Müfettişi