Bu yazıda yapılan değerlendirme, söz konusu darbe girişiminin kriminal boyutu değildir. Sosyal olay/olgularda kriminal boyut aslında bir neticeden ibarettir. Devletimiz zaten bu işin kriminal yönünü meri ve muhkem yasalar çerçevesinde yürütmektedir. Bu tür problemlerde işin derinlerine inmeden (organizmada enfeksiyonun nüksetmesi gibi) çözmek ya da çözüldüğünü zannetmek sadece toplumun kendini kandırması anlamı taşır. Bu yazıda söz konusu konuya sosyal psikolojik, kısmen de teolojik açıdan ve giriş mahiyetinde bir değerlendirme yapılmıştır. Daha derin analizler yapmak, işin üstadlarının boyunlarına borçtur. Zira millet olarak artık kandırılma haline bir son vermek gerekir.

       15 Temmuzdan ders alma hikayesi çok konuşuluyor. 15 Temmuz’ dan ders alabilmek için ön hazırlık ya da ön koşul olarak yapılması gerekenler var. Zihni bir evrilme gerekir. Bunlar yapılmadan, 15 temmuz ve fetö oluşumuna yönelik olarak yapılıp edilenlerin “kalıcılığı” ne yazık ki pek mümkün değil. Bu zihni eşik aşılmadan yapılan her eylem, ya işi fark edememenin cahilliği ya da samimiyetten uzak ve tutarsız girişimlerdir. Bu olayın temelinde Türk toplumunun atadan miras aldığı ya da ilk devre öğrenme süreçlerinde yaşama anlam verme adına yaradanın emrine uymanın kavramsallaştırması olan “dindarlık” üzerine bir yaşam sürme talebi var. Bu talep muhafazakar/dindar ve milliyetçi yani toplumun %70 lik  kesiminin ortak paydası olarak değerlendirilebilir. Toplumun inanç yapısıyla, inanca yüklediği anlam ile alakalı bir husus. Daha teorik tanımlarsak, teolojik bir problem. Bu teoloji sorgulanmadan hiçbir zaman doğru, sağlıklı ve çözüm odaklı bir süreç işletilemez. Teoloji derken İslam inanç sisteminde mezhepsel taassubun kendini ihata ederken başvurduğu referans alanlarına bakmak gerekecekti.

       Bu minvalde her mezhep/fırka/cemaat/tarikat vs. kendini kurtulmuşlar kategorisinde; yani dini literatürde, “ Fırkai Naciye” olarak görürler. Her fırka, kendi dışındakilerle cenneti pek paylaşmaya yanaşmazlar. Cenneti kendi gibi düşünmeyenlerle paylaşmayan zihin, doğal olarak hiç bir iyiliği(hak/hukuk vs) paylaşmaz. (zihin bundan dolayıdır ki, ahlak üretemez) Her şeyden önce bu teolojinin masaya yatırılması ve sorgulanması gerek. Burada belirlenen ortak kabul, diğer aşamalardaki sorunların çözümünü sağlayacaktır. Ama, mevcut şartlarda  kim böyle bir şey istesin ki? Bu ülke insanları onlara benimsetilen inançların ana referans kaynaklarına kendileri ulaşıp, öğrenip ve temelli sorgulamalar yapmadan, inançlarını kendi akil halleriyle yeniden inşa etmeden, yine bebeklikten itibaren şartlanmalarla,  (bu işin pirleri var, bizler bilemeyiz, hoca/hacı efendi, şeyh efendimiz daha iyi bilir, biz ne bilebiliriz ki, biz daha okumayı bile bilmiyoruz, en iyisi teslim olalım kurtulalım) iradesini daha kurnaz akıl/iradelere teslim etmeyi ne yazık ki, dinin bir gereği olarak görmeye zorlanmış asırlarca…Bunun dışında olan kesimler hep din düşmanı, küfre hizmet eden kesimler olarak görülmüş.  Azıcık düşünüp de, olup biten nedir? demeye fırsat hiç verilmemiş. Her aşamada milleti durup düşünmekten uzak tutacak hadiseler inşa edilip, düşünmeyi çeldiren mağduriyet alanları oluşturulmuştur. Düşünmek zor olandır. Kolay olan belli hamaset, retorik/aforizmalar üzerinden eyleme geçmektir. Oysa eylemin temelini düşünceyle desteklemezsen varacağın yerin neresi olacağına sen değil, seni harekete geçiren odaklar belirler. Fetö oluşumu da, dindarlık oluşumları içinde yöntem/usul olarak daha rasyonel ve sistematik gitmiş, inanç sistemindeki bağlılık/bağımlılık esasını iyi işleyerek milyonları kendi etrafında toplamayı başarmıştır.

