Üstad Necip Fazıl’a göre şiir “mutlak hakikati arama işidir.

Nazım Hikmet’se “nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir,” biçiminde tanımlar.

Baudlaire “şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke, bir coşkunlukta, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk, aklın yoğurduğu hakikatin dışındadır,” diyerek şiir ile ilgili düşüncelerinin ana hatlarını çizer.

Neruda “şiiri kim öldürebilir ki… Ona işkence ederler, sokaklarda sürüklerler, üstüne tükürürler, alay ederler, etrafını dört duvarla çevirirler, sürgüne yollarlar ama şiir bütün bunları yaşar. Tertemiz bir yüzle gülümseyerek ortaya çıkar sonunda,” diyerek sosyolojik bir tanımlama yapar.

Peyami Safa biraz daha egzotik bir tanımlamayla “şiir sırrın dilidir” der.

Lamartine “şiir büyük zekâların rüyalarıdır” tanımlamasını yaparak adeta şairleri onurlandırır.

Benim şiiri tanımlamamsa daha kapsamlı ve kuşatıcı gibi. 

Şöyle ki;

Şiir; Adem’de Havva, Nuh’ta tufandır. Sevgiyi, sevgiliyi, Sevgililer Sevgilisi’ni anlatma işidir. Bir başka ifadeyle Endülüs’ten Semerkant’a yolculuktur. Ya da yeni bir kıvılcım, yeni bir ışıktır. Medeniyetin yeniden parıldaması için bir haykırış, bir davettir. Hz. Peygamberin insanlığa mesajıdır şiir. Ömer bin Hattab’da adalet, Selahaddin’in, Fatih’in kılıcında hoşgörüdür. On dört asırlık yolculuğumuzun şahididir. Bedir’de zafer, Uhut’ta gönüllerin fethidir. Kerbela’da acıdır, hüzündür; Çanakkale’de, Sakarya’da destandır.

Soruyorlar şairler şairi Hassan’a: “Neden artık şiir okumuyorsun?” Verdiği cevap pek manidar: “Allah’ın kelamı karşısında nutkum tutuldu. Söyleyecek bir şey bulamıyorum,” diyor.

Evet, en güzel şiir, en güzel söz “BİR ve TEK” olan Allah’a ait. Hangi söz, hangi mesaj Onunki kadar etkili olabilir ki yeryüzünde…(1997 yılında Yirmi beş yaşımda iken tamamladığım ve 2016 yılında yayımladığım İnce Bir Düşünce adlı şiir kitabımın arka kapağından)

Bana göre yine şiir,  sessizliğin ve sessizlerin çığlığıdır.

Duyguların bir kanaviçeye dantel gibi ince ve narin işlenmesidir.

Peki ya şair…

Sessizliğin ve sessizlerin çığlığı olan şair için ne demeliyiz?

Duygunun, düşüncenin en veciz şekilde tam bir ahenk içinde karşılık bulmasını sağlayan ve sihirli sözcüklerin efendileri diyerek iltifatın en yücesini hak eden onlar değil midir?

Batı’da Baudelaire, Neruda, Rilke ile Doğu’da Peygamber Efendimizin şairi olarak bilinen Hassan ve yine sonrasında Hayyam, Halil Cibran, Nazım Hikmet, Necip Fazıl, Abdurrahim ve Sezai Karakoç gibi sözcüklerin efendisi olmayı başarmış şairlerle sessizliğin ve sessizlerin çığlığı en güzel biçimde yankılanmaya devam ediyor.

Şair; kalabalıkların değil, güçlülerin değil, kötülüğün değil, zalimlerin değil; kimsesizlerin, haksızlıkların, iyiliklerin, sevginin, en önemlisi de mazlumların sesidir.

Şair; topluma, sevgiye ruh verir.

Karanlıkta kalmışların ışığıdır şair.

İnsan gibi toplum ve şehirlerin yükselişi de kültür ve edebiyatla at başı gider.

Bilime-bilim adamına kültüre, sanata-sanatçıya, edebi şahsiyetlere verilen değer o toplumun ve dolayısıyla o şehrin ya da ülkenin rotasını belirler.

İnsanları şehirlerde eğlence ve gösteri mekânları yaparak eğlendirebilirsiniz, betondan dev yapılar yaparak onların her türlü nefsini doyurabilirsiniz.

Ama ruhlarını doyuramadığınız müddetçe estetikten yoksun betondan yapmış olduğunuz o devasa yapılar amaçsız ve iradesiz kalabalıkların çığlıklarıyla yankılanacak ve o estetikten yoksun beton yığınlar tıpkı geçmiş zamanın Roma’sında olduğu gibi kalabalıkların homurtusunu dindirmek için gladyatör dövüşlerinin yapıldığı Colosseum(kolezyum) gibi zamanı dolduğunda birer harabeye dönüşeceklerdir.

Coğrafyalara yapılan işgal ve istilalar gibi nefsin ve ruhun işgal ve istilası da yaşadığımız şehirlerin, ülkelerin ve coğrafyaların manen harabeye döndüğünün açık bir ifadesi değil midir?

Onun içindir ki bir amaç için kalabalıkları etrafımızda toplayabiliriz ama onların ruhlarına temas etmediğimiz sürece refahın bütün imkânlarını getirmiş olsak dahi yapılanlar geçici bir terapiden öteye geçemeyecektir.

Hurafe ve hezeyanlardan bireyi ve toplumu kurtarıp estetikle, bilimle, sanatla, edebiyatla buluşturmayıp ve en önemlisi de çıkar ilişkilerine dayalı anlayıştan kendimizi kurtaramadığımız sürece bireysel ve toplumsal buhranımız devam edecektir.

Bireyin ve toplumun ruhen yükselişi şehirlerin de şiirsel bir biçimde yükselişi anlamına gelir.

İnsan da toplum da tıpkı Ayasofya, Süleymaniye, Tac Mahal, El-Hamra gibi şiirsel olmalı.

Şiir ölürse şair ölür; şair ölürse şehir ölür.

Cündioğlu’nun dediği gibi “çatık kaşlı hiçbir iktidar sanatla baş edemez. Bir mısra (şiir), bir satır (öykü), bir çizgi (karikatür), bir fıkra(komedi), bir aforizma(hiciv), bir tını(müzik) ve bir damla gözyaşı(drama). Gökdelenlerin yıkımında greyderler işe yaramaz, bazen bir fiske kâfi gelir.”

İşte o fiske de bilimin, sanatın, düşüncenin katledilmesidir.

                                                       Faruk YILDIZ

                                                      Eğitimci-Yazar

Not: 12 Aralık 2018 tarihinde yerel bir gazetede yayımlanmış yazımın yeniden düzenlenmiş halidir.