Türkiye’de pek fazla bilinmeyen bir gerçek Türkiye ile Türkistan arasındaki ilişkilerin Osmanlı döneminde de hayli canlı olduğu bilgisidir. Hatta Doğu Türkistan bir dönem İstanbul’a bağlanmıştır. Yine 1. Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında Türkistan’a giden genç subaylar vardır. Misal bu dönemde sadece Buhara’da 12 Türk subayı bulunmaktadır. Ârif, Nafi, Osman diye sıralanan bu subaylar (zabit) burada askerlik, tıp, eğitim... akla gelen her konuda bölge halkına yol göstermektedir. Eskilerin deyimiyle hâkim ve hadim yani söz sahibi ve hizmet eri (ehli) olarak halkın gönlünü kazanmışlardır. Onları, buralara gönderen ise Cemal Paşa’dır. Tabi Enver Paşa’nın bilgisi dâhilinde..

TBMM Hükümeti’nin Türkistan’la ilişkileri o zor günlere rağmen canlıdır. Hükümet, Temmuz 1921’de TBMM milletvekili İsmail Subhi’yi (Soysallıoğlu) Moskova üzerinden Buhara’ya gönderir. Kendisi bilimsel araştırmalar (tedkikat-ı ilmiye) üyesidir. İsmail Subhi Bey, burada Zeki Velidi Togan’ın Türkistan Millî Birliği Başkanı seçilmesini sağlar. İlerleyen yıllarda Türkistan’da can güvenliği kalmayan Zeki Velidi Togan Türkiye’ye göç edecektir. Yine İsmail Subhi Bey -Türkiye’den giderek- Türkistan’da görev yapan bu subaylara Moskova Büyükelçiliği üzerinden aylık bağlatır. Moskova Büyükelçisi kimdir, derseniz; Atatürk’ün okul arkadaşı, İtilaf/İngiliz kuvvetlerinin Kocaeli’den doğuya geçmesini engelleyerek Kuva-yı Millîye’nin ilk ateşini yakan, Batı Cephesi’nin ilk komutanı iken Moskova Büyükelçisi olarak atanan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’dır.

Bolşevik/komünist devrimin başarıya ulaşmasında Türklerin katkısı büyüktür. Tatar, Başkurt vd. Türk toplulukları sosyalizm/halkların kardeşliği masalının gerçeğe dönüşeceği umuduyla ve Çarlık Rusya’sının kötü anıları ile tarafını en baştan seçmiştir. Devrimin dönüm noktalarından biri Çar yanlısı General Yudeniç'in orduları ile Petrograd’ı basıp Bolşevikleri ortadan kaldıracağı sırada Başkurdistan Cumhurbaşkanı Zeki Velidi Togan'ın Başkurt/Türk ordusunu göndererek Çar yanlısı orduya ağır darbe indirmesidir. Ordusu olmayan Lenin’in en büyük destekçisinin de yine emrindeki 40-60 bin arası süvari birliği ile Sultan Galiyev olduğunun altını çizelim. Zaten devrim de Lenin, Galiyev, Stalin ve Troçki önderliğinde başarıya ulaşmıştır. Bu süreçte Türkler gerçekten de Bolşevik/komünist ihtilale inanmışlardır. Ama Lenin'in erken gelen ölümü sonrası Stalin, Sultan Galiyev'i öldürtüp sonrasında Troçki'yi de saf dışı ederek tek adam olma yolunu seçmiştir. Dahası Bolşevik/komünist düzen (sisteam) kök salınca, Rus milliyetçiliği ağır basmış ve Slav olmayan diğer topluluklar gibi hatta çok daha fazla çile çeken de Türkler olmuştur. İlk zarar görenler de Başkurt, Tatar gibi Ruslara yakın olan/duran boylardır. İsmet Paşa’nın da dediği gibi ayıyla yatağa girmenin bir bedeli olacaktır elbet. Peki, Lenin’in cesedi bile soğumadan Rusların sosyalizmi rafa kaldırmasının nedeni nedir? Diğer topluluklar nüfus ve güç yönünden Ruslar için bir tehlike oluşturmazken sayıları milyonları bulan Türkler,  Rusların gözünde her an harekete geç(ebil)ecek bir ölüm meleği hükmündedir.

