BİR MÜCADELESİ OLMALI İNSANIN; Vatan gibi Millet gibi Tek Vatan, Devlet gibi DİL gibi! Bu mücadele öyle bir mücadele olmalı ki namaza durduğunda dünyaya veda edip Allah’a yönelen bir insanın kendinden geçtiği kadar içten, tüm zorluklara rağmen tüm olumsuzlukları yıkmak için derinden en derinden, nefes almak gibi muhtaçlık hissedip kendiliğinden, hayatı temizce yaşamak için bedeninden öte tüm benliğinden ve ölmeye, tükenmeye inat yine, yeniden ve en tepeden olmalıdır.


FARKLILIKLARI ZENGİNLİK OLARAK GÖRMELİ İNSAN VE SAYGI DUYMALI. Aksini düşünsek hayatı sadece siyah-beyaz izlemek ne garip olurdu değil mi? Düşünsenize koyu olan her şeyin siyah, açık olan her şeyin beyaz gibi göründüğünü ve hayatımızda renk kavramının hiç yerinin olmadığını. Ya da kör olsak ve hiçbir şeyi göremesek ve tüm bu güzellikleri sadece anlatılanlarla yaşamak zorunda kalsak. Ya da işitemesek hiçbir şeyi; bir kuşun sesini, dalganın kıyıya vuruştaki ahengi veya yeni doğan bebeğin ilk ağlama sesindeki anne musikisini. Zor olurdu değil mi hayat hatta çok zor. Oysaki hayat Mücadele ve farklılıklarımızı zenginlik olarak görmekle ve bu güzelliklerle anlam kazanıyor. 


Bize de mücadelesi olan, farklılıkları zenginlik olarak bilen, insanı; eşref-i mahlûkat olarak gören, güzel ahlak sahibi yiğitler gerek. İçinde mücadele ruhu olmayana insan diyesim gelmiyor artık. Siyaseten hiçbir rüzgâra kapılmadan her dönem olduğu gibi bu dönemde de mücadelesine devam edenler olarak duruşumuz ve çizgimiz yön değiştirmemiştir. Dün siyah dediğimize bugün beyaz demedik ve dün neredeysek bugün de oradayız. Yıllar sonra ÜSKÜDAR’ı dinlesek de aynı hazzı alırız, ne zaman mevlit dinlesek de aynı duyguyu yaşarız. Bizim tek istediğimiz; ASIL MESELENİN FARKINDA OLUNULMASI. Aslında bu fark Şems’in anlattığı gibi SENİN-SEN OLABİLME MESELENDİR. Âşık olmakla sevmek arasındaki farkı sormuşlar? Ve cevaplamış Şems: Senin baktığına herkes bakar; ama senin onda görebildiğini herkes göremez. Herkes âşık olabilir; ama hiç kimse senin gibi sevemez. TEK FARK SENSİN. İşte bizim mücadelemiz ve farkındalık oluşturmak istememiz de tamamen buradan yani: SENİN-SEN olmandaki aşktan geçiyor.


Peki, nedir bu aşk? İnsan onuru ve şerefiyle yaşamak mı ya da makam için satılmak mı? Makam için satılanlar kadar onları pazarlayanlar da var muhakkak. Satma işini Aristokrat bir aileden gelen, Notre Dame de Sion'u bitirdikten sonra terzilik ile iş hayatına başlayan, eşinin ölümü dolayısıyla oğlu ile tek başına kalan ve sosyete terziliğine soyunan, Karaköy'de kiraya verdiği babasına ait binaların kirasını ödeyemeyen işletmeden birine ortak olarak bu işe giren Matild Manukyan yapmıştır. Ona mı özeneceksiniz?


Sevgili Dostum; Sen-Sen olursan, Biz oluruz Kİ BİZ OLURSAK MÜCADELE OLUR. Bu mücadele; namaza durduğunda dünyaya veda edip Allah’a yönelen bir insanın kendinden geçtiği kadar içten, tüm zorluklara rağmen tüm olumsuzlukları yıkmak için derinden en derinden, nefes almak gibi muhtaçlık hissedip kendiliğinden, hayatı temizce yaşamak için bedeninden öte tüm benliğinden ve ölmeye, tükenmeye inat yine, yeniden ve en tepeden olanıdır. Biz olursak GÜZEL AHLAK kazanır. Ve ben demek, sen demek, biz demek memleket demek olur. Benden, bizden ne köy ne de kasaba olur. Dik duruşlu yiğitler benden, bizden koskoca bir memleket olur memleket.


