Türklerin, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren makus talihi, aydın geçinen sınıfın kibirli olması, Türk halkına tepeden bakması ve küçümsemesidir. Türk halkının dişinden tırnağından artırıp verdiği vergilerle ilim fen öğrenip milletine hizmet etsin diye Fransa’ya gönderilen öğrencilerin bir kısmı, azınlıklarla iş birliği yaparak Osmanlı Devleti’ni yıkıp parçalamaya çalışmış, milletine ihanet etmiştir. Türk milleti aydın geçinen kesimin ihanetine yabancı değil, bilakis idmanlıdır. Türk milletinin birliğine, dirliğine ve güçlenmesine tahammül edemeyen sözde aydın sınıfının başta etnik, dini, siyasi ve etik sorunları vardır.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, güney sınırlarında ABD’nin desteğiyle kurulan kanton Kürt Devletinin gelecekte potansiyel tehlikesini görmüş ve Zeytin Dalı Harekâtı adıyla anılan bir askeri müdahale başlatmıştır. Ortadoğu’da emperyalist güçlerin taşeronluğunu yapan PKK, YPG, PYD ve DAEŞ adlı terör örgütleri, ABD’nin 4000 tır dolusu silah ve mühimmatı ile tam teşekküllü olarak donatılmış ve Türkiye’ye karşı eğitilerek savaşa hazır hale getirilmiştir. Plan belli, amaç belli, oyuncular ve figüranlar bellidir. İşte tam bu sırada emperyalist güçler, askeri müdahaleye karşı çıkmıştır. Batılıların askeri müdahaleye karşı çıkması doğaldır. Sorun onlar değildir. Sorun bu ülke vatandaşının vergisiyle okuyan, bu ülkenin ekmeğini yiyen, suyunu içen, bu ülkenin üniversitelerinde görev yapan sözde aydın sınıfın emperyalistlerle aynı dili konuşması ve ihanet çeteleriyle iş birliği yapmasıdır.

Türk Tabipler Birliği, askeri operasyona karşı olduğunu açıklaması, savaş karşıtı bir zihniyete dayalı olarak yapılan bir tepki bağlamında değerlendirildiğinde sorun değildir. Aynı durum 170 aydın kimliği taşıyan gayrı milli unsurlar için de geçerlidir. Bu unsurlar gerçekten savaş karşıtı mıdır? PKK öğretmen Aybüke Yalçın’ı, Necmettin Yılmaz’ı, Nejla Alten’i ve 150’den fazla öğretmeni şehit ederken, onları şehit eden eli kanlı terör örgütü PKK’yı kınamış mıdır? Bu aydınlar PKK mayın döşeyip, etek giyip, Molotof atıp askeri, polisi şehit ederken PKK’ya karşı bildiri yayınlamışlar mıdır? PKK köy basıp, yol kesip masum insanları, çocukları hunharca katlederken, PKK’yı protesto etmek için yürüyüş yapmışlar mıdır? Tabi ki hayır. Hiçbirisini yapmamışlardır. Tek benzer özellikleri terörist sevici olmaları, kandan ve kaostan beslenmeleri, katillerle ve çetelerle aynı safta yer almalarıdır.

Bu sözde aydınlar gerçekten aydın mıdır? Doğu Türkistan’da özgürlük isteyen ve bu yüzden zulme maruz kalan soydaşlarımız için, Myanmar’da sadece Müslüman oldukları için katledilen Müslüman kardeşlerimiz için, Mısır’da meydan da şehit edilen Rabia için, Afganistan, Bosna, Suriye ve Irak’ta Müslüman kanı içen Batılılar için yürüyüş yapmış, boykot yapmış, bildiri yayımlamışlar mıdır? Tabi ki hayır… Peki, bu davranışları bizi şaşırtmış mıdır? Aksini yapmış olsalardı mutlaka şaşırırdık… Dünya da bu kadar zulüm olurken hepsine sessiz kalıp, Türkiye’nin haklı müdahalesine köstek olmaya çalışmak, anlaşılır bir durum değildir. Sadece ihanet ile açıklanabilir…

Hastanelerde hastalara tecavüz edilirken, bıçak parası verilmezse asistanlar ameliyata girer diye hastalar tehdit edilirken, mesleki etik değerleri uygulamaktan aciz Türk Tabipler Birliği, asıl işine odaklaşıp sağlık hizmetlerinde kaliteyi artırmaya çalışmak yerine, bölücü hainlere destek bildirisi yapması ve hainlere moral vermesi affedilir bir durum değildir. Türk Tabipler Birliği’nin, sağlık işkolunda nitelikli sağlık hizmetleri konusunda çaba sarf etmesi, kaliteyi artırması beklenen ve özlenen bir durumdur.