Rusların niyeti bozup Çarlık günlerine dönmeleri tepkileri de beraberinde getirir. Türkistan’da millî hareketler tekrar canlanır. Enver Paşa böyle bir ortamda bölgeye gider. Türkistan’ın her köşesini aydınlatmaya, millî unsurları uyandırmaya çalışır. Bağımsız Türkistan düşüncesi Bakü’de, Buhara’da kurultayların, toplantıların ana gündem maddesidir. Buhara’da Rus elçi Yurinof, Enver Paşa ile görüşmek ister. Görüşmede Enver Paşa “Cemal Paşa ne zaman Afganistan’a gelecek?” diye sorar. Yurinov; Sovyetlerin, Cemal Paşa’nın Afganistan’a gitmesine izin vermeyeceğini söyler. Ruslar, Ankara’dan Buhara’ya giden TBMM elçilik heyetini de türlü bahanelerle oyalamış, Tiflis-Bakü taraflarından öteye yani Dağıstan’a dolayısı ile de Türkistan’a geçmelerini engellemişlerdir. Bu görüşmede Yurinof, Enver Paşa’ya “Sizin de buralarda ne suretle çalıştığınızı biliyoruz.” diyerek, onu Türkistan'da istemediklerini ima etmiştir. Zaten kısa süre sonra da Cemal Paşa, Tiflis’te Ermeniler tarafından şehit edilmiştir. Ermenilere, Cemal Paşa’nın ölüm emrini Rusların verdiği ile ilgili izler vardır bu arada. Ruslar daha önce de -Moskova’nın yanına çekip, etkisinden (nüfuz) yararlanmak istedikleri- Enver Paşa’ya “halk temsilcisi” unvanı vermişler; Enver Paşa bunu geri iade etmiştir. Buhara’daki bu son görüşme ile köprüler atılmış olur.

Enver Paşa ile birlikte hareket eden Buhara Devlet Başkanı Osman Hoca (Kocaoğlu) bir ziyafet vererek Duşanbe Konsolosu, askerî erkan, siyasî büro (Sonradan Komünist Parti adını almıştır.) şefi de dâhil Rus asker ve sivil ileri gelenleri de davet etmiş ve onlara Buhara’yı terk etmeleri uyarısında (ültimatom) bulunmuştur. Osman Hoca bununla da yetinmeyerek Rus askerlerinin bulunduğu binayı da kuşattırmıştır. Durumun ciddiyetini (vahamet) kavrayan Ruslar geri çekilmeyi kabul etmişlerdir. Timur Han’ın soyundan gelen Osman Hoca atalarından yadigâr Buhara hazinesinin büyük bölümünü Ankara Hükümeti'ne göndermiştir. Ayrıca Timur Han’a ait bir Kuran, bir kalpak ve üzeri değerli taşlarla süslü üç kılıç göndermiştir. Osman Hoca bunların Atatürk’e, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya ve İzmir’e girecek ilk subaya (Kırım Tatarlarından Yüzbaşı Şeref/Şerafettin Bey) verilmesini istemiştir. Çünkü İzmir’i fetheden kişi Timur Han’dır. Atatürk’ün başından hiç çıkarmadığı kalpak Buhara’dan gelen o kalpaktır.

Osman Hoca kimdir? Buhara’da, 1878 yılında doğmuştur. Adı -Plevne kahramanı- Gâzi Osman Paşa’ya istinaden konmuştur. 1910’da İstanbul’a gelerek, Darülmuallimin'de (Öğretmen Okulu) okumuştur. 1. Dünya Savaşı çıkmadan önce Buhara’ya dönmüş ve burada okullar açmıştır. Buhara’da gençlik hareketi başlatan Osman Hoca 1921’de Buhara Cumhurbaşkanı olmuştur. Buhara’nın Ruslar tarafından işgal edilmesi üzerine 22 Temmuz 1922’de Afganistan’a oradan da 1923’te Cumhuriyet'in ilânı sonrasında Türkiye’ye göçerek, İzmir’e yerleşmiştir. Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilerek, kendisine milletvekili aylığı bağlanmıştır. Kocaoğlu soyadını almıştır. 1939’da Moskova’nın baskısı ile sınır dışı edilerek önce Polonya’ya ardından da İrlanda’ya gitmek zorunda kalmıştır. 1946’da Türkiye’ye dönmüştür. 28 Temmuz 1968’de ölmüştür. 

