Genellikle temenni ile gerçeklik bir arada yürütülemez. Problemlere doğru teşhis konulup, doğru reçete yazılıp, doğru program belirlenip ve doğru bir süreç yönetimi takip edilmez ise hiçbir hedefe ulaşılamaz. Aslında eğitim adına bilinmeyen bir şeyde yok denilebilir. Bilinen doğruların ekseninde yapılması hedeflenen reformlar, şartların doğasına uygun yöntemlerle ve istikrarlı bir şekilde yürütülmemesi, belki de en temel problemimizdir. Akademik beceriye yatkın öğrencilere hitap eden eğitim sisteminin düzeltilmesi için, her aşamada yığınla yapılan reform çalışmaları sonucunda sistemin yine akademik becerisi iyi olan öğrencilere hitap ettiğini görüp yeni bir reforma yönelme girdabına mahkûm olmaktan öte gidilememe hali de denilebilir bu duruma… Problemlere dair ilk nedenler sıralarken, “Gömleğin ilk düğmesi” metaforu her daim güncelliğini korumaktadır.

            Yıllardır eğitim sistemimizi daha nitelikli hale getirmek, çocuklarımızı daha iyi yetiştirmek, dolayısıyla toplumsal/genel problemlerimize çözüm bulmak için eğitim sistemine sürekli müdahale etmekteyiz. Lakin her müdahale sonrasında yeni yeni problem alanları oluşturup, yeni çözümler bulmak için en başa geri dönme ihtiyacı hissediyoruz. 2011 yılında zamanın Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer Bey Eğitim Sistemiyle ilgili yeni düzenlemelere gittiğinde, söz konusu düzenlemelerin isabetli olmadığını, bu düzenlemelerin eğitim sistemi ve personeline ne gibi yeni problem alanları oluşturacağını, yine bir köşe yazımda gündeme getirmiştim. Olumsuz ihtimaller için insan haklı çıkmak istemez; lakin, gündeme getirdiğim problemler ne yazık ki ekseriyetle gerçekleşti. Yeni bakanımız Ziya Selçuk Hoca, eğitim sisteminin felah bulması hususunda hakikaten yeni bir umut oldu. Umudun sebebi, kendisine duyulan güven, samimiyeti ve bu alanın uzmanı olmasıdır. Hep denildiği gibi, olması gereken ile yalın gerçeklik çoğu kez çelişir. Ziya Hocanın yeşerttiği ümitler halen sıcaklığını korurken, sürecin sağlıklı yürütülmesi için de bazı problemlerin tartışılması gerekir. Tartışmadan, eleştiriden, farklı düşüncelerden kaçılması durumunda aynı noktalara geri dönme kaçınılmaz olacaktır.

            Özel Öğretim Kursları:

            En başından beri eğitim sistemi içerisinde yasal olarak faaliyet gösteren yan kurumlar olan kurslar (dünkü adıyla dershane)  her zaman tartışma konusu olmuştur.  İşin gerçeği daha nitelikli bir üst öğrenime geçmek için ilave kurumların(kurs/dershane) gerekli görülmesi ve ciddi bir kurumsal yapı oluşturmaları “okulları” ve okulun yetkinliğini/yeterliliğini sorgulatır hale gelmişti. Ne oluyor da, çocuklar okullarda yeterli düzeyde öğrenemiyor ve okulda öğretilemeyen şeyler neden kurslarda öğrenilebiliyor? Soruları hep gündemden çıkmıyordu. En nihayetinde bu tartışmalar sürekli yapılmaya devam ederken, ilave eğitimler bir zorunluluk, bir netice olarak karşımıza çıkmaktaydı. Öyle bir eğitim sistemi/okul oluşturmalıyız ki, her şey okulda öğrenilebilsin. Ama, bu durum temenniden öte geçemiyordu. Kademeler arası geçişte, etkin, nitelikli, profesyonel, isabetli yönlendirmeler ile nitelikli okullara geçişte sınav sistemi olduğu sürece çocuklarımız ilave eğitimlere devam edecek gibi…Ama bu nasıl olmalı? Dershanelerin kapatılması sonrasında belki bir geçiş formülü olarak özel kurslara izin verildi. Bir sonraki aşamada, kursların faaliyetleri tek alana kadar düşürüldü.