Sözde aydınlar, para ile alınıp satılabilmekte, zulme çanak tutmakta ve düşman ağzıyla konuşmaktadırlar. Orhan Pamuk’ta aynı bıçağın demirindendir. Eserlerinin çoğunluğunu okudum ve beğenmedim. Edebiyatçılar bu konu hakkında daha iyi yorum yapabilirler. Edebiyatçı olmadığım için, alanım olmayan bir konuda konuşma yapmayı ya da makale yazmayı, bilimsel iddialarda bulunmayı etik bulmam. Orhan Pamuk Nobel Edebiyat Ödülü almadan önce “Türkler Ermenilere Soykırımı Yaptı” iddiasında bulundu. Bu iddia üzerinde hem ulusal hem de uluslararası medyada kıyamet koptu. Orhan Pamuk ölüm tehditleri almaya başladı ve Amerika’ya gitti. Orhan Pamuk, Ermeni Lobisini arkasına almak ve Nobel ödülüne sahip olabilmek için mi bu çıkışı yaptı? Orhan Pamuk kaç tane tarihsel araştırma yaptı? Hangi arşivleri inceledi? Hangi üniversitenin tarih bölümünde görev yaptı? Elindeki bilgi ve belgeler nedir? Elinde hiçbir belge ve bilgi yoktur. Sadece akıl yürüttü. Sonuç, Ermeni Lobisi, Türkiye hakkında kara propaganda da Türk vatandaşı bir kişinin ağzından dünya kamuoyuna hem de Nobel Ödül alan bir yazar tarafından duyurdu. Ermeniler açısından iyi bir propagandaydı. Sözde Türk aydını, Türk milletini arkadan hançerlemişti. Orhan Pamuk tarihçi olup, bilimsel bir çalışma yapıp bunu bilimsel bir dergide yayınlamış olsaydı, aynı tepkiyi göstermezdim.

170 sözde aydın arasında Baskın Oran da var. Baskın Oran’ın yayımladığı, Atatürk Milliyetçiliği kitabı doçentlik tezidir. Bu tezde Atatürk’ün ırkçı kafatasçı olduğunu iddia eder. Hatta Ankara’nın köylerinden getirilen ailelerin nasıl kafataslarının ölçüldüğünü anlatır. Baskın Oran’ın iddiaları doğrudur ama eksik ve yanıltma, karalama ve iftira amaçlıdır. Atatürk Afet İnan’ı Avrupa’ya gönderir. Git, bak, neler yapıyorlar, araştır, gel, der. Afet İnan Türkiye’ye döndüğünde izlenimlerini anlatmasını ister. Afet İnan, Avrupalılar ırkları 3 kategoriye ayırmışlar. Beyaz ırk, sarı ırk ve siyah ırk. Kendilerini beyaz ırktan kabul ediyorlar. Bizi bazıları sarı ırka dahil etmiş, bazıları da Türkler insan mı? Diye tartışıyorlar, der. Bu iddiaların kökenini Atatürk, Afet İnan’a sorar. O da, insanların kafataslarını kumpasla ölçüyorlar. Ona göre iddialarda bulunuyorlar, cevabını verir. Atatürk, o zaman biz de onların yöntemlerini kullanarak antitezi hazırlayalım, der. Kafatası ölçme hadisesi budur. Baskın Oran bu ön bilgiyi vermeden Atatürk’e saldırmış, Atatürk’ü ırkçı, faşist ve Hitler hayranı olarak göstermiştir. Aynı şahıs şimdi 170 sözde aydın içerisinde Zeytin Dalı Harekâtına karşı bildiriye imza atmaktadır.

Biz neden milli aydın yetiştiremiyoruz? Bu sorunun cevabını şöyle açıklamakta fayda görüyorum. Avrupalılarla son 10 yıldan beri Avrupa Birliği projelerinde yakından çalışma ve tanıma olanağı buldum. Avrupa Birliği projelerinde bizimle çalışan sosyalist öğretmen ve okul yöneticileri de var. Sohbetlerimiz esnasında önce Fransız, Alman, İspanyol, Portekiz, sonra sosyalist olduklarına şahit oluyorum. Bizim aydınımız önce sosyalist sonra bir türlü Türk ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olamıyor. Bu durumun en önemli nedeni, sosyal bilgiler programının millilik vasfını taşımamasından kaynaklanıyor olabilir. Bir ülkede iyi insan, iyi vatandaş yetiştirmenin yolu sosyal bilgiler programıdır. Sosyal bilgiler programı kadar öğretmeni, materyali de hayati önem taşır. İyi bir sosyal bilgiler programı, milli ve insani değerleri öğrencilere üst düzeyde kazandırabilir. Türkiye’de ideolojik insan tipi yetiştirme beklentisi, milli aydın yetiştirme beklentisinin önüne geçmiştir. Vatan kavramı, vatandaşlık, vatana bağlılık ve değerler; önce ailede sonra, okulda ve sosyal çevrede kazandırılır ve bireylerin bu değerleri içselleştirmeleri sağlanır.