Enver Paşa’nın niyeti -başkenti Semerkant olan- bir Türk federasyonudur. Bolşevik ihtilalinin bir aldatmaca olduğunu en başından (ön)gören Enver Paşa ve arkadaşları ekmek, tuz ve Kuran üzerine ant içerler. Türkiye’nin ay-yıldızlı al bayrağı Türkistan’da da göndere çekilir. Bayrak direğinin başına kurt başı takmayı unutmazlar. Enver Paşa hızla örgütlenmeye başlar. Bölgede Basmacı Hareketi'nin önde gelenlerinden olan Lakayların reisi İbrahim Beyi ziyaret eder. Bölgedeki başına buyruk beylerin sen-ben sürtüşmesi yüzünden millî kurtuluş hareketi çok başlıdır. Enver Paşa bu duruma bir son vererek herkesi tek çatı altında toplamak istemiştir. Onun Enver Paşa olduğuna inanmayan eski Buhara hükümdarı Âlim Han’ın adamlarından İbrahim Bey, Paşa’yla yanındakileri hapseder. Han olma hayali kuran İbrahim bir ara gücünden (nüfuz) çekindiği Paşa’yı ve yanındakileri öldürtmeye bile kalkışır. Daha sonra gerçeğin ortaya çıkması ve bölgedeki çeşitli oluşumların baskıları sonucu 28 Kasım 1921-15 Ocak 1922 tarihleri arasında 49 gün göz hapsinde tutulan Paşa ve yanındakiler serbest kalır. İlerleyen günlerde bu zaman kaybının bedeli ağır olacaktır. İbrahim Bey ve diğer Basmacı önderleri birliklerinin komutasını Enver Paşa’ya devrederler. Misal Basmacı hareketinin efsanelerinden Şir Muhammed önce bin süvari verirken daha sonra bu sayıyı iki bin kişiye çıkarmıştır. Türkiye orduları başkomutanı olan Enver Paşa artık Türkistan ordularının başkomutanıdır. Enver Paşa, Basmacıların adını Mücahitler olarak değiştirir. Basmacı önderlerine korbaşı yani savaşçı denmektedir. Bu ad Safevîlerde korcıbaşı, Anadolu’da ise korucu/korucu başı olarak söylenir. Tokat yöresi Avşar beylerinden olduğu söylenen halk ozanı/önderi Köroğlu’nun Azerbaycan’daki adı da Koroğlu’dur hatta. Afganistan hükümdarı Emanullah Han, Enver Paşa’ya “serdar-ı â’lâ” rütbesi verir. Ayrıca asker, silah ve para yardımında bulunur. Güney Asya (Pakistan-Hindistan) Müslümanlarından -ki bunlar da Türk soyludur- gelen tıbbî ve lojistik yardımlarla birlikte Enver Paşa hızlı askerî manevralarla günümüz Tacikistan’ını Ruslardan temizler ve batı yönünde (Türkmenistan-Özbekistan) üç koldan ilerlemeye başlar. Tam işler yoluna girmeye başlarken Lakayların beyi İbrahim’in cepheden kaçması (ya da çekilmesi), ortak cephe kurdukları kişilere tuzak kurması vd. nedenlerle -neredeyse- üç yönden kuşatılmış olan Ruslar karşı saldırıya geçerler.

