Bir haber: Türk ordusu el-Bab’a girdi. Bu haber, Türklerin -Kengerlerden, Turuklardan bu yana- binlerce yıldır Ortadoğu’da olduğunu, bu coğrafya için neler yaptığını bilmeyenler için bir şey ifade etmeyebilir. Haliyle kısa bir açıklama yapmamızda yarar vardır. Bab, kapı demektir. Misal bab-ı âli (babıali) “yüceler/büyükler kapısı” anlamına gelir. Günümüzde bab-ı âli yerine, “devlet kapısı” söylemi kullanılmaktadır. Türk ordusunun girdiği Bab ise Diyarbakır’ın bahçe kapısıdır. Türk ordusu bunun için Bab’tadır. Ve Türk beklenendir!.

Hz. Muhammed “Ben sizin dünya hırsıyla birbirinizle kapışmanızdan, birbirinizi katletmenizden ve sizden öncekiler gibi helak olup gitmenizden korkuyorum.” demiştir.  Sultan Abdülhamit ise “Emin olunuz, biz bu sahalardan çekilelim, burası daimi karışıklık ve iğtişâş sahası haline gelecektir.” diyerek öngörülü bir devlet adamı olduğunu göstermiştir. İğtişaş sözcüğünün sözlük anlamının birilerinin hilesine aldanıp ortalığı ayağa kaldırma, kargaşa gibi anlamlara geldiğinin altını çizelim.

Entrika denince Ortaçağ akla gelir bir de Ortadoğu. Ortada akaryakıt (neft, petrol) gibi bir çıkar (rant) varsa hele de. Dışı dinî, içi iktisadî (economic) yığınla sorun, yığınla entrika, kan, gözyaşı, figan alır başını gider. Ortadoğu ülkeleriyle “kedinin fareyle oynadığı gibi” oynayan ABD’nin bölgeye barış getirmek, bölgede düzeni sağlamak gibi bir kaygısı yoktur. Şimdiye kadar yaptıkları da ateşe benzin dökmekten ibarettir. ABD’nin Irak’ta yapmaya çalıştığı Türkmenleri dışlayıp yabancılaştıran, Arapları etkisizleştirip aptallaştıran, Kürtleri ayartıp mankurtlaştıran, İsrail’i şımartıp azgınlaştıran bir yapı kurmaktır. Ve daha neler neler: Etnik savaşlar, mezhep savaşları, su savaşları… Misal ABD’nin borç (credit) vermeyi durdurması üzerine Mısır hükümeti 25 Haziran 1951’de Süveyş Kanalı’nı millîleştirir. Hemen ardından İngiltere ve Fransa bir olup, Mısır’a saldırır. Yine ABD ile imzalanan borç anlaşmalarına güvenerek sanayi hamlesi başlatan Türkiye, ABD’nin borç vermeyi durdurması üzerine yönünü Rusya’ya çevirir. Menderes tam da Moskova’ya gidip bir takım anlaşmalar imzalayacağı sırada -orduyu kullanarak darbe yapan- bir takım iç ve dış odaklarca alaşağı edilerek asılır. Ortadoğu’da hiçbir gelişme rastlantı (tesadüf) ile açıklanamaz. Hele de “taş yağı” anlamına gelen petrol varken..

