-Efendim, dünya çapında bilim adamlarımız var….Neden onları ülkemize getirmek için bir şeyler yapmıyoruz?

     -Benimde aklımdan geçmedi değil…Ne yapabiliriz?.

      -Yurt dışında kendini ispatlamış, hatta Nobel ödülü almış hocalarımızı ülkemize çağıralım…

       -Aziz Sancar’ dan mı bahsediyorsun…O gelir mi?

      -Evet, Neden gelmesin, Nobel ödülleri her ne kadar şaibelide olsa temel bilimlerde genelde hak edene veriliyor…Bir çok bilimsel çevrelerin zaten onayını alarak seçim alanına girebiliyorlar…Üstelik Aziz Hoca, bazıları gibi ülke aleyhine beyanat veren tiplerden olmayıp, her şeye rağmen vatansever(milliyetçi) duruşunu her platformda gösteren birisi…

     -Nasıl yapabiliriz?  yani gelip bir üniversiteye hoca yapsak ne olur ki, rektör yapsak zaten adamı öldürmüş oluruz….YÖK başkanı yapsak, -el adama ve hatta kendi bize güler…..Onu ikna edecek farklı ne yapabiliriz? 

       -Mesela onların rahatlıkla çalışıp araştırma yapabilecekleri(bilim teknoloji üretebilecekleri)  bir enstitü/laboratuvar falan kurulup, “-değerli hocamız, böyle bir niyetimiz var, sizlere zamanında sahip çıkılmamış, ülke/devlet olarak hakikaten üzgünüz, bu ülkenin evlatları olarak sizin ülkemize gelmenizi ve özellikle sizin için açtığımız enstitünün başına geçip Türk çocuklarına önder olup, bilim adına/ülke adına dünya çapında araştırmalara katkı sağlamanızı bekliyoruz. Sizin gibi değerli hocalarımızın sayısının artmasını istiyoruz. Ne olur, gelin ülkemize ve enstitünün başına geçin….Bu ülke çocuklarının buna ihtiyacı var.”  Diye bir teklifte bulunalım…İnanıyorum ki, ikna olacaktır…

       -Peki o zaman bu iş için gerekli çalışmalara başlayın…Ne gerekiyorsa yapılsın.

       -Elbette sayın başkanım….İnanın ülkemiz için harika bir şey olacak…

       Bu karardan sonra Aziz Hoca ile irtibata geçilir…Aziz hoca gelen heyeti ve tekliflerini dinledikten sonra hafifçe gülümser….

       -Teşekkür ederim, zahmet edip gelmişsiniz, beni onurlandırdınız…Ben ülkem için her fedakarlığı yapmaya hazırım, laikin şu an için böyle bir teklifi kabul edemem…Elimdeki projeyi tamamlamam gerek…Projeden sonra teklifinizi yeniden değerlendirip, şartlarımı sizlere iletirim….

       -Hocam sizi yine rahatsız edeceğiz…lütfen düşünün…

       Aradan bir yıl geçmişti. Heyet yine Aziz Hocadan randevu alma girişiminde bulundu. Aziz hoca, gönderdiği mesajda, kendisinin çok yoğun çalışma içinde olduğunu, tekliflerini düşünecek zamanının bile olmadığını, eğer düşünme fırsatı olursa, onlara geri döneceğini söyledi. Ekip elbette üzgündü. Bekleme dönemine girdiler. Aradan birkaç ay geçti ve halen Aziz Hocadan bir haber gelmeyince, şanslarını yeniden denemeye karar verdiler. Zar zor iletişim kurulmuştu…çünkü adam işinden başka düşündüğü bir şey yoktu ki…Bu defa gelen heyetle görülmeyi kabul etti. Nede olsa memleket sevdalısı bir adamdı. Aziz Hoca:

      -Bakınız sizinde bildiğiniz gibi ülkemdeki bürokratik, politik ilişkiler pek iç açıcı değildi, ben ve benim gibi birçok bilim adamı kendini başka ülkelerin kucağında buldu. Adamlar işin niteliğine, yapılan işe, üretilen değere önem vermekteler. Eğer ben teklifinizi kabul edersem, bilin ki, hakikaten ülkemin geleceği için bir şeyler yapmak amacıyla geleceğim, üstelik bana her hangi bir şart konulmayacak, şartları ben belirleyeceğim…Kurulacak olan enstitünün neyin bünyesinde açılacağına ve bürokratik yapının nasıl olacağına, üst yönetimine karışmam ama, çalışma şekli, finansmanı, bütçe yönetimi, alınacak personel işinde tartışmasız tam yetki bende olacak…Bana her hangi bir şekilde müdahale edilmeyecek…Ben zaten yaptığım tüm işleri şeffaf/aleni ve nesnel ölçüler dairesinde yaparak belli periyotlarla rapor vereceğim. Ancak bu şartlarımı kabul ederseniz gelebilirim.

