Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK, 1 Mart 1923'teki TBMM'nin açılış konuşmasında;

“Eğitim ve öğretimde uygulanacak kuralların amacı, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir hükmetme aracı veya medenî bir zevk olmaktan çıkarıp, maddî hayatta başarılı olmayı sağlayan pratik ve kullanılabilir bir araç haline getirmektir” şeklinde ifade etmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk aynı zamanda hedef olarak da “İlk tahsili fiilen umumileştirmek, dağda yalnız yaşayan küçük çobana kadar bütün vatandaşlara okuyup yazma öğretmektir” sözleri ile bizlere yol göstermiştir. Cumhuriyet döneminde yetişen eğitmenler, ülkenin en uç noktalarındaki köylere kadar giderek eğitim sistemine büyük destek olmuşlardır. Vatandaşlarımız imkânların kısıtlı olduğu coğrafyalarda önce okuryazar belgelerini sonra da üç yıllık ilkokul diplomalarını almışlardır.

Bu doğrultuda gelişen eğitim sistemimiz, yaşadığımız bu zorlayıcı süreçte bile, amaç ve hedeflerimiz doğrultusunda herkese ulaşabilecek eğitim ordusuna ve gerekli finans kaynağına sahip olmuştur. Eğitim sistemimizin hedefi öncelikle fırsat eşitliği yaratmak ve verilen eğitim ve öğretim programını ülkenin en uzak coğrafyasındaki bireylere ulaşmasını sağlamaktır.

MEB 1961-1983 yılları arasında, öğretim merkezi aracılığı ile tüm lise mezunlarına yükseköğretim yaptırmayı vadetmiştir. 1974 yılında başlatılan bu sistem ile uygulama sınavlar dahi mektupla yapılmıştır. Gerekli niteliklerden yoksun binlerce eğitimcimizin yeterliliği sorgulanmış ve günümüze kadar uzayan bir dizi sorunun kaynağı olmuştur. Salgın sürecinde 1980 öncesinde uygulanan bu sistemin amacının ‘günü kurtarma planı’ olduğu anlaşılmış ve bu tarz uygulamalardan uzak durulmuştur. Salgın sürecinde bizim önceliğimiz öğrencilerimizin sağlığı olmuştur. Süreç etkisini azaltmaya başladığında bunları çözecek imkânlarımızın ve planlarımızın olduğu kamuoyuna hissettirilmelidir.

Eğitimdeki aksamaları telafi etmek için ortaöğretim kurumlar yönetmeliğinde birtakım çözümler bulunmaktadır. Online eğitim sürecinde, normal şartlarda eğitime erişen öğrencilerimize, yönetmeliğin 43. maddesine göre bir değerlendirme yapılarak performans notu verilebilir.

Kamuoyunda tartışılan eğitime erişemeyen öğrencilerimiz için, yönetmeliğin 61. maddesine göre telafi programı uygulanarak bu sorun çözülebilecektir. Ders yılı içinde, doğal afet, salgın hastalık, olağanüstü hâl ve benzeri sebeplerle dönem puanı oluşmayan dersler için, ders yılının ikinci döneminden, yeni öğretim yılının başlamasına kadar olan sürede, Telafi programları ile yapılamayan ders saatleri toplamı kadar ders yapılabilmektedir. Yüz yüze eğitimin başladığı aylarda hafta sonlarında ve yaz tatili sürecinde yapılabilir. Bu öğrencilerimize telafi programı sonunda not verilebilir.

Yönetmeliğinin 47. Maddesinde ölçme sonuçlarına göre; Öğretmenler, başarıyı etkileyen ve yeterince ulaşılamayan kazanımlara yönelik tedbirler alırlar. Sene başında yapılacak seviye belirleme sınavları ile eksikliği tespit edilen öğrencilere ders saatleri bitiminde ve hafta sonlarında destekleme kursları ile yine destek olunabilir.

Gelişmiş ülkelerin büyük kısmı belirli bir barajın üstündeki öğrencilerine çok daha fazla önem vermekte ve onların yetişmesini daha farklı planlamaktadır. Bu öğrenci kitlesi nüfusun %1 ile %5’i arasında değişmektedir. Bizler bu sistemin içerisinde bu yüzdelik dilimindeki çocuklarımızı maalesef yönetemiyoruz. Bu öğrenciler için açılan Fen liselerini proje okuluna dönüştürmeye çalışarak, bilim sanat merkezlerine alınacak öğrencilerin seçimini sınavla yaparak öğrencilerimizi geçerliliği tartışılan derecelendirme sınavları ile kaybediyoruz. Bu not sistemi ile daha geniş bir sayıda olan meslek lisesi öğrencilerimizi göz ardı ediyoruz.

2004 yılında uygulanan öğrenci merkezli eğitim sistemi okulunda test sınavlarından uzak bir ölçme ve değerlendirme sistemi çalışması olan performans, proje ve portfolyo sistemi kamuoyu ile paylaşılmıştı. Eğitimde öğrenci gelişimini izleme ve değerlendirme sistemini yeniden kurgulamak için büyük bir fırsat olarak görülen bu çalışma, biz projeden ayrıldıktan sonra rafa kaldırılmış ve yerine 6. Sınıftan başlayarak her sınıf seviyesinde yeni bir sınav sistemi uygulanmıştı. Ankara il milli eğitimde düzenlenen sınav konulu toplantıda beraber çalıştığımız okul müdürü arkadaşlarımla şiddetle itiraz ettiğimiz halde amacına uygun bir geri dönüşüm gerçekleştiremedik.

