Eğitim örgütleri üzerinde yapılan araştırmalar incelendiğinde, okullarda örgütsel sessizlik, örgütsel sinizm, örgütsel çatışma, mobbing gibi, okul örgütünün barış ortamını olumsuz yönde etkileyen pek çok değişkenin varlığı görülmektedir.

Örgütsel barış kavramının uluslararası karşılığı araştırıldığında, örgütsel barış kavramının doğrudan karşılığının olmadığı, örgütsel huzur ya da örgütsel mutluluk kavramları ile ifade edildiği anlaşılmaktadır. Bir örgütün, örgütsel barış ortamının bozulduğunu nasıl anlayabiliriz? Eğer bir örgütte çalışan her iki kişiden biri mobbing mağduru ise, her dört çalışan kadından biri ya da ikisi cinsel tacize maruz kalıyorsa, her iki çalışandan birisi örgütsel sessizliğe bürünmüş, her iki çalışandan birisi, kurum dışında, çalıştığı okul ya da kurum hakkında menfi propaganda yapıyorsa, örgütte çatışma yönetilemez hale gelmişse, o örgütün örgütsel barış puanının düşük olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir.

Örgütsel barış ortamı bozulursa, çalışanlar örgütün amaçlarından uzaklaşmaya, reaktif davranışlar sergilemeye, kaytarmaya ve örgütün araçlarına zarar vermeye başlar. Örgütün başarısı düşmeye, kaynaklar israf edilmeye, yetişmiş insan gücünün kaybına, personel hareketliliğine ve entropiye neden olur. Örgütte barış ortamının bozulması, örgütsel güven kavramı ile doğrudan ilişkili olduğu için, çalışanlar birbirine güvenmemeye başlar. Bu güvensizliğin neticesinde bir türlü takım olamayan, etik dışı davranışlarla birbirinin ayağını kaydırmaya, gereksiz şikâyet ve iftiralarla çalışanlar susturulmaya çalışılır. Çoğu zaman bu eylemler plansız olabilir ve süreçte görev alanların büyük bir çoğunluğu doğru bir değere hizmet ettiği düşünerek eylem kimliklemesi yapabilir. İşin asıl ilginç tarafı, baskı ve zulüm ile muhataplarını etkisiz hale dönüştürmeye çalışanların, bunu uhrevi bir inançla ilişkilendirip, yanlış davranışı rasyonelleştirmesidir.

Örgütsel barış, ilk darbesini atama, yükseltme ve ödüllendirme sistemine vurulan darbe ile alır. Öğretmen olan bir birey, göreve başladığı ilk gün ilk saat eğer iyi çalışır, kendisini yetiştirir ve nesnel ölçütleri sağlarsa, bir gün Milli Eğitim Bakanlığı’nda müsteşar olabileceğini düşünür, buna inanır. Zamanını mesleğinde kendini geliştirmeye, alanda temayüz etmeye, üniversiteye, kütüphaneye ve araştırmaya harcar. Vakti saati gelince de emeğinin karşılığını alırsa, liyakat ve kariyer yönetim sisteminin varlığından söz edilebilir. Bu durum, gayri meşru yollarla statü olmayanlara yaşama hakkı tanımadığı için örgütsel barışın yaşamasında ve güçlenmesinde itici rol üstlenir. Eğer örgütte atama ve yükselme kriterleri, siyasilerin kapısının önünde bekleme, el ayak öpme, Sivil Toplum Örgütlerinin binalarında, miting ve eylem meydanlarındaki fanatik davranışlara göre oluyorsa, örgütsel barış kavramı büyük darbe almış, yıkılmış ve kaosa alt yapı oluşturulmuş olur. Bu bozulmamış, dejenere olmamış, etik işgören; okul yöneticisinin nesnel olmayan ölçütlerle atandığına şahit oldukça, örgüte olan güvenini, inancını yitirmeye başlar. Baskı ve zulüm gördükçe susmaya, sadece okula gelip derse girmeye, öğretmenler odasından kupasıyla çayını alıp sınıfına çıkmaya başlar. Bu durum korku ve ispiyon kültürünün, yıldırmanın, kuralsız bir şiddetin hazin öyküsüdür. Kamu vicdanını yaralayan öğretmen seçme sistemindeki mülakat uygulandıkça, işgörenler daha çok öğrenmeyi değil, daha çok fanatik olmayı, daha çok okumayı değil, daha çok miting alanlarında bulunmayı tercih eder hale gelir. Stajyerliğin kaldırılması için “x” ya da ”y” sendika üyesi olması teklif ediliyor, aksi takdirde hak kaybına uğrayacağı şeklinde şantaja maruz kalıyorsa, örgütte işlerin nasıl yürüdüğünü görmeye ve kültüre entegre olmaya başlar. Bu sürecin sonucunda eğitim siyasallaşır, siyasallaştıkça eğitim amaçlarından uzaklaşmaya ve başarısız olmaya başlar.

