(Bu metin muhayyel konuşmalardan ibarettir)  

       - Merhaba değerli dostum,

       - Merhaba üstadım

       - Nasıl gidiyor hayat?

       - Teşekkür ederim, her şey çok iyi sizler nasılsınız, neler yapıyorsunuz?

      - Biz de aynı işte, hayatta ne yapılır ki, her şey istediğimiz gibi olmuyor, ama mücadele etmeye devam ediyor, kendi işimiz/mesleğimizle ilgili gücümüzün yettiği oranda güzel ve doğru şeyler yapmaya çalışıyoruz.

       - Üstadım, bu aralar sizi aramızda göremez olduk, muhabbetlerimize neden katılmıyorsunuz?

       -Bilirsin ben konuşma hususunda çok mahir değilim, üstelik olup biten yanlışlıklara anlık tepkilerim olur, yani kişilerin iddiaları ile yaşantıları arasındaki çelişkileri görünce duramıyor, bir şekilde tepki gösteriyor; neticede bir şey değişmediğini görünce de oradan uzaklaşıyorum.

       - İyi de her insan hata yapar, güzel/dürüst insanlar bu hataları gündeme getirip uyaracak elbette…

     - Haklısın, ama herkes her işi yapamaz, ben biraz hassasım… Aranızda sizin hatalarınızı görüp uyaran kişiler elbette vardır. Her halde bu uyarılara kulak tıkamıyorsunuzdur…

       - Elbette, ister istemez hatalar olur. Sürekli de hataları gündeme getirmek bizim davaya hizmetimize sekte vurur. Bazı şeyler kaçınılmaz olarak yapılabiliyor…

       - Ne gibi?  Doğru/yanlış, iyi/kötü, fayda/zarar gibi şeylerde ölçüler belli değil mi? Hak, hukuk gibi şeylerde kaçınılmaz olan ne ola ki? Bir yerde bir haksızlık yapılıyorsa orada birilerine zulüm yapılıyor! anlamı çıkmaz mı?

       - Şey, elbette tabi ki hak hukuk bizim esas şiarımız… Kimsenin hak ve hukukuna halel gelmesine müsaade eder miyiz? Bizim davamız hak/hukuk davası, siz çok iyi bilirsiniz…

       - Öyle mi? Ne güzel… Geçen hafta kuruma müdür olmuşsun doğru mu?

       - Evet. Müdür oldum, çok şükür büyüklerimiz lütfetmişler…

       - Anlamadım, ne lütfu bu… Müdür olma şartlarını taşımadan mı atadılar seni, lütuf ne demek, sen kamu işi yapmıyor musun? Yani hak etmeden mi o makama geldin yoksa…

       - Şey yanlış söyledim galiba… Elbette müdürlüğü hak ettim.

       - Hak ederek geldiysen ne mutlu… O zaman canın sıkılmaz ise bazı sorular soracağım… İster misin?

       - Ne demek elbette üstadım…

       - Yani müdür olmadan önce birçok "falanı" arayıp, size yardımcı olmasını istemediniz mi?

       - Evet, aradım, ama başka türlü müdür olunmaz ki, mecbur kaldık... Yani onu da yapmasak bizi kim müdür yapacak ki?

       - Her fırsatta bir inanca sahip olduğunu, bir dava yürüttüğünü sürekli söyledin… Hakikaten bir inanca sahip misiniz?

       - Elbette üstadım... Ne demek o, öyle soru mu olur? Üzüyorsun beni…

       - Üzüleceksen soru sormayayım, hani olup biten hususunda yapılan bir yanlış yoksa neden soru sormamdan rahatsız oluyorsun?

       - Af edersin, elbette sorunuzu sorunuz…

       - Hani şey diyorum, velev ki, oturduğunuz makamı sizden daha iyi temsil edebilecek birisinin önüne politik gücünüzü kullanarak geçmişseniz, o kişinin hakkını gasp etmiş olmuyor musunuz, yani bu kul hakkı değil mi?

       - Neden olsun? O kişiler dün bizim gibi düşünenlerin önüne hep engel koydular, siz de biliyorsunuz

       - Ha... Şunu mu diyorsunuz? "aslında bizde dünkülerle aynıyız/aynı düşüncedeyiz, sadece rengimiz ve kimliklerimiz farklı..."

       - Ne demek o...bizleri o "..erle" bir mi tutuyorsunuz? Biz evelallah imanlı kişileriz.....

