Okul müdürlerinin işveren olup olmadığı hususunu daha önceki yıllarda (7-8 yıl önce) ele almıştım. Bu konuyu gündeme taşımamın nedeni, o dönem içerisinde okul müdürlerinin bir şekilde zorunluluktan dolayı okullarında eleman çalıştırmaları ve buna bağlı oluşan şikâyetler neticesinde, “sigortasız eleman çalıştırıp sigorta primlerini yatırmama” suçuyla yüklü miktarlarda ceza ödemek zorunda kalmalarıydı. Bu sorun halen devam ederken, okul müdürlerine süreç içerisinde yeni görev ve sorumluluklar eklenerek risk unsurları daha da arttırılmıştır. Yönetici olarak okul müdürlerinin okul işleriyle ilgili kadrolama eksikliği sonucu kendi imkânlarınca çevreden istihdam ettiği çalışanların sigorta işlemleri ile ilgili görev alanlarına, “İş Sağlığı ve Güvenliği” kapsamında da ek görev ve sorumluluklar yüklenmiştir. Birçok okul müdürü okullarında meydana gelen kazalar sonucunda “işveren/sorumlu” olarak hem adli ve hem de idari cezalarla karşılaşmaya başladılar. Burada yeni problem alanları oluşmaya başladı. Yasaların çıkış nedeni elbette idarenin iş ve işlemlerini daha düzenli, kamu kaynaklarını etkin/verimli yürütmelerini ve en nihayetinde kamu yararını sağlamaktır. Ancak, yasaların fonksiyonel ve kamuya gerçekten katkı sağlamasını istiyorsak, yasanın uygulanabilir alt yapısının olup olmadığının da analiz edilmesi gerekir. Bu analizler yapılmadığı durumlarda hem yasa etkin işlememiş, hem de oluşan sorunlarda kamu görevlileri (onlardan kaynaklanmadığı halde) çok büyük müeyyidelerle karşılaşmak zorunda bırakılmaktadırlar.

            Daha çok iş kazalarıyla gündeme gelen 6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, Milli Eğitim Bakanlığına kurumlarda/okullardaki yöneticileri işveren ve işveren vekili konumunda tanımlamış olup, her hangi bir problem durumunda sorumlu kişiler olarak görmüştür. 6331 Sayılı Kanunun 3 üncü maddesinde: “İşveren vekilleri bu Kanun bakımından işveren sayılır.” denilmiştir. Yani tüm kamu kurum ve kuruluşlarında işin ve işyerinin yönetiminde görev alan kamu görevlileri Kanunun uygulanması bakımından işveren gibi muhatap alınacaklardır. 6331 sayılı kanuna göre işveren ve ya işveren vekili;

     -Risk değerlendirmesi, kontrol, ölçüm ve araştırma,

     -Acil durum planları, yangınla mücadele ve ilk yardım,

     -İş kazası ve meslek hastalıklarının kayıt ve bildirimi,

     -Çalışanların Sağlık gözetimi,

     -Çalışanların eğitimi,

     -Çalışanların görüşlerinin alınması ve katılımlarının sağlanması,

    -İş sağlığı ve güvenliği kurulu (50 ve daha fazla çalışanı olan kurumlarda) ile ilgili çalışmaları yapması gerekmektedir. İSG ile ilgili bu iş ve işlemleri yapmayan yöneticilerin ceza alma riskleri bulunmaktadır. Yasanın çıktığı andan itibaren okul ve kurumalarda işin süreçleri, eğitimleri ve buna bağlı alt yapı düzenlemeleri büyük oranda tamamlanmasına rağmen, oluşan her problemde okul yöneticileri ilk hesaba çekilen kişi olmaktadır.

