Terör, Türkiye’de uzun yıllardan beri, kronik bir sorun olarak inanılmaz acılara sebep oldu ve halen daha olmaya devam etmektedir. Ülkemizde, 70’li yılların sonlarına doğru, metropollerden kırsala kadar, ciddi güvenlik yoksunluğu yaratan ideolojik kökenli terör olayları yaşandı. Sonrasında ise, kuruluşu 1968 yılına kadar uzanan, terör örgütü PKK, 15 Ağustos 1984’de, Siirt’in Eruh ilçesinde, ilk silahlı terör eylemini gerçekleştirerek bölgesel bir sorun olarak ortaya çıktı. İlk yıllarında, örgüt, aşırı sol örgütler içerisinde küçük bir oluşum şeklinde kendine yer buldu. Kendi yörelerinde yaşayan masum köylülere saldırarak, beşikteki bebekleri katlederek, yol keserek, adam kaçırarak, tamamen Kürt nüfus üzerine eylemlerini yoğunlaştırdı. Terör örgütünün ideolojik yapısı, sosyalist ve ateist bir sistem üzerine inşa edildi. PKK, Kürdistan İşçi Partisi olarak kurulduğu için, diğer ülkelerdeki sosyalist yapılanmaların; işçi, emekçi, sınıf, devrim, özgürlük gibi sloganlarını kullanması ve siyasi rezervlerinden yararlanmasını, doğal bir süreç olarak değerlendirmek gerekir. Örgüt ideolojisindeki kökleşme, gücünü, bu siyasi ekolün yapılanmasından nemalanarak elde etti. Süreç içerisinde saldırılar asker, polis ve devlet memurlarına saldırı şeklinde devam etti ve halen daha devam etmektedir. Sorun bölgesel olmaktan çıkıp, ülke genelini de içine alan, hatta komşu ülkelerle de sorun teşkil edecek hale geldi. 

PKK’nın ilk eylemleri incelendiğinde, genellikle Kürt halkına yönelik olduğu görülmektedir. Kürt halkının haklarını savunmak için ortaya çıkan bir örgütün, Kürt halkını katletmesi çelişki olarak ele alındı ve sert tepkilere neden oldu. PKK’nın Kürt halkına yönelik şiddet eylemlerinin nedeni, Türkiye Cumhuriyeti ile girdiği alan hâkimiyeti, mücadelesidir. İlk aşamada, PKK, Kürt halkına propaganda yaparak, onların desteğini almaya çalışmak yerine, şiddet uygulayarak, katliam yaparak ‘Burada Türkiye Cumhuriyeti devleti yoktur’ mesajını vermeye çalıştı. Bölgede, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kendine rakip olarak lanse etti ve devleti tanımadığını ilan etti. Bölge halkını, kendi hâkimiyetini kabule zorlamak amacıyla, şiddeti seçti. Bu mesaj, o zamanki devlet adamları tarafından doğru okunamadı ve köy korucusu, uygulamasına geçilerek, PKK’nın alan hâkimiyeti politikasını kökleştirmesine zemin hazırlayan politikalar uygulandı. Aslında, o dönem işbaşındaki hükümetlerin söz konusu yanlış politikaları, bölgedeki vatandaşı terör tehlikesine karşı koruma acziyetini alenen ikrar mahiyetindedir. Kendi vatandaşını kendi eliyle koruyamayacağını kabul eder şekilde, yöre halkından taşeron kişiler vasıtasıyla para karşılığı ‘köy koruculuğu sistemini’ kurmuş; bölge halkını kendi sorunlarını kendisi çözmek üzere, terör örgütü ile başbaşa bıraktı. Bu süreçte, her ne kadar kırsalda resmi silahlı mücadele devam etse de, özellikle küçük çaptaki yerleşim alanları kontrolden çıktı. Bu aşamada, alan hâkimiyeti hemen kaybedilmese de, devletin varlığı, etkisi ve gücü tartışma konusu oldu. PKK, bölge insanının güç merkezli yapısını bildiği için, sürekli olarak güçlü olduğu mesajını vermeye çalıştı. 

PKK, ikinci aşamada saldırılarını, devletin alan hâkimiyetini etkili olarak ortaya koyduğu kamu hizmetleri üzerine odakladı. Devletin hizmetlerine yönelik saldırı, sabotaj kundaklama ve protesto yaparak etkisiz hale getirme çabaları, KCK örgütlenmeleriyle geniş bir taban desteğine dönüştü. Devletin, alan hâkimiyetinin en önemli göstergelerinden birisi de, hiç şüphesiz eğitim kurumlarıdır. PKK bu aşamada, eylem yaparken, eğitim kurumlarını, okulları görmezden gelmesi söz konusu değildi. Alan hakimiyeti bağlamında, hâkim ideolojinin öğretildiği okullara yönelik saldırılar, okul yakma ve öğretmenleri katletme şeklinde uygulandı. Bu eylemlerin sonucunda, bölgeye eğitim hizmetlerinde istihdam edilmek üzere ataması yapılan bazı öğretmenlerin, terörü gerekçe göstererek gitmemiş olması, bölgede öğretmen açığının tüm önlemlere rağmen kapatılamamasına neden oldu.

