TEK YÜREK OLABİLME/ ÖZLENEN MANZARA
           Tarihe tanıklık etmek; yüz yıl ileriden şimdiye bakabilmek, alışılmışın dışında bir heyecan. Ülkem 15 Temmuzdan 23 gün sonra yani 7 Ağustos günü tarihinde hiç görmediği, kelimenin tam anlamıyla mahşeri bir kalabalığa tanıklık etti. Bu mahşerî kalabalık, kemiyet açısından tarihte hiç benzeri olmadığı gibi; oluşumundaki mana dikkate alındığında keyfiyet açısından da benzeri olmayan bir birliktelik olarak dünya tarihine geçti. Böyle bir millete mensup olmak hakikaten onur verici bir hal.

          Tarihe şahitlik ediyoruz. Tanzimat dönemini de katarsak batı karşısında oluşan yenilgi psikolojisi karşısında ayağa kalkmaya çalışan bir milleti tökezletme gayreti her daim devam etmiştir. Milli mücadele sonrası Anadolu coğrafyasına sıkıştırılan insanımızın genlerinde olan özgürlük/bağımsızlık özelliği ile hak ve adalet mefkûresini ortadan kaldırmak için şeytani hile, desise ve hainliklere başvuran emperyalistlerin oyunları hiç bitmedi. 

         Zayıf noktalarımızı bilen şeytani güçlerin başarılı olduğu elbette birçok husus oldu. Düşünce ve inanç dünyamızın referans noktalarında fitne, fırka vs.  gibi şeytani alanlarla ilgili olarak sürekli uyarılar olmasına rağmen  kendi iç çekişme ve ayrışmalar birileri tarafından hep etkili şekilde kullanılmıştır. Kendi iç meseleleri ya da uydurulan sanal meselelerle uğraşıveren bir toplumun ileriye yönelik hamle yapması elbette pek mümkün olamamaktadır.

          Bir çok noktada ortak paydası alabildiğince fazla olan Anadolu insanının yeniden hamle yapmasına mani olmak için, inançsal yönelim ve yorum farkları ile sanal ayrışmalar oluşturmak suretiyle ideoloji, mezhep ve etnik alanlarda birbiriyle cebelleşen bir toplum haline getirmek için yeteri kadar zayıf noktalar bulabilmekteydi şeytani güçler. Neticede, mezhep konusunda birbirini tekfir eden, politik alanda muhalif olmadan daha öte giderek, karşı cenahı düşman görme gibi bir travmatik davranışlar geliştirmeye başlamıştık.  Oysa, bizim bu halimiz sadece bizim dışımızdakileri sevindirmekten öte bir fayda sağlamamaktaydı.

         En son olarak, kendini hizmete adadığını söyleyerek, İslami söylem ve bu söylemler içerisinde Risale-i Nur camiasının çizgisini benimsediğini söyleyen bir taşra imamı, sürekli ajitasyon ve ağlama ile metafizik hezeyanlarla milleti kandırarak emperyalist patronların tezgâhına dahil olup, sistematik olarak devleti ele geçirme projesini icraata koydu. Kendince 15 Temmuz 2016 günü final yapmaya kalktı. Hesaba katamadığı değişkenler(Milletin İrfanı ve genetik yapısı) işini bozdu ve neticede tarihin çöplüğüne kendi kendisini mahkûm etti.

          Evet…tarihe şahitlik ediyoruz. Onca yaşanmış acıya rağmen “Bir musibet bin nasihatten evladır” özdeyişinin en müşahhas örneğine tanık olmaktayız. Tarihte ve yaşadığımız dönemlerde görmeyi hep arzu ettiğimiz manzaralarla karşılaştırdı bizleri yaşadığımız musibetler. Siyasal yaşamımızda her daim toplumumuzu ayrıştıran politik taraflar(partiler) aynı karede görüldü. Üstad Cemil Meriç’ in “ideolojiler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir” sözünü derinden anlayarak, müşterek vicdan, müşterek akıl ve müşterek yaşamın yollarını bulmamız gerekecek.

          Dün beş milyon insan Yenikapı’daydı. Milyonların huzurunda ise (tarihte ikinci bir örneği olmayan) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Başbakan Binali Yıldırım, Ana muhalefet Partisi CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu, MHP Lideri Devlet Bahçeli’ de vardı. Yani, her zaman birbiriyle cebelleşen siyasal oluşumlar tek yürek olarak dünyaya meydan okuyorlardı. Tüm söylenenlerin hülasası ise; “Mesele Vatan ise; gerisi teferruattır” İnanın milyonlar bulunduğu yerden hoplayan yürek ve ağlamaklı gözlerle bakıyorlardı bu manzaraya. Yıllardır arzulanan tablo bu olmalıydı. İkiyüzlü batı ve onun uşaklığı yapan hainlere tarihi bir ders verilmişti Yeni kapı ve 81 vilayette….Dün bir ilk daha yaşandı Yenikapı’ da; yıllarca halkla arasında kalın çizgilerle mesafe konulan “ordu” muzun başı Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ da vardı ve ilk kez bir mitin meydanından halka hitap etti.

        Temennimiz bu görüntünün ete kemiğe bürünerek süreklilik arz etmesidir. İnsanlar farklı düşünebilir, farklı dini ve mezhebi tercihleri ile farklı politik tercihleri olabilir. Lakin, hepimizin derdi, aynı topraklar üzerinde acısıyla tatlısıyla müşterek geçmişin bize kazandırdığı kültürel birikim ve tecrübeyle ortak kaygı oluşturarak kendi içinde ortak hareket edebilen sağlıklı bir yapı inşa edebilmektir.           Bunun neticesinde, kendimize ait var olan kültürel değerler ile evrensel değerleri daha da geliştirerek, sermaye ve gücün kölesi olan dünyanın daha yaşanabilir olması için, ahlaki/insani eksende evrensel modeller sunabilmek çokta uzakta bir temenni değildir. Bu birikim bizde var. Yeter ki, sanal ayrışmalardan uzaklaşarak bu birlikteliğimizi sinerjiye dönüştürebilelim. Selam ve muhabbetle.

Zafer Özer- Eğitimci