       -Ne demek sayın hocam….Siz yeter ki bu işe evet deyin….Bizim amacımız ülkemize hizmet etmek…Siz ne derseniz o olacak….

      Teklifin kabulü yönetim kademeleri ve ülke insanında büyük heyecan yaratmıştı. İşte…bilime, bilim adamına değer böyle verilmeliydi…Zamanında bu değerlerin kadir/kıymetinin bilinmemesi şöyle dursun nerdeyse büyük zekalarının hepsi kovulmuştu…O dönemler kapandı…diye söylenişler başlamıştı. Aradan altı ay geçmişti…Bir üniversitenin bünyesinde araştırma merkezi kurulup Aziz Hoca göreve başlamıştı…

       Aziz hoca, enstitü ile ilgili incelemeleri yapıp, gerekli donanım, personel için nelerin eksik olduğunu belirleme aşamasındayken yardımcılarına neler yapması gerektiği konusunda toplantı halindeyken kapı tık tık etti. İçeri görevli kişi girdi ve sayın Valinin hayırlı olsun demek için ziyarete geldiğini söyledi. Hoca,

      -Vali bey bizden daha önce randevu almış mıydı? Diye sordu. Görevli hayır efendim deyinde, -Vali beye söyleyin kusura bakmasın, biraz bekleteceğim, toplantı sonrası onun için on beş dakikamı ayıracağım. Dedi. Toplantı sonrası ofisine geçip, Vali beyle görüşme faslına geçti. Bu ara dışarıya baktığında valiyle beraber onlarca adamın geldiğini, enstitü bahçesinde sanki bir yangın müdahalesi kalabalığı(araç görevliler vs.) olduğunu gördü. Vali bey kısa bir hayırlı olsun temennisi ve ardından kısa bir ikram faslı sonrası Aziz Hoca’ nın baştan yaptığı onbeş dakika hatırlatmasına uyup müsaade istedi. Aziz Hoca da hemen laboratuvara geçerek çalışmalara devam etti. Herkes bu olaya şaşırmıştı. Memleketin koskoca valisine böyle mi davranılırdı. Adam vali ya hu….İstese bölgesine bile katmaz” gibi …söylenişler dikkatten kaçmadı.

       Bu ara hoca, gerekli ekipman ve malzemeler için daha önce görüştüğü ve yaptığı işte profesyonel olduğunu bildiği işletmelerden bir takım siparişler veriyordu. Bu süreçte kendi ekibini kurup araştırmalarına devam ediyordu. Çalışma ortamında, çalışma saatleri içinde her hangi bir ziyaretçi kabul etmeyeceğini söyleyen Aziz Hocayı görmek isteyenler bir hafta önceden ve konuşma içeriğiyle ilgili ön bilgi vererek görüşebiliyorlardı. Bir hafta sonra parti il başkanı ekibiyle birlikte Aziz Hocayı görmek için randevu istemişti. Randevu verildi ve bir hafta sonra çalışma bitimince bir vakitte ziyarete geldiler. Randevu için on beş dakika ayırdığı daha önceden söylenmişti. Başkan gelip Aziz Hocayı ziyaret etti ve hayırlı olsun dileklerinde bulundu. Vakit bitince ayrıldılar.

       Aziz Hocanın bu denli dakik ve kurala bağlı olması ve istenildiği zaman kendisiyle görüşülememesi ister istemez güçlü politik ve bürokratik bağı olanları biraz rahatsız etmişti. Üniversite rektörü bile onunla pek görüşemiyor ve hatta bütçe yönetimi ve personel alımında kendisine hiç danışılamaması da rahatsız oluyordu. Bunun yanında aylık toplantılarda birlikte oluyor, yapılıp edilenden Aziz Hocadan bilgi/brifing alıyordu. Her şey mükemmel işliyordu.