       - O zaman sizin inancınız taraf tutmayı, yakınını kollamayı, ya da sizin gibi düşünmeyeni yok saymayı mı emrediyor?

       - Kesinlikle, şimdi biz salt hak hukuka riayet edersek davamız için daha iyi hizmeti verebilecek güce ulaşamayız. Bir süre daha kendimiz gibi düşünenleri kollamamız gerek. O maneviyatsızlara fırsat mı verelim?

       - Ülkenin yönetim şekliyle ilgili bir sıkıntın var mı? Yani vatandaşlık temelli modern hukukla yönetilen demokratik bir yapı…

       - Elbette üstadım…

       - Böyle bir yapıda her insan aynı şeyleri düşünmez, düşünemez. Herkes hukuk/yasalar önünde eşittir. Yani kamusal alanda bizlerin arasındaki ilişkileri yasalar belirler… Böyle olunca günlük yaşantı ve kamusal alanda, senin gibi düşünmeyenin seninle aynı, yani eşit haklara sahip olduğunu düşünmez isen kamu hizmetini/görevini nasıl hakkaniyetle yapacaksın? Kısaca sosyolojik anlamda homojen feodal ya da cemaatsal yapılarda iş yapmıyorsun ki? Senin bu makamda oturmanı sağlayan güç yasalardır. Bunun bilincindesindir umarım.

       - Elbette üstadım…da…soruların ağırlaşmaya başladı….

       - Üstelik inançtan bahsediyorsun… İnançlar, bireyseldir… Ve her inancın tevili kişi sayısınca artış gösterir. İnançların davranışa dönük pratiği anlamında kamusal karşılığını neye göre belirleyeceksin? Burada soyut alandaki göreli ilkelerle çok kültürlü, heterojen yapılardaki birlikteliği sağlayamazsın ki… Yani herkesi kuşatan birliktelik, ancak müşterek oluşturulan evrensel yasalarla olması gerekmez mi?

       - Ya üstadım, seni anlamakta zorlanıyorum. Sen dün bu davaya bizden daha iyi sahip çıkıyordun. Değişmişsin… Üzülerek söyleyeyim ama sen yoldan çıkmışsın.

       - Baştan demiştim, soru sormamı sen istedin. Sana tavsiyem, olup biteni yeniden değerlendirmen. İnsan kendini bir yere kadar kandırır. Düşünmezsen kandığını bile anlayamazsın. Kandığını anlayamaz isen inandığını iddia ettiğin hesap gününü temelli kaybedersin. Oku… Gençliğinde sana telkin edilenlerle yeniden yüzleş… Örneğin bağlı/bağımlı ahlak olmaz. Eğer sahip olduğun inanç, hakkı hukuku, ahlakı senin gibi düşünenlere göstermeyi emredip, “ötekilere” (-bunlar zaten hidayete ermeyen) emretmiyorsa o inancı sorgula. Ya inançta bir sıkıntı var, ya da inancın aslından uzaklaştırılmış. Bunları sorgulamaz isen, senin gibi düşünmeyenlere her türlü kötülüğü kendinde hak görürüsün. Fetva veren de çoktur zaten. Bu sıkıntılı bir zihin… Bak yakın zamanda gündeme gelen lanet fetö musibeti bize bir şeyler öğretmeliydi.  Devletin/yasaların dışında referans ararsan fetönün yaptığından farklı bir iş yapmış olmazsın. Bu bilince ulaşmak gerek ve bu çok emek ister.

       - Üstadım bizi nereye getirdin? Ne lüzumu vardı bu denli derinleşmenin? Şunun şurası ne güzel yaşayıp gidiyoruz. Kafamı allak bullak ettin. Bu saatten sonra değişilir mi?

       - Ölümlü dünyada hakikati yakalamak hem zor, hem kolay… Hakikat bize çocukluğumuzdan beri aracı kurumlar eliyle sorgulamadan öğretildi. Kendi inşa etmediğin hakikat, kendi bünyende emanet durur. Bunun farkında olmalısın. En azından şu kısacık dünyada en yalın, bilinen hataları yapmaz, kimsenin hakkını hukukunu çiğnemeden, kimsenin ahını almadan, onurlu bir şekilde yaşayarak veda edersin. Bu sanırım işin en kolay tarafı olmalı…

       - Yok üstadım…. En zoru…

       -Zoru başarmadan hangi cennete sahip olmayı düşünüyorsun?

       - ….?!

Zafer Özer