Sosyal olayları, tarihi, insanı doğru okuyabilmek; bu bağlamda neyin faydalı, neyin faydasız, neyin kazanım ya da kaybediş olduğunu fark etmek oldukça zor bir çabadır. Zor olmasının altında yatan elbette birçok neden var. Ancak okur/yazar özelliği belli bir seviyenin altında kalan, daha çok sözlü malumatla yetinen toplumlarda meseleleri değerlendirecek kavramsal yetkinlik olmadığı için doğrulara ulaşmak zorlaşmaktadır. Böyle bir toplum yapısında bilgi/malumat hep birilerinin tekelinde olduğu için toplum istenildiği şekilde maniple edilebilmektedir. Bu girişi neden yaptım denirse, içinden bir türlü çıkılamayan ve halen birilerince ayrışmanın ve çatışmanın temeli olarak görülen Kurtuluş Mücadelemiz ve akabinde Mustafa Kemal Atatürk’ ün önderliğinde kurulan Cumhuriyet serüvenimiz üzerindeki tartışmaların halen devam etmesi...

                   Emperyalizme karşı, tepki ruhu ve mücadele bilincinin ortaya çıktığı günden beri, yüz iki yıl geçmiş. Yüzyıl (asır) toplumsal dönüşümler için kritik bir eşiktir. Tarih okumalarında, asırlar hesaba katılır. İnsana ve topluma dair değişim/dönüşümlerin değerlendirilebilmesi için, asırlık süreçlerin beklenilmesi gerekir. 1. Dünya Savaşı sonrası, Türk Milletinin, emperyalizme dur demek için organize olduğu ve “egemenliğin halkın olduğu” düşüncesinin deklare edildiği günden beri, bir asır geçmiş. Milletler için değer taşıyan ve o toplumu dönüştüren kararların, değerini/niteliğini anlayabilme becerisi; dünü, bugünü ve muhtemel yarınları evrensel kriterler eşliğinde, özgür bir akılla, yansızca değerlendirebilmeye bağlıdır. Zira, bağımlı zihinlerle yapılan değerlendirmeler, toplumu sahicilikten uzaklaştırarak çıkmaza sürükler. Demokrasinin(demokratik topluma yönelik tüm süreçler), birey/toplum açısından nasıl bir kazanım olduğunun anlaşılması, ancak olayları çok yönlü değerlendirebilecek donanım ve birikime sahip, özgür düşünen, mukayeseli değerlendirme yapabilen, zamanı doğru okuyabilen zihinlerce mümkündür.

                   Osmanlı devletin özellikle 18. Yüzyıl sonrası çağını sahici bir zihinle okuyamaması ve dolayısıyla hem askeri sahada, hem de iktisadi ve diğer sahalarda sürekli gerileyişinin nedenleri ciltler dolusu araştırmalarla ortaya konmuştur. Bu gerileyişin dip noktası elbette Mondros ateşkes ve Sevr anlaşmalarıdır. Ülke kıskaca alınmış, çareler tüketilmiş ve her şeyin bitti denildiği yerde yeniden dirilişin ilk adımı Samsun’ da atılmıştır.   Bu serüven elbette dönemin Osmanlı aydını/uleması ve askerleriyle mümkün olmuştur. Başarı hiçbir zaman tek başına oluşan bir süreç değil; lakin başarıya katalizör olup, önderlik edebilecek özel şahsiyetler olmadan bir başarıdan da söz edilemez. Hele hele tüm ümitlerin tükendiği zamanda askeri dehalara ihtiyaç vardır. İşte bu noktada Mustafa Kemal’ i görmekteyiz.

                   Ancak yeni nesle tarihi öğretip, tarih bilinci verirken hamaset ve aşırı mübalağalardan uzak durarak gerçekçi, sahici bilgiler ışığında ve doğru usullerin kullanılması gerekir. Aksi taktirde, ilerleyen zamanlarda ortaya çıkan gerçekler zihinlerin bulanmasına, güvenin sarsılmasına ve asıl önemlisi de zihinsel olarak farklı savrulmalara, travmalara neden olmaktadır. Bu travmaları hep birlikte yaşayıp görmekteyiz. Abartılmış gerçek ya da yalan üzerine kurulmuş olaylar, var olan ve sahip çıkılması gereken değerlerin toptan yıkılmasına neden olur.  Ortak coğrafyada yaşayıp millet olma bilincini tesis etmede, öğretilen tarih bizlerde ortak heyecan ve bütünleştirici değer olabileceği yerde ne yazık ki ayrışma ve çatışmanın konusu olabilmektedir. Gençliğimiz Mustafa Kemal’ in Samsun’ a neden ve nasıl çıktığını tartışarak geçti. Bu konuda alanında yetkin hocalardan ziyade orta yerde dolanan ve esas itibariyle belli oluşumlara adam devşiren ve bu sayede gençliği birbirine ötekileştiren kişiler rağbet gördü. Bu tavır tüm kesimler için söylenebilecek bir gerçekliktir.  

                   Artık zaman değişti. Bilgi kaynaklarına hiç bir engelle karşılaşmadan rahatlıkla ulaşılabilmektedir. Gençliğimiz yaşadığı coğrafyanın, ülkenin nasıl bir serüven sonrası da bu hale geldiğini bilmek zorunda. Özellikle Cumhuriyet kazanımının ve ona liderlik eden Mustafa Kemal Atatürk’ ün değerini birilerinin ona telkinlerle öğrettiği şekilde değil de, gerçekçi olarak bilimsel verilen ışığında ve çok yönlü araştırıp öğrenmesi gerekir. Tek yönlü okuma ve şartlanmalar kişinin yanlış/abartılmış yargılara varmasını ve koca bir ömrü boşa geçirmesini sağlar. Burada yeniden Cumhuriyeti ve Mustafa Kemal’ i anlatmaya gerek yok. Sadece yılların verdiği tecrübeler ışığında bir duyarlılık geliştirmeye katkı sağlamak amacımız. Bu günlere nasıl geldiğimizi ön yargısız bir zihinle yeniden okumak bize fayda ve değer katacaktır. Devlet olma bilinci ve en temel kazanımımız olan demokratik kültürün ne olduğu üzerinde fazlaca kafa yorup, bu kültürün gerektirdiği sorumluluğu yerine getirmemiz gerekecektir. Bunu ancak hamasetten uzak; düşünen, soran, sorgulayan, araştıran, eleştiren, ahlak ve vicdan sahibi, olayları ilkesel değerlendirebilen bir düşünce ve medeni cesaret ile başarabiliriz.  “Bir asır” sosyal yapıların değişim/dönüşümü için eşik bir rakamdır. İnsanlık adına üretilen pozitif değerlerin bilincinde olup, sahip çıkmak herkesin görevi olmalıdır. Kazanımlarının değerini bilmeyip, ona sahip çıkmayan toplumların başından musibetler hiç eksik olmaz. Keşke dememek için bu kazanımların farkında olmak dilek ve temennisiyle, milli uyanış hareketinin 102. Yıldönümü hepimize kutlu olsun.

Zafer Özer-Maarif Müfettişi