Bolşevikler (Komünistler) Enver Paşa’yı ortadan kaldırmak için hayli uğraşmışlardır. Örneğin Bakü’de bir otelde Reissich adlı bir casus suikast düzenlemek istemiştir. Sonrasında Buhara’ya iki Ermeni komitacı gönderilmiş ama suçüstü yakalanmışlardır. Zaten günümüz Tacikistan’ını kurtarıp, Türkmenistan-Özbekistan yönünde ilerlemeye başlayan Enver Paşa’nın gizli karargâhının yerini de Rus ordusunda görev yapan ve tüccar kılığına girerek bölgeyi aylarca dolaşan bir Ermeni casus bildirmiştir. Ermeni Ağabekov (Asıl adı Arotonov’dur.) bir haber alma (istihbarat) ağı kurar. Rus, Ermeni, Yahudi hatta Özbek, Tacik, Hindu bile vardır örgütte. Görünüşte deve kervanlarıyla ticaret yapıyor izlenimi veren örgütte 2 Rus, 1 Ermeni, 1 Yahudi’den oluşan beyin takımı gizlice Enver Paşa’nın peşine düşer. Alınan istihbarat sonucu Enver Paşa’nın gizli karargâhının Buhara yakınlarındaki Ab-ı Derya (Akdere) Köyü’nde olduğunu öğrenirler. 3 Ağustos 1922 tarihinde Enver Paşa çok neşelidir. O gün -Sultan Abdülmecit'in torunu olan- eşi Naciye Sultan'dan ikinci mektubu almıştır. Ve bilindiği üzere 4 Ağustos 1922 Cuma günü Kurban Bayramı’nın ikinci günüdür. Ruslar özel komando birliği ve iki alay askerle yöre halkının Obdara (Ab-ı Derya) dediği şimdiki adı Akdere olan köyü gece karanlığından da yararlanarak kuşatır. Arkadaşlarıyla birlikte camiye gelen Enver Paşa avluda halkla bayramlaşıp, sohbet ederken Ruslar cami çevresine sızarak 50 metre mesafeden makinalı (mitralyöz) atışına başlar. Kaçmayı düşünmeyen Enver Paşa ve kurmay heyetindeki 30 arkadaşı öncelikle makinalıları saf dışı etmeyi düşünür. Çünkü sivil halk zayiat vermektedir.  Atına atlayan Enver Paşa düşman mevzilerine yalın kılıç saldırır. 1. hattaki 3 Rus’u kılıçtan geçiren Enver Paşa, makinalı (mitralyöz) ateşi ile halkı taramakta olan 2. hattaki Rusları etkisiz hale getirmek için tabancasını çekip oraya doğru hücum ettiği sırada kalbine kurşun isabet eder. "Allah!" nidasıyla birlikte atından düşer. Vücudunun çeşitli yerlerine beş kurşun isabet almış olan Enver Paşa dudaklarında bir gülümseme ile şehit olur. Paşa’yı ateş hattından çekip çıkarmak isteyen -Basmacı önderlerinden- Devletment Bek de vurularak ruhunu teslim eder. Paşa’ya çok bağlı olan ve başucundan ayrılmayan atı Derviş de kurşunların hedefi olur ve o da can yoldaşının yanı başına yığılır. Komutayı -aslen Dağıstanlı olan- Miralay (Albay) Danyal Bey alır. Aynı gün Danyal, Faruk ve Osman Beyler ile Basmacı önderlerinden İşan (Şeyh) Sultan, İbrahim Bey, Fuzayl Mahdum, Belcivan Bey de -Türkistan’ın özgürlüğü için- birbiri ardına şehit olurlar. Enver Paşa ve yanındakilerin cenaze namazları 5 Ağustos 1922 günü 25-30 bin kişilik bir kalabalıkla kılınır ve şehitler, yöre halkının Çeğen adını verdiği yüksek ve sık ağaçlı bir tepeye yerlenir. Türkistan’da aylarca yas tutulur. Afganistan Hükümdarı Emanullah Han şehadet haberini alınca 2 Ekim 1922’de millî yas ilân ederek her zaman yakın ilişkide olduğu Enver Paşa’ya vefasını gösterir. O günden sonra Çeğen Tepesi de bir ziyaretgâha dönüşmüş ve 1936-37 yıllarına kadar ziyaretçi akınına uğramıştır. Bu durumdan rahatsız olan Ruslar, çareyi mezarların yerini değiştirmekte bulmuştur.

Enver Paşa’dan sonra yerine Sami Paşa getirilir. Hatalı kararlarla/idamlarla korbaşıları küstüren Sami Paşa 1923’te Buhara’yı bırakıp, Kabil’e gider. Öncesinde 1915-18 yıllarında Teşkilat-ı Mahsusa görevinde bulunan, 1919-22 arasında Enver Paşa’nın kurmay heyetinde yer alan, 1922-23 arası Paşa’nın yerine Türkistan orduları komutanı olan Sami Paşa 1923’te Kabil’e gittikten sonra sırasıyla Tahran, Bağdat, Halep’te bulunmuş ve 24.08.1927 tarihinde kaçak yoldan Türkiye’ye girerken (muhtemelen kaza kurşunu ile) vurularak ölmüştür. Rusların yavaş yavaş Batı Türkistan’a hâkim olmasıyla Buhara’da hareket alanı kalmayan Şir Muhammed de 1924 yılında Kabil’e geçer. Türkiye’nin Kabil Büyükelçisi -Mekke kahramanı- Fahri/Fahrettin Paşa kendisine yakın ilgi gösterir. 1953’te Pakistan’a, 1955’te Türkiye’ye göçen Şir Muhammed 1970 yılında Adana’da sonsuzluğa yürümüştür.

Gagavuz (Gökoğuz) Türklerinden olan, amcası -Kut'ül Amare kahramanı- Halil (Kut) Paşa ve kardeşi -Bakü fatihi- Nuri (Killigil) Paşa ile birlikte bu ülke için çok büyük fedakârlıklarda bulunan -Şehit- İsmail Enver Paşa’yı saygıyla anıyoruz. Ruhu şad, ruhu Oğuz Kağan'a yoldaş olsun!.

Aziz Dolu Atabey  

https://azizdolu.wordpress.com/