Yaşamımızın her anında,  karşılaştığımız problemlere anlam verip çözmeye çalışırken hep eğitimi gündeme getirir; suçlamaları/ yargılamaları karşımızdakinin eğitimli olup olmama durumuna göre yaparız. “-Cahil adam işte…., aslında seninle muhatap olmamam gerekirdi…., -senin seviyene inende kabahat……, ailesinde terbiye görmemiş ki…, -mektep medrese görmemiş bu adamlar… ” gibi söylenmeler her zaman zihnimiz ve dilimizden eksik olmaz. Sosyal duyarlılık eşiği yüksek olan bir toplum olma özelliğimize bağlı olacak ki, bütün tartışmalarımızın sonunda müştereken şu hükme varırız: “Eğitim Şart”

       Günlük yaşamımızı devam ettirirken her gün evimizden dışarı çıkıp kendimize ait olan otomobille yahut toplu taşıma araçlarıyla işimize gider geliriz. Bu hengâmede sosyal yaşam içerisinde bizi bazen sevindiren, bazen üzen ve hatta bazen öfkelendiren sıcak tartışmaların yaşandığına şahit olmaktayız. Bedenden ziyade zihin yapımızın törpülendiği şehir yaşamı çoğu kez çekilmez olur. Trafiğe çıktık işe gidiyoruz.. Tam yol ortasından geçerken birden tali yoldan süratli bir şekilde önümüze çıkıverir birisi… Olağan bir refleks olarak o şahısla evvela gözümüzle iletişime geçer ve belki de elimizle de ne yaptığını sorarız karşıdakine. Bekleriz ki; -lütfen affedin, bir anlık dalgınlık oldu! özür diyecek diye… Ne gezer…üstüne üstlük araçtan inme durumunda hemen oracıkta nasıl bir akıbetinin seni bekleyeceğini tahmin bile edemezsin. Eğer araçtan inipte başını belaya sokmayı kendine yedirebiliyorsan sorun yok/aslında çok. Eğer erdemliliği esas alıp sabır çekersen devamında diyeceğin söz belli; “eğitim şart!”

       Apartmanda yaşıyoruz ekseriyetle. Belki yıllarımızı borç altına alarak bir apartman dairesi sahibi olmanın mutluluğunu yaşamaya başladık. Sevincimiz büyük.  Yeni sahip olduğumuz evimize kendi zevkimize göre düzenleyip ailemizle daha huzurlu bir hayatı düşünmekteyiz. Birkaç gün içerisinde üst katımıza yeni bir komşu taşınır. Biz de güzel düşüncelerle  yeni komşumuzla daha kaliteli bir diyalog içerisinde olmayı temenni ederken, birkaç gün sonra herkesin yatma vaktinde birden televizyonun yüksek sesle açıldığını görürüz. Tabi ki bu olayın gayriihtiyari oluşan bir davranış olduğunu, komşumuz bunu sürekli yapmaz diye düşünürken her gün benzer davranışların devamlılığını görüp uyarma ihtiyacı hissederiz. Uygun bir dille rahatsızlığımızı dile getirdiğimizde, aldığımız cevap manidardır: -bu ev benim nasıl istersem öyle davranırım. Doğal olarak iki refleks var, birincisini söylemeye gerek yok;  ikincisi yasal yollar ve akabinde olmadık sorunlar. Dayanamayıp içimizden deriz ki; “eğitim şart!”  

       Hafta sonu olunca şehrin yorgunluğunu üzerinden atmak, çocuklarınla tabiatın kucağında farklı bir zaman geçirmek istersin. Hazırlıklar için en uygun yerin belirlenmesi ile işe başlanır; neresi daha uygun, daha havadar mekânlar hangileri derken, çok da uzak olmayan ve düzenlemesi yeni yapılan bir piknik alanına karar verilir. Gerekli erzaklar hazırlanır otomobile yerleştirilir ve yola koyulursun. Piknik alanı beş on km uzaktadır. Her zaman olduğu gibi yolda giderken sık sık korna seslerini duyarsın rahatsızlık düzeyinde ve kırmızı ışık ihlallerine şahit olursun; yaya geçidinde öncelikle taşıtların beklemesi gerekirken yayaların beklediğini görürsün. Derken piknik yerine vardığında her tarafın bir önceki günden kalan çöp ve yiyecek atıklarıyla dolu olduğunu; her yerin kirletildiğini görürsün ve içinden sadece kızmak gelir. Kendi kendine söylenirsin: “eğitim şart!”