       Bir gün Aziz Hoca, rektöre uğrayıp –efendim bana moleküler kimyada şu alanlarda çalışma yapmış, kendini ispatlamış, doktora ve ileri düzeyde yabancı dili olan eleman lazım, bunun için ilan vereli ve müracaatları değerlendirelim dedi. Hemen ilan verildi…ve müracaatlar başladı. Seçici kurulun oluşumunda yine Azizi Hoca vardı. Kendisi de kuruldaydı. Yazılı sınav sonrası bilim dalı ve dil barajını en üst derecede aşan üç kişi mülakata çağrıldı. Mülakat sürece başladı. İçlerinden birisi ülke yönetiminde söz sahibi etkili kişilerden birinin yakınıydı. Aziz Hoca üç kişiyi kurulla birlikte değerlendirip bir isim üzerinde anlaştı. Anlaşılan isim o üst yönetime yakın olan değildi. Mülakat arasında rektör Aziz Hocaya yaklaşıp, -efendim şu şahıs, falan falanın akrabası ve davaya gönül verenlerden…cv si burada, yukarıdakiler bunun alınmasını istediler, diye kısa bir açıklamada bulundu ve ayrıldı. Aziz Hoca şaşkındı. Neyse…ertesi gün alınacak elemen açıklandı. Tabi ki, hak edendi…Bunun üzerinde yukarılardan rektör aranmaya ve fırçalar atılmaya başladı. Rektör de doğal olarak- efendim Aziz Hoca böyle istedi, ben hak edeni alırım dedi, gibi savunmalarını yaptı. Bu olayla ilgili Aziz Hocaya kimse direk bir şey söyleme cesaretini gösteremedi.

       Aziz Hoca her şeyi olması gereken ve yasal prosedür gereğince yapmaya devam ederken, bölgenin ileri gelen tüccarları, -efendim enstitüye falan falan malzemeler alınıyor, bu malzemeleri bizde üretiyoruz, Aziz Hoca neden bizden almıyor gibi yakınmalar başladı. Bu kişilerin ürettikleri malzemeler Aziz Hocanın talep ettiği nitelik ve standartta değildi. Bunu kendisi de açıklamıştı. Üstelik alımlarda teknik şartnamelere uyan firmalar arasında en uygununa karar veriliyordu. Yerel ve güce yakın firmalar ise, -efendim bizim malımızı bilerek almıyor, Aziz Hoca bizi ciddiye almıyor, bu işte bir bit yeniği var, diye yaygaraya yavaş yavaş başlamışlardı. 

       Bu süreçte çalışma sonrası ara sıra Aziz Hocayı ziyarete gelenler eksik olmuyordu. Gelen ekipler ya teknik bir hususu müzakere etmek ya da benzer bir konuda fikir alış verişi için geliyorlardı. Her gelen heyet rektöre uğramıyor, ancak rektör bu trafiği penceresinden izliyordu. Aklından, -Ya hu bu üniversitenin rektörü benim, ayıp be…heyetler önce bana uğraması gerekmez mi? Aziz Hoca da çok olmaya başladı. Bu durumu yukarılara ileteceğim” gibi düşünceler belirmeye başladı… Ama karşısındaki koskoca Nobel ödüllü ve üstelik özel ısrar üzerine gelmiş biriydi…Adam memlekete fayda için buradaydı…

       Aziz Hoca kendi dünyasında ekibiyle birlikte araştırmalarına devam ederken, çevre/güç faktörleri hafiften hafiften serzenişlere ve hatta dedikodulara başlıyordu.

       -Tamam hoca iyi de, bizi hiç gördüğü yok…geçen ki, ihaleyi yine bizim sevmediğimiz ve hatta falan falanlara yakın kişilere vermiş. Ürünleri yine oradan almış…o adamlar bizim kadar vatan sevdalıları mı ki hep onlara para kazandırıyor bu adam….

       Aziz Hocanın bu tavırlarından ancak, onun üzerinden itibar ve para kazanamayanlara rahatsız oluyordu. Bölgenin tüccarları, üniversite yönetimi ve hatta personel alımında salt liyakati esas alan uygulamalar daha yukarıları (pek seslenemeseler de) rahatsız etmeye başlamıştı. Personel alımıyla ilgili olarak yine birkaç problem gündeme gelmişti. Doktorasını yapmış birkaç kişiyi üstelik yukarıdan (–bunun alınmasını istiyoruz) denilmesine rağmen yetersiz görülerek alınmayışı, birilerini cidden rahatsız etmeye başlamıştı.