Mevcut sistemdeki sınav sürecinde çalışan öğrencilerimizin 40 saat dersle beraber, 24 saat destekleme kursu, üzerine her ay bir soru çözüm kitabı çözme gerekliliği (örneğin matematik dersinden en az sınav sürecinde 10.000 (on bin) soru çözmesi), durumun vahametini göstermeye yeter. İddiası ilk 20.000 de olan öğrencilerimize lisede anlatılan dersler o branşın üniversitede okuyan öğretmen adayına verilen dersler seviyesini aşmış durumdadır. Sanat, spor, kültür, değerler olmadan eğitimin bir yönü eksik nesil yetişiyor. Bu gençler ne zaman sosyalleşecekler bunu düşünmeliyiz. Sınava hazırlanan öğrencilerimizin gündemi, Soru bankası, aylık ödev kitapçıkları, yaprak testler, taramalar, denemelerden oluşmaktadır. Ayrıca denetimsiz binlerce sınavlara hazırlık kitabı, binlerce amacı olmayan, çözmüş olmak için çözülen sorular, olmayan kazanımlara yönelik olmayan soru çözümleri, sonuç olarak soru çözme hastalığına yakalanmış gençlik ile karşı karşıya kalmak durumundayız. Soruları incelediğimizde neleri ölçtüğünü inanın anlamıyoruz. Binlerce soru yerine, daha az, ama denetimden geçirilmiş düşünme ve çeşitli basamaklardan geçirilmiş sorular hazırlamak öne çıkmalıdır. Yeni nesil soru tarzına ilaveten öğretmenlerimizin objektif gözlemlerini önerilerini dikkate almalıyız.

Yılların eğitimcisi olarak okullarda not sistemine dayalı ölçme ve değerlendirme sisteminin geçerli çalışmadığını belirtmek isterim. Belirli bir rutin içinde gerçekleşen eğitim ve öğretim süreci şu şekildedir; öğrenciler okula gelir, derslere katılır, derslerini dinler, verilen görevleri yapar. Herkesin üzerine düşen görevleri yerine getirdiği bu süreçte yıpratıcı ve çağ dışı ölçme yöntemlerinin değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu sınavlar hiçbir zaman sabır, işbirliği, güven, ölçmemiştir.

Bakanlığımızın açıklamalarından anlıyoruz ki, tartışılan aslında not değil güvensizliktir. Toplumlar gözetmensiz, açık kitap ve defterli sınav sistemlerini yerleştirmeye çalışırken bizde güvensizlik neden çoğalıyor bunu sorgulamalıyız. Kamera ile sınav yapan üniversiteler, öğrencilerine bu kadar mı güvenmiyor, mezun olunca toplum o öğrencilere nasıl güvenecek neden sorgulamıyorlar. Demek ki fırsat bulunca işlerinde kuralsız mı davranacaklar? Gençlerimize güvenelim, kendi yanlışlarımıza benzetmeyelim. Eğitim çocuğu sevmekle ve güvenmekle başlar.

Bir insan yapmayın her gün sınanır mı? Fark edilmeyi isteyeni fark eden öğretmendir. Öğrenci okumaya geçince öğretmenlerimiz, “mısır patlağı gibi patlıyorlar” diye kırmızı kurdele takar, öğrencinin sınav yapmadan okuyup-yazdığını fark eden öğretmenin gözlemleridir. Toplumumuzun puan verme işlerinden uzaklaşması gerekmiyor mu? Herkese puan verilecekse öncelikle sağlık çalışanlarına, velilerimize, gün içerisinde 8 saat bilgisayar ekranına kilitlenen gözleri kan çanağına dönen öğrencilerimize ve öğretmenlerimize, dijital ortamda içerik hazırlayan paydaşlara, ismini sayamadığımız eğitimin gizli kahramanlarına bana da yok mu diyenlere yıldızlı pekiyi vermemiz gerekmiyor mu?

Okulun çevresine kalıcı değer katması, öğretmen yetiştirme politikamız, okullar arası farkın kapanması, alternatif öğrenme mekânlarının kullanılması, öğrencilerin seviyesine ve öğrenme hızına göre eğitim öğretimin şekillenmesi, toplumda güveni yerleştirmek için karne notu yerine gerçek eğitime odaklanmamız gerekmiyor mu? Öğrenciler öğrenmeyi bırakıp ders çalışma ve soru çözme işine yöneldiler. Soru çözmenin değil, gerçek hayatta sorun çözmenin ne kadar önemli olduğunu bilmeliyiz. Var olan yanlışları ve sorunları yaşayarak ya da gerçekleştikten sonra düzelterek yola devam edemeyiz. Sınavlar bizleri hedefe ulaştırıyor mu? Hedeften mi uzaklaştırıyor? Kafa yormamız gereken işte bu noktadır. Yeni bir öğrenme ekosistemi kurmak için inanın bu günler fırsat günleridir.