Ülkemizde sivil toplum ve sendikaların yaşadığı bir paradoks var. İktidarların rengine göre pozisyon alma paradoksu.

Sosyal demokrat bir iktidar ülkeyi yönetiyorsa dini, ideolojik ve ekonomik sebepler üzerinden emir-komuta zinciri içerisinde sokakları ısıtmak ve toplumsal algılar üzerinden kitleleri harekete geçirmek.

Muhafazakâr bir iktidar ülkeyi yönetiyorsa laiklik, Atatürkçülük, başörtüsü, özgürlükler üzerinden kamuoyu algısı yaratmak.

Bugüne kadar her iki grupta Allah var görevini layıkıyla yerine getirdi!

Bu iki grupta zaman zaman tertiplen darbe eylemleriyle seçilmiş iktidarları devrilmesinde rol oynadı; kendine yakın iktidarların kötü yönetim anlayışlarına da her şeye rağmen(!) sessiz kaldı.

Bir grup yıllardır Filistin-İsrail meselesini, başörtüsünü, imam hatipleri, inanç özgürlüğünü, etnik meseleleri gündeminde tutmaya çalışırken; diğer bir grupta laiklik, Atatürkçülük, düşünce özgürlüğü, etnik sorunlar gibi meselelerle toplumun iyice kutuplaşmasında ön saflarda yer aldı.

Nihayetinde toplum bölündü, siyasi istikrar bozuldu, nitelikli insan gücü politize oldu ve beraberinde kurumlar siyasallaştı, iltimas dönemi başladı, liyakatin yerini sadakat aldı.

Artık bu iki grup sivil toplum ve sendika mevcut iktidarın rengine göre kendine pozisyon almaya başladı.

Bugün neredeyse asgari ücretli biri ile yeni göreve başlayan bir memurun aldığı ücret eşitlenmek üzere.

İşin en acı tarafı bir ülkenin gelişmesine ve ilerlemesine en büyük katkıyı veren öğretmenlerin almış olduğu ücreti diğer meslek grupları ile kıyasladığımızda bu hususta yetkili olan sendikaların oynadığı rolü daha iyi anlayabiliriz!

Bunlar meselenin sadece bir yönü.

Her şey bir tarafa, özellikle muhafazakâr sivil toplum örgütlerinin ve memur sendikalarının amiral gemileri(!) Filistin, Suriye-Afrin için her türlü imkânlarını seferber ederken söz konusu Uygur Türkleri olunca uzun bir süredir sessizliğe bürünmeleri ister istemez akıllara az önce sözünü ettiğimiz iktidarların rengine göre pozisyon almalarını getiriyor.

En önemlisi de Afrin’de savaşmak için sıraya giren bu zatı muhteremler(!) söz konusu Azerbaycan-Karabağ olunca –ki tamamen mezhepsel bir bakış vardı- yine mesele bu sivil toplum ve sendika örgütlerince pek de ciddiye alınmadı.

Kaldı ki Uygur Türkleri, Azeriler bu millete Filistin’den de Afrin’den de daha yakındır. Çünkü hem din hem dil hem de soy birliğimiz var.

Bugün bu sivil toplum örgütlerinin üyeleri içinde binlerce Uygur kökenli insanımız bulunuyor. Muhafazakâr sivil toplum örgütlerinin bu hususa dikkat çekmemesi büyük bir tutarsızlık örneğidir. Sorarsanız “biz bu konu ile ilgili gerekli açıklamayı yaptık” deyip işin içinden sıyrılacaklardır.

Kamuoyu, sivil toplum örgütlerinden Uygur Türkleri ile ilgili samimi davranmalarını, konuyu gündemde tutmalarını istiyor. Mazlumdan yana olduğumuzu her fırsatta dile getiriyoruz ama Uygur Türkleri’nin dramını da görmezden geliyoruz.

Siyasi bir getirisi olmadığı için Uygur Türkleri’nin dramını görmezden gelen sivil toplum örgütleri ve sendikalar samimiyet testinden ikmale kalmıştır.

Sivil toplum örgütlerinin ve sendikaların toplumsal olaylara iktidarların rengine bakarak duyarlılık gösterip göstermeme eğilimi sivil toplum örgütleri yöneticilerinin entelektüel birikimi ile ilgilidir aynı zamanda.

İnanç soykırımının yaşandığı Doğu Türkistan özerk bölgesindeki drama sessiz kalan sivil toplum ve sendika yöneticileri talimatla değil, yasaların kendilerine verdikleri yetkiye dayanarak hareket etmelidirler.

Kamu çalışanlarının ekonomik kayıplarına seyirci kalan yetkili memur sendikaları Sincan-Uygur Türkleri’nin Çin tarafından uğradığı inanç soykırımına sessiz kalmayı sürdürecekler mi?

Yoksa yine işine gelmediği için “bu konu siyasetin konusu” deyip topu taca mı atacaklar?

Ezcümle; kamuoyunda güven kaybeden siyasi partilerin ivedi bir şekilde yönetimlerinde değişikliğe gitmeleri ne kadar doğruysa üyeleri nezdinde güven ve itibarını kaybeden sivil toplum ve sendika yönetimlerinin yenilenmesi de o kadar doğrudur.

Kamu çalışanları yetkili memur sendikalarının ekonomik ve sosyal haklarının iyileştirilmesi yönünde gösteremedikleri çabayı unutmuş değil. Sendika üyeleri, göstermelik basın açıklamaları ve göstermelik görüşmeler trafiğinin sadece üyeleri sakinleştirmeye yönelik girişimler olduğunun da farkında.

Üyeler, sivil toplumdan ve sendikalardan Doğu Türkistan’a da Filistin kadar, Afrin kadar, İdlip kadar önem ve değer verilmesini bekliyor.

Doğu Türkistan’ın, her daim polemiğe girip uğrunda tüm enerjinizi tüketmenize sebep olanlar kadar da mı değeri yok?

Samimiyet!

Samimiyet!

Samimiyet!

Vallahi yatacak yeriniz yok!

Ömrüm boyunca bu ülkeyi kötü yönettiği için ne bir iktidarın ne de bir bakanın istifa ettiğine şahit olmadım. Mutlaka bir güç devreye girmiş ya erken seçim olmuştur ya da bir bakan kabine değişikliği adı altında görevden alınmıştır. Böyle enteresanlıkların yaşandığı bir ülkeyiz aynı zamanda. Gelişmiş ülkelerde bu tür durumlar bir onur niteliği taşıdığından kişi yada kurumlar iradesiyle hareket etme erdemini gösterirler. Biz de ise ille de bir zorlama yada kamuoyu baskısı olacak ki zatı muhteremler istifa etsin.