         En son Milli Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk, Türkiye Özel Okullar Derneği tarafından "Eğitim ve Etik" temasıyla bir otelde düzenlenen 18. Geleneksel Eğitim Sempozyumu'nda yaptığı konuşmada, özel öğretim kurslarının kapatılacağını ifade etti. Beraberinde hem veliler hem de özel öğretim kurslarında istihdam edilen binlerce çalışan ve yatırımcılar haklı olarak endişelenmeye başladılar. Bakan bey, eğitim sistemi ile ilgili planlarını orta ve uzun vadede yaparken, ara kararlara oluşacak problemleri mutlaka düşünmektedir. Hep söylendiği gibi, asıl mesele öğrenciyi okul dışında ek bir eğitime mecbur etmemek. Bu ne kadar mümkün diye sormak ve bu sorunun cevabına göre işleri planlamak daha gerçekçi bir uygulama olsa gerek. Yani eğitim sistemi bu haliyle devam ettiği sürece, ilave eğitimlere sürekli talep olacak ve bir şekilde “merdiven altı” denilen uygulamalar gündeme gelecektir. Bunun yanında, Özel öğretim kurumları yöneticilerine göre kurslarda yaklaşık 100 bin öğretmen çalışıyor. Kapatma kararıyla birlikte bu kurumlarda çalışan öğretmenlerin de görevleri son bulacak. Yani, kursların kapatılması sonrasında oluşacak istihdam problemlerinin de çözüme kavuşturulması gerekecek.

Diğer yandan Bakanlığımız, öğrencilerin özel kurslara yönlenmesini engellemek, özel kurslara ihtiyaç hissettirmek için, okullar bünyesinde “Destekleme ve Yetiştirme Kursu” adıyla kurslar açtı. Bu uygulama bir açıdan öğrenciye/veliye yönelik gibi olsa da, bu uygulama bir açıdan sistemin problemlerini çözmeye yönelik bir uygulama olmak yerine zaten var olan eğitim sisteminin arızasını kabullenmek anlamı taşır. Bu durumda çocuklar yine ilave eğitimlere muhtaç bırakılıyor düşüncesi gündeme gelecektir. Dezavantajların azaltılması noktasında DYK’ nın zayıf ve güçlü yönlerini masaya yatırmak gerekir.

Destekleme ve Yetiştirme Kursları:

          Bakanlığımız DYK kurslarını açarken, eğitimdeki fırsat eşitsizliklerini ortadan kaldırmak, ilave eğitimler için velilerin yüklü miktarda para ödemelerinin önüne geçmek ve eğitim sürecinde oluşan eksiklikleri tamamlamayı hedef olarak koymuştu. Başta da ifade edildiği üzere, örgün eğitim içerisinde planlanan müfredatın yetmemesini kabullenme durumunda ilave eğitimlere ihtiyaç var. Bu durum zaten kabullenilmiş olduğu için öğrencileri okul dairesi içerisinde tutarak, daha nitelikli ve parasız eğitim vermenin yanın da okul öğretmenlerine de mali destek olmak elbette faydalı olacaktır.  Her ne suretle olursa olsun, bir sistemin arızasının neticesinde ortaya çıkan istenmeyen yapılar, sebepler kaldırılmadığı sürece varlığını bir şekilde devam ettirecektir. Bakanlığın bu uygulaması elbette oluşan bir talebi karşılayıp, doğru yöne kanalize etmek olsa da, uygulamalar genellikle istenildiği/hedeflendiği gibi yürütülememektedir. Kurslar isminden de anlaşılacağı üzere, öğrencilere eksik olduğu kazanım ve konuların tamamlanmasını sağlamak, belli sebeplerden dolayı eksik kalan ders/konularla ilgili olarak öğrencilere destek olmak, onları yetiştirmek amaçlanmaktadır. Bu sadece akademik kazanımlara yönelik tek yönlü faaliyet değildir. Öncelikle DYK kursları tüm dersleri kapsasa da ağırlıklı olarak akademik başarıyı hedeflemekte olması, doğal olarak sınava hazırlayan kurs hüviyetine dönüşmektedir. Bu, okulun misyonunu zedeleyen bir durumdur.  Akademik başarı okulun tek hedefi olması durumunda, okulun misyonu sekteye uğrar. Okul, çocuğun mutlu olduğu, yeteneklerini keşfettiği, ilgi ve yeteneğine uygun sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetleri yürütebildiği mekanlar olarak dizayn edilmesi gerekir.