Bir sivil toplum Kuruluşu Yöneticisi olarak yaşadığımız ve şahit olduğumuz konularda da konuşmamız lazım. Neyi konuşsanız konuşun neyi yazarsanız yazın sıkıntının adını koymadığınız zaman bir sıkıntı gider başka bir sıkıntı gelir. Sıkıntıları incelerken piramit'in en üstünden değil en altından bakmaya başlamak gerek. Zira tabanı görmeden tavanı görme şansımız yoktur.
SİHİRLİ KADIN: KLEOPATRA’yı duymuşunuzdur. Dünyada ancak 39 sene kalabilen Kraliçe Kleopatra, hükümdarlar tarihinin güzelliği, zekâsı, aşk ve ihtirasıyla; esatir devirlerini gölgede bırakan şahsiyetlerden biri olmuştur. Kimine göre dokuz dil bilen, zeki, akıllı ve kültürlü bir bayan kimine göre ise erkek delisi, beyninde her türlü entrikanın dolaştığı kötü ruhlu bir kadındır. Ama ne olursa olsun ortada kimseye göre olmayan ve kimsenin değiştiremeyeceği bir gerçek vardır ki o Kleopatra; KENDİ ÖZ OĞLAN KARDEŞİ ile EVLENMİŞ, kendisi de İKİ KARDEŞİN BİRBİRİYLE EVLENMESİNDEN doğmuştur. Yani Babası ile Annesi: Kardeş, Kleopatra ile Eşi Kardeştir. Kleopatra’nın aile münasebetlerini hayalimizde yaşatacak olursak akıl tutulmasına sebebiyet veren neticelere varırız. Neden mi? Çünkü Güzel Kraliçenin babası aynı zamanda KAYINBABASI, Annesi KAYNANASIDIR. Bunlardan doğan çocukların babaları aynı zamanda DAYILARI, anneleri ise hem anneleri hem de HALALARIDIR. Bu çocuklar anne babalarının hem çocukları hem de YEĞENLERİDİR. Bu ahlak dışı evlenme geçmiş dönem Makedonya sülalesinin bir hususiyetidir. Peki, nedir bu sır ve bir kardeş neden bir kardeşle evlenebilir? Firavunların İlah olarak tanınması bu çeşit evlenmeye yol açmıştır. Bu evlilik süratiyle İlah olan Hükümdar, kendi İlahi kanına en yakın olan öz kardeşiyle evlenmekle Tanrılık hususiyetlerini kaybetmemiş oluyorlar ve BİR TAHT UĞRUNA yapılmayacak en kötü şey yapıyorlar.


Bir dönem yaşadığımız süreç Kleopatra’yı ve onun ailevi ilişkilerini hatırlattı. Bir dönem eşler 120 soruda 120 doğru yapmıştı ya şimdi de birini Müdür yaptılar bir diğerini müdür yardımcısı. Paralelin adının değişmesinden başka ne değişti? Ahmet yapmadı da Mehmet yaptı değil mi? Yetki adına, üye yapma adına her şeyi mubah gören bir yapıya bürünmek ne kadar doğrudur? Dünün en fanatik Türk Eğitim-Senlisi, Eğitim-Senlisi ya da Eğitim-İşlisi bugün farklı bir yere üye olunca fikri mi değişti? Birilerine kaygan zeminler üzerinde devasa apartmanlar kurdurmaya devam edilirse bu çatı çöker. İnanın depreme gerek yok bu çatı bu yükü kaldıramayacak; kendiliğinden çöker ki göreceksiniz. 


Sanki aynı Ülkede aynı şehirde bir daha yaşamayacağız, birbirimizi bir daha göremeyecekmişiz gibi bir anlayışla sağa sola saldıranları gördük. Ortada bir ganimet varmış gibi saldıran, ağızlarından kuduz olmuş gibi salyalar akan BUKALEMUNLARI gördük; Üzüldük. Çünkü bu kişiler varsa ortada bir savaş ki yok; olsa bile bu savaşa girmezler. Her dönem adam olmanın aksine döneme göre değişirler. Dönerler, dönerler, dönerler biz de onlara kiriştek deriz. Gerçi siz bilmezsiniz kirişteği. Size göre olanı da yazayım: FIRILDAK. Bu fırıldakları tanıyacaksınız ama zaman istemeyin çünkü o zaman geldiğinde bunları yanınızda göremeyeceksiniz ve kendiliğinizden fark edeceksiniz. 


Biz istiyoruz ki YÖNETİCİLERİMİZ ARŞIN GÖLGESİNDE GÖLGELENECEK eylemlerde bulunsunlar. Biz istiyoruz ki onlara hata yapma riski oluşturmayalım. Ama onlar istiyorlar ki bu ilişki KLEOPATRA’nın ailevi ilişkileri gibi olsun. Kendisi bir yere müdür, eşi başka bir yere müdür yardımcısı, halası farklı bir yere müdür, dayısı başka bir yerde müdür yardımcısı. Yarın yine bana çok sinirlenenler olacak ve öfkelenecekler, çok da umurumda ya onların öfkelenmeleri. Onlar istiyor ki biz de susalım. Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak. Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak. Tarih sussa, hakikat susmayacak. Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak. Hâlbuki bizden kurtulsalar, vicdan azabından kurtulamayacaklar, vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar. Tarihin azabından kurtulsalar, Allah'ın gazabından kurtulamayacaklar. Ama anlamazlar benim niyetimin halis olduğunu. Bir de yineleyeyim: SEVGİLİ KARDEŞİM BEN MAHŞERİ KÜBRAYA BIRAKILACAK BİR HESABINIZ KALMASIN İSTİYORUM. Siz de bunu bilirsiniz ki bir Müslüman’ın diğer bir Müslüman kardeşini uyarması aynı zamanda onun bir ödevidir, görevidir değil mi?


Durdu Mehmet Girgeç