       Bu ara uluslararası akademik/bilimsel kulvarda önemli başarılarda gelmeye başlamıştı…lakin daha işin başındaydılar…Yapılacak daha bir çok şey vardı. Ancak, Aziz Hocanın hakkında tartışma ve yaygaranın şiddeti her geçen gün artmaya başlamış, Aziz Hocaya yönelik dedikodular etrafa yayılmaya başlamıştı. Dedikodulara bakıldığında,

       -Aziz Hoca üstelik düşünsel olarak pek bizim çevremize yakın bir insan değildi…Tamam Nobel almış almasına da…, alsa ne olacak…bu adam pek memleket sevdalısına benzediği yok….Bakın, Orhan Pamuk’ da Nobel almıştı…Ona ülkeyi kötülediği için bu ödül verilmişti. Adamlar boşuna ödül vermiyorlar ki…Oradan işi bilen vicdanlı biri atıldı…

       -Nobel ödüllerinde, temel bilimlerde pek politika güdülmüyor galiba…Çok haksızlık yapmayalım. Adam, bizim işimize gelmeyecek kadar fazla dürüst…

      -Sen de adamı savunma…Her şey bilim değil…Asıl maneviyat lazım. Adamı savunmaya kalma sende…

       -Tamam kızmayın, bir şey dediğim yok….ama azıcık vicdanlı olalım.

       -Geçen …yakın üstelik davamıza gönülden inanan, çilesini çekmiş, doktorasını yapmış falanı ekibine onca söyleme ve ısrara rağmen almamış…Bu gencimiz çok başarılı idi…Onun yerine falanı almış….üstelik bizim düşünceden değil…bu memlekete ne çektiyse bu düşünceden çekmedi mi, Aziz Hoca yanlış yapıyor….

       Günler birbirini kovalarken Aziz Hoca kendi bildiği ve planladığı doğrultuda çalışmalarına devam ederken kendisi hakkındaki dedikodu ve serzenişlerden önceleri haberdar değildi. Ta ki, kendisiyle ilgili serzenişlerin/dedikoduların medyaya/gazetelere yansımasından sonra ilk tepki olarak sadece şaşkınlık yaşadı. Neler oluyordu… Ülkesi için bir şeyler yapmaya çalışan bir bilim adamından neden rahatsız olunur ki… deyip umursamadı. O çalışmasına devam etti. Bir gün rektör bey kendisiyle konuşmak istedi. Uygun bir zamanda rektör beyin yanına gitti. Rektör bey, ön muhabbetten sonra:

       -Sayın hocam… Bilirsiniz sizi seviyoruz. Ama bazı konularda bizim görüşümüzü ve yukarıdan gelen talepleri de ciddiye alsanız derim. Çevremizde bazı dedikodular çıkmaya başladı. Bunlar elbette boş şeyler…lakin biraz da bizi anlasanız…Bazı isteklerimizi yerine getirseniz, Örneğin …..bakanımız senin ekipte …falanın da olması yönünde bir isteği var. Ne olur bu elemanı alıverseniz kıyamet mi kopar… Üstelik ödeneklerimiz yukarıdakilerin inisiyatifinde…gibi diyalogdan sonra Azizi Hoca,

       -Rektör bey, benim ekibime alış usul ve şartlarım belli. Lüzum hasıl olursa, belirlediğimiz kriterlere uyanların alımını yapabiliriz. Sayın üst yetkilimiz neden böyle bir talepte bulunuyor ki… kendi işyeri olsa, ihtiyaç duymadığı adama istihdam sağlar mı? Üstelik alımlarda da belli isimlerin olmasını söylemiştiniz. Yani beni özellikle ve ülke sevdasıyla yandığını söyleyerek çağıran, enstitüyü kuran birileri benden neden böyle haksız/hukuksuz bir talepte bulunur ki… anlamakta zorlanıyorum…

       -Valla hocam ben yukarıdan ve çevreden gelen tepkileri söyledim… Ne olur beni anlayın…

       -Teşekkür ederim… Çıkabilir miyim, bir rapor yetiştirmemiz gerekiyor… Üstelik yeni öğrenciler gelecekti, onlarla dersimiz olacak…

       -Tabi ki…

       Aziz hoca odadan ayrıldıktan sonra çalışma odasına geçti. Bir yandan da genç bilim adamlarıyla çalışırken, bazı bilimsel çalışmalara da önderlik ediyordu. Yakında bilim dünyasına ezberleri bozacak yeni bir teoriyi açıklamanın hazırlığı içindeydiler. Çalışmalar son aşamaya gelmiş, lakin bir hususun tamamlanması ve bunun içinde talep edilen ödeneğe ihtiyaç vardı. Hazırlıklar son aşamaya gelmiş, ödenek bekleniyordu. Bu süreçte diğer hazırlıkların tamamlanması işiyle uğraşılıyordu.