       Bu yazının amacı daha çok sigorta meselesinden kaynaklanan krizlere/mağduriyetleri tartışmak isterken, okul müdürlerine yeni yüklenen iş güvenliği uygulamasının da tartışılması gerektiği ortaya çıktı. Kâğıt üzerinde mükemmel hazırlanan mevzuata metinlerinin(yasa/yönetmelik vs.) mükemmel olmayan(eksiklik) fiziksel yapı ve personel istihdamına uydurulmaya çalışılmasına dikkat çekmek istedim. İstihdam şekli olarak benimsen merkezi/bürokratik yapıda yasalarla uyumlu olmayan temel bazı hususlarda düzenlemeye gidilmediği takdirde okul müdürleri sürekli sıkıntılarla karşı karşıya kalacak.  Örneğin memur ve diğer kamu görevlilerinin işe alımı bir sözleşmeye dayanmaz. Devletin tek taraflı hukuki iradesinin eseridir. Yasa her ne kadar, işveren vekillerini işveren olarak tanımlamışsa da sorumluluk yönünden işverene atfedilen yükümlülükler, işveren olarak addedilen bütün işveren vekillerine yüklenemez. İşveren vekillerinin sorumluluğu, kendisine verilmiş görev, yetki ve iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin alınmasına yönelik işverenin sağlandığı ödenekle sınırlıdır. Önemli olan kurum yöneticisinin İş Sağlığı ve Güvenliği açısından kendi olanak ve yeteneği çerçevesinde alması geren önlemleri alıp bunun dışında kalanları ise bir üst makama bildirmesidir. Zaten yapılan da bu olmasına rağmen, okul müdürlerinin asıl görevi olan (eğitim sistemi/okullarda) informal boyutta eğitim-öğretim ortamını sağlamasına ket vuran, moral motivasyonu bozan bir problem alanı olarak ortada durmaktadır. Sayın bakanımız Ziya Hoca, her konuşmasının arasında, eğitim sistemi ve okulların uğraşı alanı % 90 oranında eğitim işinin dışındaki(yazışma, bina, ödenek vs.) unsurlar olduğunu söylemektedir. Hesapta olmayan problem ile gereksiz alanlara efor harcayan bir müdürlerden eğitim adına hangi ilerlemeyi bekleyebiliriz?

       Gelelim sigorta meselesine; bu konuyla ilgili oluşan krizlerde kısmen azalmalar olsa da, krizin sürekli oluşma potansiyeli taşıması nedeniyle bu alanlardan kaynaklanan problemleri masaya yatırmak gerekir. Sigortadan kaynaklanan ceva konusunu Sayıştay’ ın 2019 raporunda da gündeme gelmişti. Lakin Sayıştay’ bu konuyla ilgili SGK gibi kendi açısından bir değerlendirme yapmış. Kurumlar karar verirken sorunların nedenleri üzerinde durmamaktalar. “Sosyal Güvenlik Kurumu Tarafından Kesilen İdari Para Cezalarının Bakanlık Bütçesinden Ödenmesine Rağmen İlgililere Rücu Edilmemesi” başlıklı değerlendirmede Sayıştay olaya sadece mali ve benzer kısıtlı açılardan değerlendirme yapmış. Raporun ilgili bölümün son paragrafı üzerinde düşünüldüğü takdirde bu alanla ilgili ortaya çıkan problemler ancak o zaman çözüme kavuşabilir. Sayıştay’ın, “Bu itibarla 5510 sayılı Kanunda belirtilen yükümlüklerin Bakanlığa bağlı birim ve müdürlükler tarafından öngörülen usul, şekil, süre ve kapsamda yerine getirilmesini sağlayacak ve konusu ve niteliği itibarıyla kamu gideri niteliğinde olmayan bu cezaların oluşmasını engelleyecek tedbirlerin alınması gerekmektedir.” Şeklindeki önerisi, özellikle okul müdürlerinin ciddi mağduriyetlerinin oluşmasını baştan önleyecek nitelikte olup; ancak içinin doldurulması gereken bir öneri olması açısından önemli olarak değerlendirmesi gerekir. Zira bu konuyla ilgili mağduriyetlerin ana nedeni, bakanlıkça yeterince yardımcı personel istihdamının yapılmamasına bağlı olarak okul yönetimlerinin ara çözümlere yönelmesidir. Kamu zararının meydana gelmesine, problemin ilk oluş nedeni üzerinden bakmak daha adil, daha sahici ve daha barışçıl bir yaklaşım olacaktır.

       Bu itibarla şu soruları yeniden hatırlayalım: 

       1- Okullar kamu kuruluşlarıdır. Okulların diğer kamu kuruluşlarından farklı özelliklerinin olmasının yanında, okul yönetimlerinin de diğer kamu kuruluşları yönetiminden farklı yönleri vardır. Okul yönetiminde müdürlük; bir hak ediş ve kariyer meslek değildir. Asıl olan öğretmenlik mesleğidir.

        2- Okul Müdürlerinin personel alma gibi bir yetkileri yok. Türk Devlet Teşkilatında 657 Sayılı Yasa gereğince personel istihdamı yapılır ve memur atamaları için “atamaya yetkili amir” diye bir tanımlama yapılmıştır ve tüm atamalar bu makamca icra edilir.

