Aralık 2019’dan beri dünyayı sarsan Kovid-19 virüsü ile mücadele de henüz istenilen seviyeye gelinmiş değil. Bilakis durum her geçen gün daha kötüye gidiyor.

Ülke yönetimlerinin pandemi ile mücadeledeki popülist yaklaşımları, kitleleri karşılarına almamak uğruna aç-kapa gibi sonuç almaktan uzak yöntemleri benimsemeleri, kamuoyu desteğini kaybetmemek adına turizm sezonunu pandemi yaşanmıyormuşçasına açmaları, haftalık kararlarla virüsün yayılımını önlemeye çalışmaları, AVM, market ve mağazaları kontrolsüz bir şekilde açık tutmaları, buna karşın okulların yaklaşık bir yıldır yüz yüze eğitimden uzak kalması geleceğin Türkiye’sinin mimarları olacak çocuklarımızın eğitim hayatını da ciddi biçimde sarsıyor.

Temel sorun şu ki; bir ülkenin geleceğinin mimarı olarak görülen çocuklarımızın bir yıldan fazla bir zamandır yüz yüze eğitimden uzak kalması, uzaktan eğitim metodu ile akademik kayıpların telafi edilmeye çalışılması Türkiye’nin geleceğinin teminatı olan nesiller için, geleceğin Türkiye’si için kayıp yıllar olarak tarihe not düşülmesidir.

Türkiye, pandeminin seyrine bağlı olarak belki de birkaç nesil kaybedecektir. Ki öyle görünüyor ki pandemi ile beraber uzun bir süre yaşamaya da devam edeceğiz.

Aynı şekilde geliştirilen aşıların etkililik derecesi pandemi sürecinin uzayıp kısalmasını belirleyecek. Medyaya yansıdığı kadarıyla da geliştirilen aşıların etkililik oranı da tartışılıyor. Kısacası aşının virüs üzerindeki etkisi henüz tam anlamıyla anlaşılmış değil. Bunun için uzun bir izleme sürecine ihtiyaç var.

Pandemi ile mücadelede uygulanan politikaların popülist yaklaşımlar taşıması geçen süreç içerisinde Türkiye’nin eğitim politikaları üzerinde de ciddi hasarlar oluşturacaktır.

Alınan önlemlerdeki yaklaşımlar, mevsime, sosyal hayata, siyasal tercihlere, yaşayış biçimlerine, ibadet anlayışlarına, en önemlisi de seçmen ve kamuoyu memnuniyetlerinin karşılanmasına ve hâkim otoriteye göre alınıp uygulanan kararlar ve bir de vatandaşın rahat tutumu bir yıldır çocuklarımızı yüz yüze eğitimden mahrum bıraktı ne yazık ki.

Daha önce İlkokullarda 1. ve 4. sınıfların, ortaokullarda 5. ve 8. sınıfların, liselerde 9. ve 12. sınıfların yüz yüze eğitime devam etmesi gerektiğini 6 Ağustos 2020 tarihinde “Ziya Öğretmen’e Mektup Var” başlıklı makalemde pedagojik ve akademik gerekçelerle ile ifade etmiştim.

Bu virüs salgını ile uzun bir süre yaşayacağımıza göre; Türkiye, bu süreçte eğitim politikalarında meseleye çok ciddi anlamda istikrarlı çözümlerle yaklaşmak zorunda.

Zorunlu eğitimde temel sınıflar olarak bilinen 1,4,5,8,9, ve 12. sınıfların mutlaka kesintisiz bir biçimde yüz yüze eğitime başlaması gerekiyor.

Birkaç nesli pandemi ile mücadelede uygulanan politikalar yüzünden kaybetmek gibi bir realite ile yüzleşmiş bulunmaktayız.

Özellikle pandemi ile ilgili oluşturulan bilim kurulu üyelerinin öngörülerinin de boşa çıkması artık popülist politikaların bir kenara bırakılıp önümüzdeki on yılı kapsayacak bir plan üzerinde çalışılması bu önemli meselenin de kısa bir vade içinde çözümünü de kolaylaştıracaktır.

Bunun için temel öncelik okulların az önce ifade edilen sınıf düzeylerinde yüz yüze eğitime başlaması ve diğer bütün alanlarda kısıtlamanın ciddi bir şekilde yapılması düşünülmesi gereken öncelikli bir konudur.

Bir eğitimci olarak belirtmeliyim ki, uzaktan eğitim ne yazık ki çocuklarımızın genelinde artık önlenemez, karşı konulamaz bir internet bağımlılığı oluşturdu. Yakın bir zamanda ekrana bağlı olarak görme bozukluklarının küçük yaşlardaki çocuklarda üst seviyelere geldiğine de şahit olacağız. Gelecek adına bu durumdan ülke olarak kaygı duymalıyız.

Uzaktan eğitimle beraber akıllı cihazlarla iyice haşir neşir olan zeki, yetenekli ve hatta dahi birçok çocuğumuzu kaybetme riski ile karşı karşıya bulunuyoruz. İvedi bir şekilde harekete geçilmezse, popülist politikalara devam edilirse bu gerçekle ebeveynler olarak yüzleşeceğiz.

Daha açık bir ifadeyle; belirttiğim sınıf seviyelerinde okullar açık tutulmalı, buna karşın AVM’lere, toplu taşımaya, kamu ve özel sektörün çalışma saatlerine, seyahatlere, market ve mağazalara, kongre, toplantı, düğün, ibadet gibi faaliyetlere geçici değil kalıcı sınırlamalar getirilmelidir. Ancak bu sınırlamalar aç-kapa gibi popülist yaklaşımlardan uzak, uzun bir vadeye yayılmış olmalıdır. Aksi takdirde okulların açık tutulması bir şey ifade etmez.

Her şeyden önemlisi öğretmenlerin ve öğrencilerin tartışmaya mahal vermeden öncelikli olarak ivedilikle aşılanması gerekiyor.

Hayatımızda bir gösteri olarak görülen futbolun işçileri olan futbolcuların, hakemlerin öncelikli olarak aşılanmasını böyle bir süreç yaşanıyorken nasıl izah ederiz bilemiyorum.

Türkiye’nin pandemi süreci yönetimi ile ilgili yeniden bir durum değerlendirmesi yapmasına ve bu değerlendirmelerin ışığında yeni adımlar atmasına ihtiyaç duyulmaktadır.

Tabii ki öncelik eğitim politikaları olmak koşuluyla.

Faruk YILDIZ

Eğitimci-Yazar