Bugün şu tespiti yapmak zor olmasa gerek.. Batı’nın sorun yaşadığı -Kuzey Kore dışındaki- tüm ülkeler İslam etiketi taşımaktadır. Kore de zaten tepesinde atom bombası patlatılabilecek ülkelerden biridir Batı’nın gözünde. İslam ülkeleri Batı’nın müdahale gerekçelerini ortadan kaldırmadıkça bu durum sürecektir. Çözüm, sultanlık ve/veya krallık gibi yönetimleri bırakıp demokrasiye geçmektir. Böylelikle halk desteğine kavuşan devlet otoriteleri emperyalizm karşısında daha güçlü durabilecektir. Bu dönüşüm de Batı’nın dayatması ile değil, iç etkenler (dinamik) üzerinden sağlanmalıdır. Tıpkı Türkiye gibi!. Ancak o zaman Batı’ya karşı halk desteği sağlanabilir. İşgal olsa bile halk gidip de tankların namlularını çiçeklerle donatmaz. Irak’ı etnik olarak Arap, Kürt, Türkmen diye bölen; dinî olarak da Şiî, Sünnî diye ayrıştıran anlayış (zihniyet), bölgede demokrasiyi ve -olmazsa olmazı- anayasal vatandaşlığı tesis etmek istiyor olabilir mi? Bu gerçeği kutuplardaki Eskimolar bile bilirken, -başta Araplar olmak üzere- bölge halkı ne yapıyor? Bölgenin kaderini ABD’ye, onun üstünlüğüne (inisiyatif), acımasına (insaf) daha doğrusu acımasızlığına (insafsızlık) bırakıyor. Sonuç: Demokrasi başka bahara!..

Dünya komünizm belası ile uğraşırken akaryakıtı (neft, petrol) korumak için Batı uydurması olan radikal İslam; komünizmin çökmesi ile birlikte akaryakıtın daha iyi sömürülebilmesi için ılıman İslam… Bir de Türkiye’de Sol’un baskılanması meselesi vardır. Olur da “Türkiye ve Rusya yakınlaşırsa” tehlikesi göz ardı edilemezdi. Buna niyetlenen Menderes ortadan kaldırılsa da her önlerine çıkanı öldürecek halleri yoktu. Soruna bir çare bulmaları gerekiyordu. Buldular da. Atatürk sonrasında merkezden sola kayan CHP’yi -birçoğunu kendilerinin kurduğu- yasadışı sol örgütlerle kuşattılar. CHP’nin merkez ve taşra teşkilatları da bu zokayı yuttu. Diğer yandan Batı’ya rağmen Cumhuriyet’i kuran, üstüne bir de Kıbrıs Barış Harekâtını yapan bir oluşumu Batı cezalandırmadan durur mu? Kendi eksenlerindeki yazar-çizer takımı üzerinden yoğun bir telkin (propaganda) çalışması yürüterek CHP’yi halkın gözünde öcü gibi göstermeyi başardılar. Yine birçoğunu kendilerinin kurduğu cemaat-tarikat türü oluşumlarla Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı zırcahiller sürüsü oluşturmayı da başardılar. Üstüne bir de Atatürkçü/milliyetçi çizgideki Devrimcilerle Ülkücüleri birbirine kırdırdılar. Bununla da yetinmeyen Batı emperyalizmi, İslam ülkelerine -özellikle de Arap kamuoyuna- dönük olarak Türkiye laik, Türkiye dinsiz gibi telkinlerde bulunmaktan geri durmadı. Hem de cumhuriyet tarihinde ilahiyatçı başbakan (Şemsettin Günaltay) atayan tek cumhurbaşkanı İsmet İnönü iken!.

1991 yılının sonlarına doğru Türk devletlerinin bağımsızlıklarını kazanması Türkiye’nin yalnızlığını bitiren temel etken (factor) oldu. Maturidî-Yesevî çizgide şekillenen Türk kültürünü radikal İslam ile zehirleyemeyen şer odakları şimdilerde ılıman İslam denen narkozla sonuca gitmek istemektedirler. ABD’nin Türkiye’ye yönelttiği Irak’a karışma, İran ve Suriye ile barışma, Rusya ve Türkistan’la tanışma türü isteklerin (talep) de -bu noktadan sonra- canı cehennemedir artık.

Tarihîn de tanıklığı ile su uygarlık ve zenginlik demektir. Hele ki Akdeniz havzasında.. Bunu engellemek isteyen Batı dünyası Filistin-Lübnan-Suriye hattını istikrarsızlaştırmak için her yolu denemiştir. Dahası İslam’ın gelişmesini/yayılmasını engellemek için her çareyi.. Neden? Çünkü dünyada gelişme ve yayılma gösteren tek din İslam’dır. Çünkü bilim ve teknoloji geliştikçe -beşerî kanunların tersine olarak- İslam’ın tazeliği daha da artmaktadır. Tabi burada İslam dini ile Arap kültürü birbirine karıştırılmamalıdır. Türk halkı radikal İslam, ılıman İslam zokalarından sakınmalı; Maturidî-Yesevî çizgiden asla sapmamalıdır.