Batı toplumları mikro ve makro düzeyde milliyetçidir. Bu milliyetçilik algısı kafatası milliyetçiliği değil, vatandaşlık ve aidiyete dayalı bir milliyetçiliktir. Ülke için var olmak, adanmak, çalışmak, üretmek ve mücadele etmek milliyetçiliğin özünü oluşturur. Bu konu hakkında yaklaşık 12 yıl önce Prof. Dr. Servet Özdemir hocamızla yaptığımız bir sohbet esnasında duyduğum bir olayı sizlerle paylaşmak isterim. Olay 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra Türkiye’den kaçan 5 Türk vatandaşı ile ilgidir. 3 tanesi aynı ilden diğer 2 tanesi de aynı ildendir. Fransa’ya siyasi sığınma talebinde bulunurlar. Fransa’ya Türkiye’den giden sosyalist öğretmen tercüman olarak mahkemeye davet edilir. Komisyonda Fransız Sosyalist Öğretmenler Birliği başkanı da vardır. Siyasi sığınma talebinde bulunanlara neden siyasi sığınma talebinde bulunduklarını sorarlar: Aynı ilden gelen 2 hemşehri, çok fazla çocuklarının olduğunu, geçinemediklerini, Fransa da çalışırlarsa iyi para kazanacaklarını ve çocuklarına iyi bir gelecek hazırlayacaklarını, bu yüzden Fransa’ya sığınmak istediklerini ifade ederler. Diğer 3 hemşehriye neden Fransa’ya siyasi sığınma talebinde bulunduklarını sorarlar. Onlar da: Türkiye’de demokrasi yoktur. Devlet katliam yapmaktadır. İnsan hak ve hürriyetleri askıdadır. Zulüm altındayız. Mallarımıza faşist devlet el koydu…. Gibi bilindik söylemleri dile getirirler. Komisyon toplantıya ara verir ve 15 günün sonunda yeniden toplanır. Türkiye’den giden öğretmeni değil, başkasını tercüman olarak davet ederler. Türkiye’den giden öğretmen, sonucu merak eder. Tesadüf eseri Paris’te gezerken Sosyalist Öğretmenler Birliği Başkanını görür. Kendisini tanıtıp sonucun ne olduğunu sorar. Sosyalist Öğretmenler Birliği Başkanı, 2 hemşehriyi, geçim sorunu olan Türkleri aldık, Türkiye’yi kötüleyen ve şikâyet edenleri sınır dışı ettik, der. Türkiye’den giden öğretmen şoktadır. Siz sosyalist değil misiniz? Neden zulme maruz kalanları almadınız diye sorar? Sosyalist Öğretmenler Birliği Başkanı şöyle cevap verir: Vatan ana gibidir. Siz hiç annesine fahişe diye hitap edip, toplumda saygı gören kişi gördünüz mü? Öz vatanına faydası olmayanların Fransa’ya da faydası olmaz. Ayrıca ben önce Fransız milliyetçisiyim sonra sosyalistim bayım”, der.

Sonuç olarak, 170 imzacı ve Türk Tabipler Birliği’nin bir kısım üyeleri, Türk aydını olmanın ve Türk olmanın dışında her şeydir. Milli ve etik değerlere bağlı olmadıkları gibi içsel tutarlılıkları da yoktur. Bu kişileri aydın yapan bizleriz. Bu kişilerin filmlerini izledikçe, bu kişilerin kitaplarını okudukça, bu kişilerin konserlerine gittikçe, ayrıcalıklı bir sınıf yaratıyoruz. Hak etmeyene hak etmediği unvanı ve statüyü vermek de abesle iştigaldir. Çocuklarınızın eğitimine odaklanın. Çocuklarınızı sanata, kültüre, edebiyata ve bilime yönlendirin. Milli akademisyen, milli sanatçı, milli yazar ve milli edebiyatçı yetiştirelim. Bizi düşmanla aynı safta yer alanlar değil, dar günümüzde, kötü günümüzde bizimle aynı safta yer alanlar kurtaracaktır. Unutmayalım…