Prof. Dr. Necati CEMALOĞLU
Nobel Kimya Ödülü’ne lâyık görülen Prof. Dr. Aziz Sancar, yurt dışında yaptığı çalışmalarla Amerikan Ulusal Bilimler Akademisi'ne kabul edilen üç Türk'ten birisidir. ABD'deki Kuzey Carolina Üniversitesi, Biyokimya ve Biyofizik Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Sancar, kanser tedavisinde 'ritmik saat' buluşuna imza atarak dünya çapında üne kavuşmuştur. 'DNA tamiri' ve 'hücre döngüsü kontrol noktası' gibi konularda yaptığı çalışmalarla da adını duyurarak Nobel Kimya Ödülü alan ve aynı zamanda bu ödülü kazanan ilk Türk olarak da ülkemizin gururu değerli bir bilim insanıdır.
Dr. Sancar’ın, bu ödüle layık görüldüğü açıklanır açıklanmaz kendisi Türkiye'nin ve dünyanın gündemine oturdu. Dr. Sancar ABD'de çalışan bir bilim insanı olduğu için, Türkiye'de çok fazla bilinmiyordu. Nobel Ödülü almasaydı, muhtemelen hiç bilinmeyecekti. Oysa önemli üniversitelerde görev yapmak, önemli araştırma merkezlerinde çalışmak, önemli dergilerde yayın yapmak, önemli buluşlara imza atmak; hem bilim insanları, hem çalıştıkları kurum, hem de o bilim insanlarını yetiştiren toplumlar açısından onur kaynağı olmaktadır. Biz de bu onuru, coşkuyu ve mutluluğu milletçe yaşamaktayız.
Dr. Sancar Nobel Ödülü’nü aldıktan sonra BBC adına yapılan bir röportajda, spikerin yönelttiği hassas sorulara net ve dikkat çeken cevaplar verdi. Bu röportajı okuyanlar cevaplardaki dikkat çeken detayları da fark etmiştir;
BBC: “Türkiye’nin neresindensiniz?”
Sancar: “Mardin, Savur.”
BBC: “Kürt müsünüz?”
Sancar: “Türk'üm.”
BBC: “Arap mısınız, kısmen mi Türk'sünüz?”
Sancar: “Türk'üm.” 
BBC spikeri: “Arapça mı konuşuyorsunuz?” 
Sancar: “Arapça konuşmuyorum, Kürtçe konuşmuyorum, ben Türküm. Ben Türküm, o kadar. Mardin'de doğmuşsam, Cizre'de de doğmuşsam, Kars'ta da doğmuşsam ben Türküm”.
BBC: “Başarınızı neye borçlusunuz?”
Sancar: “Benim başarım, Türk eğitim sisteminin ve Atatürk Türkiye'sinin başarısıdır.”
Bu röportajı yapan spikerin, bu büyük ödülü bir Türk’ün almış olmasını muhtemelen içine sindiremediği kanaatindeyim. Spikerin, Türkiye’deki terör olayları ve çatışma ortamının elverişli zemininde çatışma taraflarından birisi olarak, etnik ayrışmayı vurgulayarak kendi emellerine âlet etmeye çalışması ortadadır. Ancak başaramadı. Çünkü karşısında, milli değerleri, milli ülküleri kendisine şiar edinmiş, değerli Türk milliyetçisi bir bilim insanı duruyordu.