       Hayatımızın akışı içerisinde bu tür örnekler çoğalmak mümkündür. Daha üst perdeden cereyan eden olaylar ve buna bağlı sorunların daha hacimlisine şahit olduğumuzda neyin şart olduğuna karar vermede zorlanmaktayız.   

       Formal eğitim sürecinde yönetim tarafından belirlenen ilke ve amaçların mükemmel olmasına karşın, sergilenen pratik yaşamın aynı mükemmellikte olmadığını görürüz. Özellikle temel eğitim süreci, insaniliği (erdem, kardeşlik, hoşgörü, demokrasi vs.) amaçlarının temeline yerleştirmişken, bunu neden göremediğimizi hep sorgular ve bir sonuca da varamayız. Belirlenen hedeflerin gerçekleşmeme nedenini, esasında uygulanan yöntemler ve uygulayıcıların yeterlik düzeyinde de aramak gerekir. Bunun yanında bireyin eğitimi sürecinde öncelememiz gereken davranış modellerinin niteliği ve bu özelliklerin kazanılması sürecinde, salt okulların yetmeyeceği gerçeği çoğu kez göz ardı edilmektedir.

       Bizim geleneğimizin omurgasını oluşturan referans alanlarının genel teması, insanın kemale ermesi üzerine kuruludur. İnsan eğitimi, batılı anlamda formasyon kazanmadan öte insanın kendi varlığının tekamülü yani mükemmelleşmesi üzerine odaklaşır. Eğitim derken, öncelikle İnsanın Kamile yönelişi kastedilir. Demokrasiyi, batılı anlamda yönetsel işleyiş aşamalarına halkın müdahil olmasına fırsat verilmesi olarak anlamanın yanında; doğulu zihin yapısının “erdemini” esas alarak yeniden tanımlamak daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

       Hülasa; söylemde erdemi, hakkı, hukuku, helali haramı, hoşgörüyü kimseye bırakmazken, pratikte tam aksi uygulamalara her gün şahit olmaktayız. Özeleştirinin bir davranış haline gelmesi için okul programlarımızın içeriğinde, bu alana yönelik etkinliklerin arttırılması gerekir. Diğer yandan, sanal alemin cazibesi ile şekillenen zihinlerin, nasıl bir davranış sergileyeceği ve oluşacak yeni toplumsal yapının ne olacağı da, bu günün büyüklerini endişelendirmektedir.

       Son örnek bir örnekle yazıyı tamamlayayım.

       Kamuya belli alanlarda personel ya da bir bakanlık kendi içindeki personelden yönetici alımı yapmak için harekete geçer ve bunun için seçme yöntemi olarak “mülakatı” belirler.  Mülakat denilince öncelikle tecrübe edilen gerçekler hatırlanır. Kabul gören algı zaten olumlu değildir.  Yapılan için adil/ahlaki olmadığına başta kanaat getirilmesine rağmen, adaylar kendileri bile adam bulmanın peşine düşerler. Bu gerçeği toplumsal çerçevede analiz etmek gerekir. (Belki bir çaresizlik, belki yıllarca olagelen ve kabullenilen gerçekliktir.)  Lakin seçici heyetlerin; “-kesinlikle bakınız hak edeni seçeceğiz”  şeklinde doğrudan ve ikna edici bir deklarasyonu nedense hiç olamamaktadır.  Olan ne? Güçlü bağlantıları olan ile güya “kendinden olanın” seçimi yapılır. Üstelik seçici kurulun niteliğinin ne olduğu bile belirsizdir çoğu kez. Toplumca kabul gören bir ilahiyat profesörü;  “Torpille işe alınan kişinin aldığı tüm ücretler haramdır”  demişti. Aklıma şu geldi, o halde torpil yapanın durumu ne olacak? Tüm bunları düşünürken “eğitim şart” diyesim geliyor da; lakin bu işlerdeki tüm paydaşlar zaten eğitimli olunca neyin şart olduğunu bulmakta zorlanıyorum. 

       Netice itibariyle; “eğitim ve erdem şart…” Selam ve muhabbetle...

Zafer Özer-Eğitimci