       Bu sırada Aziz Hocanın dışında yerel politik unsurlar kendi aralarında, arka mahfillerde Aziz Hocadan rahatsızlıklarını dillendirirken, bir takım dedikoduları piyasaya sürmeye hazırlanıyorlardı.

       -Tamam anladık… Dünya çapında hocadır… Ama adamın maneviyatı bize benzemiyor ki… Önce maneviyat gerek…

       -Öyle, öyle….ayrıca, yaptığı işlerden bizim bir kazancımız olmuyor ki…Biz bu muhitin adamlarıyız, bir alım yapılacaksa, bizim adamlarımızdan alınsın ki güçlenip davaya daha fazla hizmet edelim… Efendim, bizim ürünler onun istediği standartta yapılmıyormuş…ne var yani…yok yok….onun amacı farklı…adamın düşünce dünyası bizden olmayınca, kendine yakınları tercih ediyor….

       -Üstelik, büyüklerimizin taleplerini de yerine getirmemiş… Şuna bak hele…Geçenlerde bir bakanın oğlunu işe almamış…Bu nasıl olur…seni buraya getirenler kimler…

       -Yok abi ya…bu adamdan bize fayda gelmez…hem bu adam namazda kılmıyormuş…

       -Nasıl namaz kılsın ki…adamın inancı da şüpheli….

       -Bu adam hangi akılla ülkeye çağrıldı ki….Bizim dünya görüşümüzle aynı değil…

       -Şey bunun kardeşi mi akrabası mı vardı…adam terörü destekleyen bir partide değil miydi…

       -He ya….daha ne bekleriz ki…bu adamın ülkede durması bile sakıncalı…Hemen büyüklerimize bu durumları iletmemiz gerek….

       -En doğrusu bu….Yarından tezi yok…bu konuları medyaya da verelim…

       Aziz Hoca olup bitenden habersiz yoluna devam ederken, gelecek olan araştırma ödeneğinin iki haftadan beri gelmediğini fark etti. Hemen rektörle görüşüp durumu iletti. Rektör, hocam bilmiyorum…biz sorayım dedi….Ertesi gün rektör Aziz Hocaya döndü ve ödeneğin iptal edildiğini söyledi. Aziz Hoca afallamıştı. Nasıl olur, iki ay sonra araştırma sonucumuzu rapora bağlayıp, yeni bir teorinin dünya kamuoyuna sunumunu yapacaktık. …Bu ülkemiz için olağanüstü bir şey…Rektör, -hocam bilemiyorum…bilirsiniz ben sadece aracı gibi bir haldeyim…diyebildi.

       Bu konuşmadan sonra odadan çıkıp araştırma merkezine yönelen Aziz Hocayı farklı bir sürpriz bekliyordu. Masaya konan gazetede, -Aziz Hocanın enstitü için yaptığı alımlarda ihale usullerine uymadığı, ekibini hep kendi belirlediği kişileri ve akrabalarını aldığı, ….haksızlık yaptığı, ülkeyi düşünmediği….gibi bir çok şeyden dolayı araştırma ödeneğinin kesildiği yazıyordu. Aziz Hoca beyninden vurulmuşa dönmüştü. Neler oluyordu….Hiç bir anlam veremiyordu bu olup bitene….

…….

      Aradan bir yıl geçmişti…

       Rektör Aziz Hocanın kapısını çaldı… Aziz hoca:

      -Buyurun,  demesinin ardından içeri girdi.

      -Hocam tüm hazırlıklar tamam, basın toplantısı için salonda beklenmektesiniz. Yeni teorinizi dünya kamuoyuna duyurmanın heyecanı şu an tüm salonu kapladı. Herkes sizi bekliyor…

       -Hazırım sayın rektör….Gidelim

       -Efendim, önden buyurun lütfen…

        Aziz Hoca, Kuzey Karolina Üniversitesindeki odasından çıkarak, basın toplantısının yapılacağı odaya doğru yürürken yedi ay önceki rektörle olan konuşması bir an aklına geldi ve gitti.  Koridordan yürümeye devam etti, salona adımını atar atmaz, salonda bulunan ülkenin bilim adamları ve yetkili kişileri onu ayakta alkışlamaya başladı. Aziz Hocanın gözünde hafif bir nemlenme oldu…yüzüne bir hüzün kapladı. İçinden dedi ki:....

……

Not: Bu öyküdeki kişi ve kurumlar tamamen hayal ürünü olup, latifeden ibarettir.