Samimiyetten Uzak Hayatlarımız

Önünde fotoğraf çektirmek için can attığı otantik bir evin içinde yaşamak ister misin diye sorsan...

Tuhaf tuhaf bakar sana önce, sonra “tabi ki hayır” der, en başta soba yakmanın zorluğu gelir aklına… Sadece soba yakmak mı? O tür evlerde yaşamak çok meşakkatlidir. Çıtkırıldım insanları bünyesinde barındırmaz o otantik evler veya köy evleri.

Sevmiyoruz soba yakmayı, külünü almayı sevmiyoruz sobanın. Çatı akar arada, duvar nemlenir falan, sevmiyoruz bunları. 

Kışın soğuğunda odun kırmayı da sevmiyoruz.

Oturduğumuz yerden ahkâm kesme dışında zahmetli olan şeyleri sevmiyoruz.

Köydekiler salça yapsın, konserve yapsın, reçel yapsın biz gidip bir koşu alıp gelelim istiyoruz. Alıp gelmeyi seviyoruz. Köydekilere yardım etmek aklımızın ucundan da geçmiyor.

Sevmiyoruz çapa yapmayı, bostan kazmayı sevmiyoruz, bahçe bellemeyi de...

Sobanın başında bağdaş kurarak oturmayı seviyoruz. Sobanın çörekliğinde mısır patlatmayı, patates pişirmeyi seviyoruz, üstünde çay demlemeyi seviyoruz. Portakal kabuğu atıp sobanın üstüne, kokusunu içimize çekmeyi de seviyoruz.

Sevmiyoruz ineğe ot, saman, yem vermeyi, ineğin tezeğinin kokusunu da sevmiyoruz.

İneğe, koyuna, tarlaya, bağ bahçeye yapılan masrafa ortak olmayı da sevmiyoruz.

Gidelim, alalım, gelelim, biz keyfimize bakalım ama köylü de o rezilliği yaşamaya devam etsin, diyoruz hâl diliyle.

İnsanca yaşamak hakkımız diyoruz ama insanca yaşamayı sadece kendimiz için istiyoruz. Başkası için isterken de dilimizle istiyoruz, bedenimiz, uzaktan seyrettiği güzelliklerin müptelası.

Köylerden geçerken burnumuzu kapatıp geçiyoruz ama köyün doğal olan neyi varsa hepsini istiyoruz.

Apartmanda yaşamak bir insana iyi geliyor olabilir, insanlar apartman hayatını seviyor olabilir.

Konforundan ödün vermek istemiyor olabilirler.

Yaşamını da ona göre şekillendirmek zorunda o zaman. İstikametini de ona göre belirlemek zorunda.

Hem rahatım kaçmasın hem de rahatı kaçan hatta belki rezil bir hayat yaşayan insanların emeğine ortak olmamalı, olacaksa da bedelini ödemelidir.

Hayatını idame ettirirken insanoğlu, önünde fotoğraf çektirdiği köy evinin içindeki yaşamın meşakkatini de kabullenmelidir aynı zamanda.

Her şeyde olduğu gibi seviyor göründüğümüz ne varsa hepsini yürekten sevmiyoruz, bir kısmını göstermelik seviyoruz, riyakârca.

Bana karışma, istediğim gibi yaşayayım, istediğim gibi bir hayatım olsun hatta sen de istediğim gibi ol deyip ardından da sevdiğimizi söylüyoruz. Yapmacık hallerini yüzüne vurduğumuz kim varsa oralı olmuyor, pişkin tavırlarla geçiştiriyor olanı biteni.

Samimiyetten uzak yaşayıp, ikiyüzlü hallerimizle de insanların kalbinde yer etmek istiyoruz.

Hâl böyle olunca ne insanların kalbinde yer edebiliyoruz ne de insanlara faydamız dokunuyor…

Diken dikip toprağa, topraktan buğday hasat etme derdine düşüyoruz.

Toprak da, insanlar da bize hak ettiğimizden fazlasını vermiyor doğal olarak…

Mustafa Süs