       Yıllar önce fetö oluşumunun dünyada böylesine rahat ivme kazanmasında yabancı istihbaratların olduğu ihtimalini dillendirdiğimizde bize sapkın/yoldan çıkmış diyenler olmuştu. Doğru… hiçbir daire içine giremeyince etrafı huzursuz edersin. Huzursuzluk vereni egale etmenin yolu, onu ötekileştirmek(sapık/sapkın/küfür vs.) en etkili çözümdü. Şimdi teolojiyi yeniden düşünelim, dindarlığın ilk adımı, sana bu işte vasıta olan örgütlenmelere bağlanmaktır. Bağlı bulunan yapıda önce daire/ilke belirlenir ve mensupların bu daireye bağlılığı sağlanır. Bu yapıya uydurma referans bulmanın ötesinde, bağlı/bağımlı bulunduğun liderde, senin hiçbir zaman ulaşamayacağın özel haller bulunduğunu, onun peygamber tarafından yönlendirildiğini, rüyada talimatlar aldığını kabul ederek koşulsuz bağlılık dönemine girilir. Nasıl olsa gelen emirler bir şekilde tanrıdan geliyordur. Böylesine mankurtlaşan dindar algının inşa ettiği kişilere, tanrı adına her eylemi yaptırabilirsin. İnancı böyle düşünenlere (eğer kendileri ayıkmazsa) yapabilecek hiçbir şey yok; en azından çok zor. Şimdi yine düşünelim; ülkemde bu tür oluşumların teolojisi (inanç sistemi) benzer şeyler değil mi? Bu olaylardan sonra fetö dışı oluşumlara bağımlı kişiler hep şunu dedi; ya bu zaten gerçek yorum değildi…biz güçlensek böyle şey yapmayız. Tabi bu gerekçelere ancak derinden gülmekten öte bir şey yapamıyor insan…Peki fark edilemeyen ne?

       Fark edilemeyen, inancın kişisel bir tercih olduğu, benimsenen yorumun ise sadece benimseyen(öznel anlamda) için bağlayıcı olabileceği, referanslar aynı olsa bile hiçbir zaman kişilerin benzer yorumlar çıkaramayacağı, hepsinin ayrı olabileceği, heterojen sosyolojilerde inançlar üzerinden bir uzlaşının olamayacağı, tek uzlaşı olunabilecek alanın toplumsal sözleşme metni yani evrensel(herkesçe kabul gören) yasalar olabileceği, devletin bir dini olamayacağı, devletin dininin adalet ekseninde yasalarla olabileceği ve devletin bu ölçüler içinde yönetilebileceği gerçeğidir. Eğer bir ders çıkarılacaksa bu gerçeğin öncelikle fark edilmesi gerek. Aynı teoloji üzerine olup, farklı görüntüler/aidiyetler üzerine olanların bu hain oluşumla mücadele ettiğini söylemeleri hakikaten akıllara zarar kahkahalık bir durum. Devlette metafizik mefkureler üzerinden uzlaşı/barış/motivasyon sağlanamaz. Devlet, tüm duygulardan arındırılmış, herkesi kuşatan, rasyonel bir oluşumdur. Can sıkıcı olsa da bunun artık bilinmesi ve eksiğiyle fazlasıyla Cumhuriyet yönetimi ve demokratik kültüre sahip çıkmak gerek. Hala bu gerçeği kabul etmede zorlanıyorsak, yaşadığımız acı tecrübelerden ders çıkarma yetisinden bile uzak olduğumuzun farkına bari varabilmek umuduyla. Milli Birlik ve Demokrasi Günümüz kutlu olsun. Selam ile…

Zafer Özer