Saygı ya da saygınlık toplumdan topluma değişen ve zaman içinde yeni kimlikler kazanan bir kavramdır. Gelişmiş toplumlar yetenekli ve becerikli biri olduğu için saygı duyar, en önemlisi de insana insan olduğu için değer verir.

Gelişmemiş, gelenekçi toplumlarda ise bu durumun tam tersi yaşanır. Kişinin makamı, şanı, şöhreti, unvanı, statüsü, ekonomik gücü, aşireti, soy bağı kişinin toplum içindeki saygınlığının önemli kriterleri olmaktadır. Bu tip toplumlarda kişinin yetenekleri ve becerileri hep ikinci, üçüncü planda kalır. Hatta kimi zaman bunların da bir kıymeti yoktur.

En önemlisi de böylesi bir toplumda yaşayan yetenekli kişiler az önce saydığımız kriterleri taşıyan kişilerin gölgesinde bırakılırlar. Ki zaten bir yetenekle ortaya çıkan sanatçı, bilim adamı, düşünür gibi kimliklerin kişisel çıkarlar üzerinden saygıya anlam yükleyen toplumlarda öne çıkma, toplumu yönetme ve yönlendirme, lider olma ihtimalleri de pek azdır.

Doğu’ya yani Ortadoğu, Mezopotamya, Orta Asya gibi coğrafyaların toplumlarına has olan bu özellik kuşaklar boyu bir miras olarak devam etmektedir.

Aslında meselenin özü detaylı bir şekilde irdelendiğinde inançların, dinin, gelenek ve göreneklerin baskın olduğu toplumlarda bu "saygınlık" kavramının, giriş kısmında sözünü ettiğimiz kriterleri topluma bir tabu olarak dayattığını görebiliriz.

Daha açık bir ifadeyle “kutsanmış bir figür ortaya çıkarma” eğilimi toplumda bir paranoyaya dönüşmüş ne yazık ki. Cemaat, tarikat, siyasi parti, sivil toplum liderleri gibi.

Hele ki belli bir eğitim tedrisatından geçmiş, önemli makamları temsil eden, sözde bilim adamı, general, amiral, iş adamı, eğitimci, hekim, hukukçu gibi önemli meslek gruplarından insanların bu manzaranın baş aktörleri olduklarını görmek bir ülkenin gelişip gelişemeyeceği hakkında bizlere az çok bir fikir verebilir.

Kamuoyunda pek de tartışılmayan bu konu bireyin, toplumun ve de devletin ruhen sağlıklı bir gelecek inşa etmesi açısından düşünülmeye muhtaçtır.

Gelenekçiliğin binlerce yıldır Doğu 'da özellikle Müslüman toplumlarda hâkim kıldığı bu anlayışın sonradan gelen ardılları tarafından daha keskin bir biçimde bir vicdan meselesine dönüştürüldüğü görülmektedir. Daha çok din adamları, medya vaizleri ve trolleri tarafından bu anlayışın her daim toplumun zihnine zerk edildiğine televizyon ekranlarında şahit olunmaktadır. Örneğin televizyon ekranlarında yıllardır aynı kişilerin belli bir amaca ve zümreye hizmet için bireyi ve toplumu algılarla zihnen ve bedenen kuşatma ve ele geçirme stratejisi ile hareket ettiklerini, sebep-sonuç çerçevesinde akledip düşünenler az çok farkındalar.

Örneğin bir insanın yeteneğinden, emeğinden, ortaya koyduğu özgün eser ya da çalışmasından dolayı dünyaca takdir ve taltif edilmesi bizim gibi toplumlarda bir şey ifade etmiyor. Ediyorsa bile, o kişinin sahip olduğu dünya görüşü, milliyeti, inancı, bağlı bulunduğu çevre ona anlam yükleme, değer verme kriterlerimizin temelini oluşturur ne yazık ki.

İşin ilginç yanı böyle kişiler kendi memleketlerinde kendi insanları tarafından linç edilmekte; ya memleketini terk etmek zorunda kalmakta ya da o toplum için üretmekten vazgeçirilmektedirler. Bu hususta bulunduğumuz coğrafyada konuya dair sayısız örnekler verilebilir.

Bu durum ne yazık ki inançların, gelenek ve göreneklerin egemen olduğu Mezopotamya kültürünün bir parçası olan Müslüman toplumlarda daha keskin ve katı bir biçimde sürdürülmektedir.

