Olup biteni değerlendirirken çoğu kez hep şunu söylerim. Bu kadar açık, yalın, muhkem bir olay ve durumu ya da bir gerçeği, az/çok belli bir eğitimlerden geçen kişiler neden kabullenmek istemezler. Kabullenme şöyle durusun, apaçık bir durumu/gerçeği farklı göstermek için kırk dereden su getiren sözde ünvanlı kişileri gördükçe insanın iyiye dönük tüm beklentileri suya düşüyor. Bu tür davranışların nedenlerini analiz ettikçe bilindik cevap ve ezberlerin bir kandırmaca olduğunu da fark ediyor insan.

       Son günlerde yine özellikle inanca dair yapılan bazı açıklamalar olmaya başladı. Dinde zorlama vardır, namaz kılmayan şöyle cezalandırılır diye yapılan açıklamalar hemen toplumun farklı kesimlerince tartışma alanına sokuldu. Olan şey sadece tartışmadan ibaret değil; cebelleşme ve ötekileştirmeye dair toplumsal huzuru bozanlara fırsat verilmesi. Meseleyi çözmek için azıcık (yansız) düşünme yetecek aslında. Konu gündeme gelince yıllardır çözülemeyen ve çözülmekte istenmeyen “din ve zorlama” konusunu kendi cephemden kısaca değerlendirmek istedim. 

       Meseleye üç açıdan bakılabilir. İnanılan din açısından,  özgürlük ve bireysel tercih açısından ve meri yasalar açısından...

       -Öncelikle farklı bir çağda yaşadığımızın, hiç bir insanın bir diğerinin düşünce ve yaşantısına karışılmayacağının, karışmaması gerektiğinin ve bunların yasalarla teminat alındığı bir çağ, coğrafya ve yönetsel/siyasal yapıda yaşadığımızın farkına varılması gerekir. Bu gerçeği fark edemeyenler, kendi öznel düşüncelerini hakikat belleyip, bu hakikati herkese dayatmayı marifet bellemekte oldukça mahirler. Yani bu açıklamanın böyle bir siyasal sistem içinde söylenmesi, hukuk zeminindeki oluşan sosyolojik/kültürel bütünleşme ket vurup, insanlar arasında ayrışma ve düşmanlaşmaya yol açması ve belli kesimleri tehdit etmesi ve beraberinde ötekileştirmeye neden olması hasebiyle aslında suçtur. Hukuk devletinde yaşamanın bir imtiyaz olduğunu ve bu imtiyazın tüm yönleriyle sorumluluk gerektirdiğini anlama yetisinden yoksun kişilerle ortak toplumsal bir zemin oluşturmanın imkânı yoktur. Öncelikle bunun sağlanması ve kavranması gerekir. Devlette yasama yetkisini elinde bulunduran kurullar marifetiyle ve herkesin üzerinde uzlaştığı evrensel ilkeler ışığında inşa edilen yasalar ölçü alınarak kişi ve kurumlar arasındaki ilişkiler belirlenir. Bunun adına hukuk devleti denir. Yani belli bir düşünce yapısındaki kişilerin, kendi öznel düşüncelerini genel ilkeymiş gibi, kendi gibi düşünmeyenlere (sanki herkes böyle düşünmeliymiş edasıyla) dayatmaya kalkıyorsa, orada huzur ve barış sona ermiştir. Özetle, önce yaşanılan çağ, bilinç, toplum, yönetim sistemlerini kavramak gerek.

       -Dini açıdan olayın çok yönlü yorumu olmasının yanında genel kanaat, inanç konusunda(dinde zorlama yoktur-Bakara, 256) ayetini temel ilke kabul edip, dinde hiç bir konuda, hiç bir şekilde zorlamanın olamayacağı yönündedir. Bu hususla ilgili ilahiyat alanında hakikaten yüksek müktesebatı olan kahir ekseriyetin böyle düşünmenin bile zül olduğunu söylemektedirler. Dindeki hukuk ve muamelat kısmı akaide dair esas değil….ve buna dair kabul ve uygulama yelpazesinde çeşitlilik çok fazla…(detaya girmiyorum). Bu konuda yeterince bilgim olmasına rağmen, özellikle bu işin hakiki üstatlarınca değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