Savaş bir zekâ oyunudur diyenler olur. Zeka olsaydı savaş olur muydu o da ayrı mesele ama.. Gerçek şudur ki; savaş ancak büyük ülküler uğruna olursa bir anlam kazanır. Misak-ı Millî gibi!. Atatürk’ün “…millet hayatı tehlikeye maruz kalmıyorsa savaş cinayettir”.” sözü burada daha bir anlam kazanmaktadır. Bununla birlikte Türkiye’nin her türlü bölücü terörle mücadeleyi Türkiye topraklarında değil de Irak’tan, Suriye’den başlatması; savunma hattını buralarda kurması stratejik açıdan doğru bir davranıştır. Kaldı ki her iki ülkenin kuzeyinde -haksız ve hukuksuz bir şekilde Türkiye’den kopartılmış- sayısı milyonları bulan Turanî/Türk kökenli soydaşlarımız yaşamaktadır.

ABD, Türkiye’nin dış ticaretine en büyük darbeyi vuran ülkedir. Nasıl mı? Körfez savaşlarından önce Arap ülkeleri Türkiye için bir tür açık pazar gibidir. Tarım ve hayvan ürünleri satımı (ihracı) başı çekmektedir. Türkiye bu pazarı kaybetmiştir. Zaten Batı’nın -Türkiye’ye dönük- süregelen telkinleri nedir? Ruslarla iş yapma, Araplara yaklaşma, İran’a kısıtlama (ambargo) uygula… Bütün ticarî ilişkiler Avrupa ile olsun. İyi de Avrupa Birliği üyeliğine bile kabul edilmeyen Türkiye, Avrupa’dan gelecek olası (muhtemel) bir ticaret kısıtlaması ile karşı karşıya kalırsa ne olur? Türkiye böyle bir kısır döngüde dizleri üstüne çöker. Türkiye, olası (muhtemel) bu tehlikeyi savuşturmak için ne yapmalıdır? Başta Türk devletleri olmak üzere Asya’ya, Afrika’ya, Güney Amerika’ya açılmalıdır. Tabi komşularından başlayarak…

ABD’nin eski başkanlarından Wilson “Osmanlı yıkılmak zorundaydı.” derken, aynı dönemde yaşayan Churchill ise “Bir damla petrol bir damla kandan değerlidir.” demiştir. Peki, ABD’nin son dönem başkanlarından Clinton TBMM’deki konuşmasında ne demiştir? “20. Yüzyılı Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması belirledi. 21. Yüzyılı da Türkiye’nin tutumu belirleyecek.” Ortadoğu’da, Osmanlı’dan kopa(rıla)rak kurulmuş devletlerin tamamının sınırları -İsrail hariç- masa başında cetvelle çizilmiştir. Pazar yerine dalmış fil gibi Ortadoğu’nun altını üstüne getiren ABD’nin başka hesapları olduğunu da unutmamak gerekir. 1960’larda “Barış Gönüllüleri” adı altında etnik ve toplumsal haritalar hazırlanması, 1970’lerde Sağ-Sol kavgaları, 1980’lerde kültürel yozlaşma ve bölücü terör, 1990’larda bölücü terör ve iktisadî buhranlar (crisis), 2000’lerde BOP yani Büyük Ortadoğu Projesi ve bölgesel (local) savaşlar… Tüm bunlara rağmen Türkiye gelişmesini sürdürerek; jeo-politik önemden jeo-ekonomik öneme geçerek Asya-Avrupa arasında bir enerji köprüsü olmayı başarmıştır. Dahası ardına Türk dünyasını da alarak Afrika’dan Güney Amerika’ya kadar etkinlik alanını genişletmeye başlamıştır. Kulun planı varsa Tanrı’nın da takdiri vardır öyle ya.

Aziz Dolu Atabey

* 26.12.2016'da yazılıp, 19.07.‎2023'te yeniden düzenlendi.