PKK, hem ulusal hem de uluslararası bağlamda, suç sayılan dünyanın en büyük “çocuk istismarı” yapan terör örgütü unvanını kazandı. Örgüt, 10 yaşından küçük çocukları, ailelerinden koparıp dağa kaçırmakta ve terörist olarak yetiştirilip, eylemlerde kullanmaktadır. Okullar, çocuklar için bir yuva, onları çevrenin tehdit edici, engelleyici, sömürücü yapısından koruyan özel bir kurumlardır. Bu açıdan, PKK eğitim kurumlarını susturmak, etkisiz hale getirmek ve değersizleştirmeye çalışarak, amaçlarına ulaşmaya çalışmaktadır. Bu aşamada, öğretmen ve okul yöneticilerinin, örnek davranışları, çocukların yaşamını kurtarmaya, onları geleceğin bilim dünyasının emekçisi yapmaya dayalı özverili çabaları, PKK tarafından engellenmektedir. PKK’nın süreç içerisindeki ideolojik yapısı incelendiğinde, ideolojik temellerinden uzaklaşmaya ve farklılaşmaya başladığı görülmektedir. PKK, bu yönüyle, devrim yapmak, sömürülen halklara yardım etmek için yola çıkan, daha sonra CIA, MOSSAD, FBI gibi gizli örgütlerin tetikçisi olan Çakal Carlos’a benzemektedir. PKK şu an itibariyle Orta Doğunun en büyük taşeron örgütü kimliğini taşımaktadır. Yasadışı diğer örgütlerden ya da Irak, Suriye petrollerinden pay almaya çalışan, sözde insan hakları ve demokrasi nutukları atan ülkelerin, silahlı eylemlerini yapmakta, silah tüccarlarına pazar yaratmaktadır. Bölgede sigara, petrol, uyuşturucu ve elektronik eşya kaçakçılığı, örgütün gelir kaynaklarını oluşturmaktadır. Örgüt son yıllarda, kamu ihalelerinden haraç alan, vergi toplayan ve mahkeme kurarak, ceza keserek, kendisine meşruiyet zemini oluşturmaya çalışmaktadır. Bu aşamada, Kürt halkının sömürüldüğü tezi işlenmekte, devleti sömürmenin, devletin sırtında asalak olmanın, gayri meşru yolla gelir elde etmenin, meşruiyeti vurgulanmaktadır. PKK’nın eylemlerini tasvip etmeyen, devletle çatışmaya girmeyen kişilerde, devletle işbirliği yaptığı gerekçesiyle hunharca katledilmektedir. Bölge halkının ödememekte ısrar ettiği elektrik, telefon ve su faturası, PKK’nın diğer kalemlerden elde ettiği gelirlerle kıyaslandığında, devasa bir farklılığın olduğu görülmektedir. Kısacası, PKK bölgede büyük bir değer kaymasına, ahlaki dejenerasyona neden olmaktadır. Öğrencilere, ülke genelinde kazandırılmaya çalışılan genel evrensel değerleri öğretmeyi amaçlayan eğitim kurumları, PKK tarafından potansiyel tehlike olarak ele alınmaktadır. PKK terörü etkisiz hale getirildikten sonra bile, bu dejenerasyona, bölgede önemli çatışmalara ve yıkımlara neden olacağı çok bariz bir biçimde görülmektedir. Eğitim kurumları, tematik olarak değerler üzerine yeniden odaklanmalı, yapılandırmacı bir anlayışla, değerler kazandırılmaya çalışılmalıdır. Özellikle, seçici dürüst davranışların içsel çelişkisi gösterilmeli, öğrencilerin değer bağlamında, mantıksal çıkarımları yapması sağlanmalıdır. Öğrencilere önce değerler öğretilmeli, daha sonra roller kazandırılmalıdır. Bu değerlerin içselleştirilmesi, yaşam biçimi haline dönüşmesi ve hayatın her aşamasında etkisinin hissedilmesi sağlanmalıdır. Kalıplanmış insan tipi yerine, gelişmiş insan tipi, davranışları ve eylemleri başat değer olmalıdır. PKK’nın yanlış bilgilendirmesi neticesinde oluşan bilgi kirliliği düzeltilmeli, davranış değişikliğinin, doğru bilgi ile sağlanacağı ihmal edilmemelidir.