Dr. Aziz Sancar’ın Mardin ili Savur ilçesinden başlayan hayat hikâyesi incelendiğinde, Nobel Ödülü’nden daha değerli dersleri bize verdiğini görüyoruz. Sancar, on çocuklu çiftçi bir ailede yetiştiğini, okul ayakkabısı dışında bir ayakkabısının bile olmadığını anlattı. Yalın ayakla geçen bir çocukluk dönemini… Muhtaç olmasalar da, ekonomik sorunların yoğunlukta yaşandığı bir çevre ve aile ortamında yetişmenin zorluklarını … Çocukluk yıllarında mahalle mektebine gönderilmiş. Mektep hocasının uzun sopası yüzünden din eğitimini noktalamış. Daha sonra lisede kendi kendine Kur’an-ı Kerim okumayı öğrenmiş. Dr. Sancar’ın hayatı, siyasi olayların yoğun yaşandığı, çatışmaların ortasında kalan ve kararlılıkla “Türk milleti”ni vurgulayan bir vatan evladının hayat hikâyesidir. Hainlere, bölücülere ve emperyalizme karşı olan duruşu, O’nu, bu mücadelenin neferlerinden birisi olarak karşımıza çıkarmaktadır. İlginçtir ki, o dönemde eline silah alıp eylemlere katılmamış; mücadelenin kalemle, ilimle, irfanla yapılabileceğinin güzel bir örneği olmuştur. O kadar çok ders çalışmış ki, altı yıl boyunca yaşadığı İstanbul’u dahi, bir türlü gezme imkânı bulamamıştır. Mezun olduktan sonra Topkapı Sarayı’nın nerede olduğunu dahi bilmediğini röportajında dile getirerek, içinde kalan bir ukdesini aktarmıştır: İstanbul’u gezme ve tanıma ukdesi… Dr. Sancar, İstanbul Tıp Fakültesi’ndeki öğrencilik yılları, akabinde de Nobel'e uzanan o uzun yolculuğunda, çalışkanlığı alışkanlık hâline getirdiğini belirtmekte, öğrenme merakı ile yoğrulmuş bir öğrenme sürecini dile getirmektedir. Yeni projeler ve çalışma konuları üreten bir öğrenme koliği olarak geçen yıllar. Bu dönem, hocasının Sancar’a “Sen mi hocasın ben mi?” sorusunu yönelttiği zamanlardır. Bu konuşmadan sonra, Sancar’a tekrar Türkiye yolları görünmüştür… Türkiye’deki o günlere ait mevcut ortam ve sistemde belli çalışmaları yapma imkânı yoktur. Araştırma ruhu ve tutkusu onun yeniden Amerika’ya dönmesine sebep olur. Maalesef, Amerika’ya tekrar dönmesinin tek nedeni, 1970’li yıllarda Türkiye’de bu alanda yeterli bilimsel alt yapı ve tesisin olmamasıdır. Amerika’da onu zorluklarla dolu, sorunlu bir yaşam beklemektedir. Soğuk laboratuvarlarda sabaha kadar çalışır ve orada yaşar. Sınırsız öğrenme azmine sahiptir. Kalacak yeri yoktur. Yangın musluğundaki soğuk suyla yıkanır. Üniversitenin güvenlik görevlileri bu durumu bölüm başkanına bildirirler. Bölüm başkanı, bu durumun sebebini sorunca Dr. Sancar, kalacak yer ve para sorununun olduğunu, söyler. Üniversite yönetimi yatacak yer ve burs ayarlamak zorunda kalır. 
Dr. Sancar; çocukluk döneminden itibaren fakirliği sorun yapıp bu durumdan ülkesini, devletini sorumlu tutup, en yakın karakola saldırıp, köy yakmamış, polis-asker şehit etmemiş, öğretmen katletmemiş. Avrupa’ya Türkiye’yi şikâyet etmek için, kapı kapı dolaşmamış. Aksine bir bilim insanı olarak proaktif tutumlar sergilemiştir. Sürekli öğrenmeyi, çalışmayı ve kendini geliştirmeyi en sağlıklı çözüm yolu olarak görmüş. Terör ve şiddetin ağına düşmeden namusu ve onuruyla yaşamaya çalışmıştır. Bunun yanında öğretmenlerini anlatırken gözleri yaşararak, minnetle anıyor. Sadece kendi döneminden bile yirmi dört kadar profesör çıktığını anlatıp bununla övünüyor, gurur duyuyor…
Prof. Dr. Aziz Sancar’ın hayat hikâyesini araştırırken, rahmetli Mehmet Turgut’u hatırladım. “Japon Mucizesi ve Türkiye” adlı eserinde, yurtdışına ilk öğrenciyi Osmanlı Devleti’nin ve Japonya’nın gönderdiğini belirtir. Bu iki halkın öğrencilerinin, yurt dışındaki tutum ve davranışlarını çarpıcı bir farklılığını irdeleyerek anlatır: Türk öğrencilerin sabahlara kadar barlarda alkol alıp şiir okuduklarını, o devirde kendi ülkelerinde rahatça yapamadıkları pek çok davranışı deneyimleme fırsatı bulduklarını ve bu sebeple de bohem bir hayat sürdüklerinden söz eder. Japon öğrencilerin ise, “Acaba bu ülkeden ne öğrenebiliriz? Ülkemize hangi bilgileri götürebiliriz?” sorusuna cevap arayarak büyük bir sorumluluk duygusu ile çalışıp çabaladıklarını hayranlıkla dile getirir. Türk öğrencilerin politize olarak, eğitim gördükleri alanda beklenen temayüzü gerçekleştiremediklerini, Anadolu’ya geçerek, isyan çıkarıp isyanları teşvik ederlerken; Japon öğrencilerin, bugünkü Japon mucizesini yaratan teknolojik alt yapıyı öğrenip ülkelerine taşıdıklarına değinir ve bu derin üzüntüsünü okuyucularıyla paylaşır.