Toplumu, iktidarların otoritesine sıkı sıkıya bağlamak için dini bir araç haline dönüştürüp sonradan ortaya çıkarılan bazı yapay değerlere kutsanmışlık atfederek kendilerine ve iktidarlarına saygınlık kazandırdıkları ve saygınlığı da ortaya koydukları otoriteden besledikleri görülmektedir.

Geçmişte bir başkasının ya da başka iktidarların yapmış oldukları bir eylemi kat’i bir şekilde inanç metaforu üzerinden haram, günah gibi kavramlarla toplum nazarında yasaklı hale getirme çabasına girerken bugün kendi iktidarlarımız zamanında aynı eylemleri kendimiz için makul görebilme eğilimine girebilmekteyiz.

İktidarlar ve dolayısıyla yönetenler –iktidarın nimetlerinden yararlananlar- bu tutumlarının toplum tarafından anlaşılamayacağını düşünürler ama oysaki toplum her şeyi bilir, görür ve buna dair bir çıkarsamada bulunur.

Otoriteden güç alan ve beslenen kişi ipleri ele geçirince toplumda karşılık bulan bir şahsiyet, bir kimlik kazandığını fark eder ve bu ipleri bu yüzden elinden hiç bırakmak istemez. Bu duygu ve düşüncenin bir saplantı haline dönüşmesi ise başlı başına yeni bir evrenin başlangıcı olma ihtimalini de taşır.

Bugün birey örgün eğitimin her aşamasından geçse de ne yazık ki kişilik arayışı yine de devam eder. Çünkü hala toplumda istediği, arzu ettiği saygınlığı elde edemediğini düşünür. Daha büyük toplulukların kendisine önem ve değer vermesini, anlam yüklemesini ister.

Oysaki temel sorun kişinin iyi bir eğitim alıp almamasında değil, asıl sorun içinde bulunduğu toplumun değerler manzumesidir. Yani toplum için saygınlığın, değerin kriteri olan kavramların neler olduğudur.

Birikim ve deneyimlerini, yeni fikirlerini topluma ve devlete hizmet etmek için pratiğe dönüştürme arzusunda olanları bir istisna olarak kabul etmek gerekir tabii ki.

Daha iyi anlaşılması için tekrar etmek gerekirse; gelenekçi bir toplumda yaşıyorsak bu kriterler daha çok inançların, geleneklerin taşıdığı miras üzerinde şekillenirken, gelişmiş, ilerlemiş, aklın ve düşüncenin egemen olduğu toplumda ise yetenek, beceri, uzmanlık alanı ve topluma sağlanan maksimum fayda üzerinden karşılık bulur bu saygınlık.

Toplumsal algının en etkili gücü olan medyanın günümüzdeki işlevi de dikkate alınırsa bu saygınlık kavramının içinin bir hayli boşaltıldığı söylenebilir.

Özellikle ülkemizde son birkaç yıldır medya ile ilgili manzara ne yazık ki böyle. Her hafta belli bir siyasi hareketin trollüğünü yapan sözde gazeteci, bilim adamı kılıklı insanları dinlemek Türk insanını mutlu etmediğini görmek gerekir.

Sorunlu bir hale gelen bu saygı ya da saygınlık alanı; siyasetin, dini bir araç olarak kullanan grupların, cemaat ve tarikatların en önemlisi de otoritenin kontrolüne giren medyanın elinden kurtarılmadığı sürece “muteber bir devlet” kimliğinin şekillenmesinin önündeki en büyük engel olarak duracaktır.

Saygı ve saygınlık kavramının toplumda hak ettiği şekliyle karşılık bulmasında en büyük rol ise tabii ki bize, yani fert fert toplumun her bireyine büyük sorumluluklar düşüyor. Bunun için birey olarak farklı düşüncelerle temas etmeli, muhalif zannedilen medya, düşünce adamları, gazete ve internet haber portalları da izlenmeli ve dinlenmelidir.

Yoksa emin olunuz ki doğru ile yanlışı, haklı ile haksızı, yalan söyleyen ile doğru söyleyeni, faydalı olanla zararlı olanı ayırt edemeyiz.

Bu öneri dikkate alındıktan sonra yeni bir dünya, yeni bir bakış açısı ve yeniden olgunlaşan bir kişiliği keşfetmiş olduğunuzu fark edeceksiniz.

Faruk YILDIZ

Eğitimci-Yazar