       -Asıl mesele dinde zorlamanın olamayacağının insan hakkı ve onuruna saygının bir gereği olduğunu kabul etmektir. Diyelim ki, efendim namaz kılmak zorunlu…inanca dair kabul ve o inancın ibadete dair hususlarında zorunlu olursa ne olur? Bu cevap çok basit…kişi bir şeyi kendi isteğiyle değil de, otorite(erk) tarafından zorla yaptırılıyorsa, orada ikiyüzlülük başlamış demektir. Bu şu demektir; Bir şey zorunlu olarak yaptırılıyorsa sonuçta, zorunluluğa muhatap kitle/kişiler “Münafık” olmak zorunda kalacaklardır. Neticede şöyle bir temenni ortaya çıkmaktadır; -siz zorla ikiyüzlü, kişiliksiz münafıklar olun…

       O halde şu soru akla gelmekte; -Sahi sizin derdiniz ne, hani münafıklık dinimizde en aşağılık seviyeydi? Gerçekten bir dinin/inancın derdini taşıyorsanız zorlama/zorbalık gibi insanlık dışı bir davranışlara niçin tevessül ediyorsunuz? Hani piyasada dindarlığı öne çıkaran bazı esnaf/eşraf tayfasının söylemleriyle/eylemleri arasındaki tezadı görenler, bu kişilere “üç kağıtçı/sahtekar” derler ya... Bu tutum ve davranışın arka planı çok yönlü değerlendirildiğinde toplumumuza ait arızaların nedeni çok net anlaşılacaktır.

       -Her şeyden önce din, kişinin özgür iradesiyle kabul ettiği, tekil ve sezgisel bir durumdur. Yani kişinin özel yaşamıdır. Kimin neye ve ne derce inandığının ispatı olamaz. Bundan dolayıdır ki, inançlar üzerinden kamusal ilişkiler düzenlenemez. Düzenlenmeye kalkarsa, ortaya çok yönlü kişilik bozuklukları ve tahakküme bağlı zorbalıkla ortaya çıkar. Bu gerçeği bile anlayamamak ne hazin durum. Kişilerin iç dünyasıyla ilgili hiç kimsenin tasarrufta bulunma hakkı olamaz. Bu insanı aşağılamanın en dip noktasıdır. Çünkü hiç kimse(görünüşte deklere etse de) aynı tanrı tasavvuru ve inanç üzerine olamaz. Olamadığı için farklı yorumlar zorunlu olarak gündeme gelmiştir. Hangi yorumun hakikat olduğu hususunda uzlaşmanın olmadığı düşünsel yapılarda, ortak, huzur içinde bir yaşam ve kültür kurulamaz. Burada herkesin kabulüne giren evrensel ilkeler üzerinden hukuk devleti yaşamsal bir teminattır. Özetle şunu belirtmekte fayda var: İnançlar üzerinden (ya da her hangi bir gerekçeyle)  zorlama yapılmaması gerektiğini anlatabilmek/anlayabilmek için bu kadar cümle kurmak zorunda kalmak bile ne halde olduğumuzun bir göstergesidir. Hukuksal zemin dışında (hele hele inanç üzerinden yapılan) yapılan zorlamalar neyi üretir?

       Korkuyu, güvensizliği, saygı yitimini, sevgisizliği, çatışma ve tehdit içinde yaşamayı, sürekli tedirgin bir psikolojik hali, çok kişilikli güven tesis etmeyen bireyleri, her durumda gücün vaziyetine göre eksen değiştiren çok karakterli insanları, sürekli kendi içinde cebelleşen barış/huzuru olmayan, geleceğe dair beklentileri olmayan toplumsal yapıyı; kısaca, iyilik dışında her şeyi üretir. Yani insanı ortadan kaldırır…İçinde yaşadığımız yönetim sisteminin (demokrasinin) kıymetini bilmek, unutmamak ve sahip çıkmak dileğiyle, esenlikle kalınız…

Zafer Özer