Prof. Dr. Aziz Sancar, her gittiği yerde Türk olduğunu gururla ifade ettiğini söylemektedir. Bu durumu ise; Türklüğün etnik değil, bir üst kimlik olarak algılanması olarak açıklar. Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olduğu için, bu kimlikten onur duyduğunu her zaman dile getirmektedir. Bu milletin parasıyla okuduğundan bahsederken tevazu ile vefa örneği sergileyerek, “aydın insan” kavramı ile tam örtüşen bir tutum sergilemiş, tersi davranışlar sergileyen sözde aydınlara “sözde” olduklarını hatırlatmıştır. Türk milletinin mensubu olmaktan onur duyduğunu söylemekten imtina etmeyerek “özde” vefa ve aydınlık yüreğini tüm dünyaya gururla ifşa etmiştir. Dr. Sancar bu sebeple, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın coşkusunu yaşayan bir vatan evladıdır. İşte cumhuriyetin vatandaşlık tanımı budur. Dr. Sancar’ın, “Doğu Türkistan'a özgürlük” sloganı yazılı giysisi ile derslere girmesi, Nobel Ödülü’nü kazandığında Atatürk’ün portresi kapanmasın diye yan durarak poz vermesi, aldığı ödülü Anıtkabir’e bağışlayacağını ifade etmesi bu vefanın, yüce gönüllüğünün yansımasıdır. 
Prof. Dr. Aziz Sancar, bu toprağın insanıdır. Türk toplumunun dini, kültürel ve tarihi tüm değerlerini içselleştirmiş abide bir şahsiyet özelliği taşımaktadır. Nobel Ödülü’nü alacak bilim adamları yetiştirebiliriz ama Türk milletine saygı duyacak, onu baş tacı yapacak bilim insanları maalesef her zaman yetiştiremiyoruz. 
Şimdi, adına bir üniversite kurmanın tam zamanıdır. Sosyal tesislere, caddelere, okullara, araştırma merkezlerine adını vermek gerekir. Ders kitaplarına Dr. Sancar hakkında bilgiler yazmalı ve Türk paralarının üzerine fotoğrafını koymalıyız. Topçu, popçu olma hayali kuran gençlere güzel bir örnek olmaz mı? 
Sayın Aziz Sancar, iyi ki varsın. İyi ki, ön koşulsuz vatan sevgin var. İyi ki Türk evladısın...
Sonuç olarak eğitim sistemi; öğrenmeyi öğrenen, araştıran, üreten ve sorun çözen insan tipini yetiştirmek zorundadır. Bu insan tipinin aynı zamanda, milli ve manevi değerlere bağlı, önkoşulsuz ekmeğini yediği vatanının sevgisini edinmiş, mensubu olduğu milletiyle barışık ve milletinin ortak kültürünün aktif bir taşıyıcısı olması gerekir. Eğitim sistemleri, kişiliğinde etik değerleri de barındıran Prof. Dr. Aziz Sancar gibi kişileri yetiştirdikçe, hem ulusal hem de uluslararası ölçekte büyük işler başarmamız mümkündür. Aydın bir kişi olarak, bir milletin ferdi olmanın coşkusunu yaşayan, vefalı yeni nesiller yetiştirmek dileğiyle…
Kaynaklar 
Turgut, M. (1999). Japon mucizesi ve Türkiye. İstanbul: İş Bankası Yayınları.
http://www.internethaber.com/aziz-sancar-ailesi-sasirtti-arap-mi-kurt-mu-818475h.htm
http://www.milliyet.com.tr/aziz-sancar-nobel-odulunu-ald-gundem-2128354/
http://www.gazeteport.com/haber/192071/ben-turkum-o-kadar