PKK’nın hedeflediği insan tipi ile okullarda öğretilen, öğrencilere kazandırılmaya çalışılan bilgi, tutum ve davranış arasında fark vardır. Okullar, iyi insan, iyi vatandaş yetiştirmeye çalışırken, PKK devlete isyan eden, karşı çıkan ve eşkıyalık yapmaya özendirilen gençlerden ve çocuklardan oluşan bir gelecek tasavvur etmektedir. Bu açıdan konu ele alındığında, okullarda eğitilen ve istendik davranış kazandırılan her birey, PKK’nın potansiyel militanı olmayacaktır. Okula giden, eğitilen ve temel beceriler kazandırılan birey, insan hakları, demokrasi ve çağdaşlık gibi kavramları kullanmaya başlayacağı için PKK propagandası amacına ulaşamayacaktır. Eğitim, uygulanan haliyle, terörle mücadelede önemli ve etkili bir unsurdur. İlkokul, ortaokul ve lise programları incelendiğinde, programın etnik değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı teması üzerine hazırlandığı, birliği, bütünlüğü, eşitliği, adaleti, katılımcılığı, insan hakları ve demokrasiyi vurguladığı görülmektedir. Sosyal bilgiler ders içeriği yeniden düzenlenerek, daha çok vatandaşlığı kapsar niteliğe dönüştürülmesi gerekmektedir. Bu süreçte, öğrencilerin yaşama ilişkin algıları, geleceğe ilişkin beklentileri ve değerleri değiştirilmelidir. Öğrencilerin karma gruplarla etkileşmesi sağlanmalı, farklı kültürleri tanıma ve iletişim kurma becerisi geliştirilmelidir. Bu aşamada, öğrencilere sorunları anlama, algılama, tanılama ve çözme becerisi kazandırılmalıdır. Eğitim yoluyla şiddetten uzak, sevgi ve hoşgörü merkezli bir kimlik geliştirmesine yardım edilmelidir. Özellikle kıyaslama yapma, vatandaşlığın Kürt toplumuna sağladığı faydalar, eşitlik ve adaletin, kalkınmanın, üretmenin temel bileşenleri, kuram ve uygulama bağlamında ilişkilendirilerek kazandırılmalıdır. Bu aşamada, din eğitiminden de yararlanılması gerekir. 

Okullarda yürütülmekte olan eğitim-öğretim faaliyetlerine paralel olarak, okullarda göndere bayrak çekilmesi, İstiklal Marşı’nın okunması ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı kavramlarının ve değerlerinin öğretilmesi, PKK açısından sıkıntıya neden olmakta ve öğrencilerin eğitim hakkı ve hürriyeti engellenmeye çalışılmaktadır. Çoğu zaman, teröristler, okullara kadar gelerek, öğretmen ve okul yöneticilerini; bayrak çekmedikleri, İstiklal Marşı’nı okutmadıkları ve devletin propagandasını yapmadıkları sürece, kendilerine dokunmayacaklarını ifade etmektedirler. Zaman zaman da, okullara gelip PKK propagandası yapmaktadırlar. Bu olaylara tepki vermeyen, veremeyen, korkan, çekinen ya da onlarla birlikte hareket eden öğretmen ve yöneticiler de bulunmaktadır. Öğrenci Andının kaldırılmış olması, terörle mücadelede etkili bir değişken olamayacağı açıktır. Hâlbuki Öğrenci Andındaki Türklük vurgusu, ırkçı bir anlayışın değil, anayasal vatandaş algısının ifade şeklidir. 1982 Anayasa’sının 66. maddesinde: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türklük bir etnik kimlik değil, vatandaşlığın, birlikteliğin ve üst kimliğin adı olarak vurgulanır. Türklük bir mozaik değil bir ebrudur. Mozaik, kırılıp parçalara ayrılabilir. Ancak, ebru, neresinden dokunulursa dokunulsun, bütünlüğünü korur ve özgün bir birliktelik sergiler.

Resmi eğitim kurumlarında, anadilde eğitim ve çift dilli eğitim gibi talepler zaman zaman gündeme getirilmektedir. Bu talepler, kesinlikle kabul edilmemelidir. Çünkü talep edilen dilin kelime dağarcığı, gramer yapısı ve yazılı kaynakları oldukça yetersizdir. Söz konusu durum, eğitim alanında yaşadığımız kaos ve çıkmazı daha da artıracak ve kalite sorunlarının yaşanmasında etkili rol oynayacaktır. Eğitim-öğretim dilinin Türkçe olduğu, farklı dilleri öğrenmek isteyenlerin, açılacak kurslarla bu dilleri öğrenebilecekleri, burada bir sorunun olmadığı vurgusu yapılmalıdır. Herkes istediği dili öğrenmekte özgürdür. Uluslararası sınavlardaki skorlarımız incelendiğinde, ana dilde ya da çift dilli eğitimin Türk eğitim sistemini elli yıl daha geriye götüreceği açıktır. Ayrıca, kendisini farklı kimlikte gören onlarca etnik yapının benzeri talepleri, üniter yapımızı, bütünlüğümüzü ve gücümüzü olumsuz yönde etkileyecek nitelikte olacağı düşünülmektedir.