       3-Okullar “özel” ve “özerk” kuruluşlar değildirler. (Özel Öğretim Kurumları hariç) Merkez teşkilatının taşradaki en küçük birimidir. Kadrolama yetkisi de bakanlığın kendisindedir. Ücretli öğretmenlik, hizmetli vs. gibi bazı alanlarda personel alımları, bakanlık şube başkanlıkları kanalı ve mülkü amirlerin onayı ile yapılmaktadır. Yani okul müdürünün yetkisi yine yok.

     4-Devlet, özellikle temel eğitim okullarının(ilkokul/ortaokul) personel ihtiyacını karşılamakla yükümlüdür. Bakanlıklar bu yükümlülüğü belli alanlarda taşraya devredebilir. Ancak personel alımı yine atamaya yetkili amirin onayı ile yapılır.

      5-Mevzuat dayanağı olarak gösterilen Okul Aile Birliği Yönetmeliğinin 6/d Maddesinde “kulun ihtiyaçlarını karşılamak için mal ve hizmet satın almak, bu hizmetlere ilişkin sosyal güvenlik primi, vergi ve benzeri ödemelerin yapılmasını sağlamak”. Şeklinde bir ibare vardır. Bu yönetmelik 09/02/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Burada işveren sıfatında olan kişi okul-aile birliği başkanlarıdır. Diğer yandan bu hüküm her hangi bir kişiyi işveren konumuna getirmez. Bu hüküm sadece parasal ödemelerin bu kanalla yapılabileceğini beyan etmektedir. Okula alınacak bir personel için yine atamaya yetkili amirin onayı gerekir.

       6-Devletimizin Sosyal Güvenlik Sistemi olan SGK bu tür şikayet ve problemleri incelemek ve takip etmekle görevli. Elbette vatandaşın güvenliğini korumak için gerekli takip ve kontrolleri yapması gerekir. SGK kendine gelen şikâyetleri kendi hukuki gerekçeleri çerçevesinde değerlendirir. Gelen bir şikâyette okul müdürü “işveren” olarak değerlendirilip buna göre işlem yapılmaktadır.

       Bazen var olan mevzuat, sorun çözmek yerine kişileri mağdur etme gibi bir misyonu da yerine getirir. Mevzuat çoğu kez düz mantık üzere ve çok yönlü parametreler düşünülmeden yapılmakta. Anayasal hak olan çocuğun eğitimi için uygun ortam hazırlayan okul müdürü kendince bulduğu yöntemler, başına örülen çorap olarak çıkmaktadır. Okul müdürleri bu yöntemleri uygularken okula ait masrafları kendi ceplerinden ödedikleri çok olmuştur. Eksik kadro ve hizmetleri kendi imkanlarıyla tamamlamaya çalışan okul müdürleri, kendine görev addettiği kamu hayrından dolayı yıllar sonra yargılanıp para cezasına mahkûm edilmeleri ne derece doğrudur? Diğer yandan onbeş yıl öncesinde özellikle okullarda bu tür personel alım işleri daha çok gönüllülük üzerine yapılan ve sigorta işleri hiç akla gelmeyen işlerdi. Sigortalılık daha çok özel sektör için talep edilen bir uygulamaydı.

       Geçmişe ait sigortalılık işlerinde bir sorumlu aranacaksa adres okul müdürleri olmamalı. Asıl görevi okuldaki eğitim öğretim ortamını hazırlamak ve personel organizasyonunu sağlamakla yükümlü olan okul müdürünü sorumlu tutmamalı. Ortaya çıkan bedelin okul müdürlerine rücu edilmesi hukuki ve vicdani bir uygulama değildir. Maliyet okul müdürlerine rücu ettirileceğine, gerekirse devlet bu tür şikâyetlerde maliyeti üzerine alması daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Çünkü okul müdürleri, devletin yapması gerekeni(personel istihdamı) yapmadığı için bu sıkıntıyla karşı karşıya kalmaktadırlar.

       Yaşanan problemlere, yanlışın “ilk” yapıldığı yerden bakmak daha hakça bir yaklaşım olacaktır. Prosedür böyle işliyor demekle sorunlar çözülmüyor; sorunlar bir sonraki aşamaya katlanarak devrediyor. Kamu yönetimi felsefesi ve işleyişinin önce zihinlerde olmak üzere ciddi değişimler geçirmesi gerekir. Sorumlusu olunmayan günahın faili durumuna düşmenin ne hazin ve yıkıcı bir şey olduğunu, yaşamadan anlamak daha faydalı olacaktır. Vesselam

Zafer Özer-Maarif Müfettişi