          Kurslara başlangıç aşamasında yoğun taleplerin olmasına rağmen ilerleyen süreçte ciddi devamsızlıkların olduğu, hatta bu şekilde kapanan kurs sayısının epeyce çok olduğu görülmektedir. Öğrencilerin ve velilerin kurslara ilgisinin yeterli düzeyde olmadığı da tespitler arasında. Eğitim işi temelde ilgi ve istek uyandırma faaliyetidir. Bu sağlanamaz ise çok emek harcanır ama netice alınmaz. Zaten öğretmenlik mesleğinin, farklılığı burada devreye girer. Asıl yerlilik alanı pedagojik formasyondur. Motivasyonu sağlayan pek çok sebep vardır. Alışılagelmiş kurs uygulamasının daha fazla sonuca götürücü düşüncesi halen yaygın olarak kabul görmektedir. Bu düşüncenin hem veli ve çocuk açısından temel sebebine inersek, (çokta dillendirilmese de) bedel ödenmeyen hizmete karşı ilgisizlik olarak tanımlanabilir. Bu psikolojik bir tavırdır. Kişi, kitapçıdan para vererek aldığı kitabı kesinlikle okurken, aynı kitabı birisinin hediye etmesi ya da ücretsiz alması durumunda o kitabı okumada gevşek davranabilmekte. Bu problemin çözümü için kursların profesyonelce, iyi bir hazırlık, plan ve iyi motivasyon alanları oluşturarak yapılması gerekir. Bir diğer problem alanı ise, kurslarda öğrencilere yönelik yardımcı kaynak sayısı ve türünün azlığı hususudur. Tüm sınav süreçleri bir yarışma ve rekabet olarak görüldüğü sürece, çoklu kaynaklar rekabetin bir unsuru olarak gündeme gelecektir. Eğitim adına rekabet terimini kullanmanın yanlışlığını sürekli vurgulasak ta, her şeyin piyasaya endeksli olduğu günümüz dünyasında bu soruna çözüm bulmak yine eğitimin işi olmalıdır.  Kursların verimliliğini ve etkinliğini artırmak için farklı çalışmalarda okul yöneticilerinin, öğrencilerin ve velilerin de görüşleri alınarak kurslarda düzenlemelere gidilmesi faydalı olacaktır.

          DYK’ ların bu haliyle, iyi planlanıp uygulandığı taktirde en belirgin faydası, eğitimde fırsat eşitliğini sağlaması olarak değerlendirilebilir. Hem mali açıdan problemli aileler ve hem de kırsal kesimde çoklu eğitim desteğinden mahrum çocuklarımızı için fırsat olarak görülebilir. Başta da değindiğimiz gibi asıl mesele, eğitim sitemimizde dolaylı olarak meydana gelen ve kurumsallaşan yapıların oluşumuna engel olacak yapısal dönüşümün sağlamasıdır. Elbette bu kolay olmayacaktır. Sayın bakanımız, “Türk eğitim sisteminin çözümü çok daha kapsamlı, geniş tabanlı, farklı parametreleri ele alan bir bağlamda söz konusu olmalı. Biz eğitim sisteminin yapısal dinamikleri üzerinde yapacağımız çalışmalarla, bir dönüşümü 2023 vizyonuyla tasarlamaya gayret ediyoruz.” derken bu işin kısa vadeli olmayacağını belirtmektedir. Umarız yönetenler ve toplum olarak gelecek nesillerin adına, “eğitimin doğruları” üzerinde tartışma yapmadan, istikrarı koruyarak doğru şeylerin kararını veririz. Selam ve muhabbetle…

Zafer ÖZER-Eğitimci