Sonuç olarak, teröre rağmen, okullarda eğitim ve öğretime devam edilmesi gerekir. Devlet, terör örgütüne yardım ve yataklık edenlere karşı, hukuk içerisinde mücadele etmeli, eğitim kurumlarındaki eğitim-öğretim faaliyetlerini engellemeye yönelik faaliyetler, affedilmemelidir. Bu süreç, üniversiteye kadar tüm eğitim kademelerinde kararlı bir biçimde uygulanmalıdır. Disiplin yönetmeliklerinde yapılacak radikal düzenlemelerle, bu kararlılık gösterilmeli ve teröre destek olanların, öğrencilik hakları askıya alınmalıdır. Tüm bu süreçlerde, önlemsel yöntemler işe koşulmalı, sorun ortaya çıkmadan önce çözülmelidir. Öğrenci olaylarının sinerji yarattığı, grup dinamiğine dönüştüğü ve gruba itaat şeklinde kimlik kazandığı kabul edilirse, öğrenci olaylarında Zimbardo’nun “Kırık Cam Kuramı” etkili olarak kullanılmalıdır. Bölgede “Gençlik Merkezleri” kurulmalı, sportif ve kültürel faaliyetler artırılmalıdır. Okullarda “boş zaman aktiviteleri” etkili bir biçimde düzenlenmeli, öğrencilerde vatandaşlık algısı ve sorumluluğu kazandırılmalıdır. Yatılı eğitim veren kurumların, denetimleri yapılmalı, bölücü faaliyetlerin oluşumu engellenmelidir. Bölgeye genç ve deneyimsiz öğretmenler ve yöneticiler değil, deneyimli ve liderlik becerileri üst düzeyde gelişmiş öğretmen ve yöneticiler gönderilmelidir.

Eğitimin üst hedefleri, felsefesi ve değerleri, yaşam biçimine dönüştürülmelidir. Manga türü örgütlenmelerin oluşumu desteklenmeli, bu örgütlenmelerde liderlik yapacak öğretmenler, özenle seçilmelidir. Terörün yoğun yaşandığı bölgelerin dışında, özellikle ortaöğretim düzeyinde, “eğitim bölgeleri” oluşturulmalıdır. Okul – veli işbirliği kurulmalı, çocukların eğitim-öğretim ve terörle mücadele sürecinde ailelerin desteği sağlanmalıdır. 18 yaşından küçük çocukların, terör örgütü tarafından eylemlerde kullanılması halinde, yapılacak yasal düzenleme ile kanuni sorumluları, cezai müeyyideye tabi tutulmalıdır. Özellikle anne ve babalara bu sorumluluk iyi bir biçimde anlatılmalıdır. Teröre destek olan ailelerin çocukları, terörden ve tehlikelerden korumak amacıyla, devlet tarafından ailelerin elinden alınmalıdır. Okulların ve öğretmenlerin can güvenliği, güvenlik kuvvetleri tarafından mutlaka sağlanmalıdır. Ne var ki; burada göz ardı edilmemesi gereken en önemli nokta, sadece güvenlik kuvvetleri ile eğitim-öğretim faaliyetlerinin sürdürülemeyeceği gerçeğidir. Okula çocuklar değil, yetişkinler, yöre halkı, veliler sahip çıkmalıdır. Çocuklarını aydınlık, umut dolu yarınlara yetiştirmek için en garantili yolun okul olduğu ve eğitilmiş evladın, ailesine, vatanına, milletine yapacağı katkı, yetişkinlere yönelik düzenlenecek eğitimler ile kazandırılmalıdır. Kız çocuklarının okullara devamları sağlanmalı, teşvik politikaları artırılmalı, eğitimin ailede ve anne ile başladığı gerçeği göz ardı edilmemelidir. Çocuk istismarı, çocuk işçiliği ve çocuğa yönelik şiddet, yasal düzenlemelerle engellenmelidir. Yapılacak yasal düzenlemeler, caydırıcı özellikler taşımalıdır. Sağlıklı, huzurlu bir hayat ve aydınlık bir gelecek için devletin ve milletin gerekli olduğu ifade edilmelidir. İç savaş yaşayan toplumların yaşadığı travma, mülteci olayları, yıkımlar ve kıyıya vuran cesetler örnek olarak sunulmalıdır. Tüm eğitim-öğretim süreçlerinde ana tema, “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlığı” olmalıdır. Tarihi, dini, kültürel ve ekonomik paylaşımlar vurgulanmalı, ayrıştırıcı, çatıştırıcı ve kırıcı paylaşımlardan uzak durulmalıdır.