Öğretmen asgari şartları yerine getirdiğinde mesleğinde yükselmeyi bekler. Bu beklentisi karşılanmayıp kifayetsiz muhterislerin başına yönetici olduğunu gördükçe kırılmaya, incinmeye, yaralanmaya ve mesleğinin motive edici unsurlarından uzaklaşmaya başlar. Bu süreç onun kısmen mobbing mağduru olmasında, örgütsel sessizliğe bürünmesinde, çatışma yaşamasında ve örgütsel bağlılığının düşmesinde etkili rol oynar. Aynı zamanda kendini yetiştirmekten, bilgi ve beceri sahibi olmaktan uzaklaşıp, gereksiz tartışmaların, sürtüşmelerin, itilip kakılmaların öznesi haline dönüşür.

Örgütsel barışın kaybolduğu örgütler, fırtına öncesi sessizliği yaşamaya başlarlar. Sessizlik bazen en büyük tepkidir. Henry David Thoreau’nun “Sivil İtaatsizlik” kitabı ve Mahatma Gandi’nin Hindistan Özgürlük Hareketi’nde kullanılan sessiz tepki, ortaya çıkar. Sessiz tepki bir reaksiyon biçimidir. Örgütsel sessizliğe bürünen çalışan üretmez, proje geliştirmez, gönül gücünü örgüte sunmaz. Sadece mesai saatini doldurur. Sessizlik; acı, çığlık ve isyan içerir. Çalışanlar kurum değiştirmeye, istifa etmeye ve erken emekliliğe zorlanır. Okulları diğer örgütlerden ayıran en büyük özelliği hammaddesinin insan, hava boyutunun yapı boyutundan daha önemli olmasıdır. Ruh sağlığı ile oynanan öğretmen, sınıfta iyi bir öğretmen, öğrenen öğretmen ve öğrenci, veli ve çevreyle etkili iletişim kurabilen çalışan olamaz. Sonuç, iyi eğitilmeyen öğrenciler, öğrenciye şiddet uygulayan öğretmen, öğretmenine şiddet uygulayan öğrenci ve veli olarak süreçte fasit bir daire şeklinde dönmeye başlar.

Okulların, örgütsel barış kavramı okulla sınırlı değildir. Okul, toplumsal barışın sağlandığı kurumlardır. 12 Eylül 1980 yılından önce okullarda yaşanan terör olayları 5 bin gencimizi toprağa vermemize, okulların bombalanmasına, yakılmasına ve öğretmenlerin şehit edilmesine kadar varan, şehirlerin kan gölü haline geldiği dönemlerdir. Siyasetin girmeyeceği üç alan; okul, cami ve ordu teşkilatı olmalıdır. Bu üç alana siyaseti sokarsanız 15 Temmuz hain darbe girişimini, okullardaki çatışma alanlarını ve cemaatlerin, tarikatların kendilerine özel cami inşa ettikleri din ve toplum yaratırsınız. Bugün kendinize güç olarak, hak olarak gördüğünüz her şey, düzeni bozulmuş, şirazesi kaymış bir halde geri döner. Ahmet Necdet Sezer bir oy alan adayı rektör atadığında tepkiye neden olmuştu. Abdullah Gül de, bir oy alanı rektör atadığında tepkide bulunanlar oldu. Tepkide bulunanlara Ahmet Necdet Sezer’in bir oyla atadığı rektör hatırlatıldı. Yarın, yakın gelecekte benzeri bir olay yaşanmaması için, iki yanlışı alt alta toplayıp bir doğru bulma çabasından vaz geçmek gerekir.

Örgütlerde eşitlik, adalet ve hukukun üstünlüğü sağlandığında örgütsel barış ortaya çıkar. İslam peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (SAV) bir hadisinde buyuruyor ki: İşi ehline veriniz. Eğer işi ehline vermezseniz, liyakati ortadan kaldırır nepotizmi tesis edersiniz. Yeterli ve yetenekli olmayanlarla kadro kurarsanız, millet olarak kaybedersiniz. Hak etmeyene kadro vermek de ihanettir. Hak etmeyenin de makam ve mevki işgal etmesi de ihanettir. Türkiye 3 milyarlık İslam toplumunun, 400 milyonluk Türk dünyasının ve mazlum milletlerin tek umududur. Hata yapma hakkı, lüksü yoktur. Güçlü bir kariyer sistemi, sadakat, namus ve etik değerlerle aşılamayacak hiçbir engel bulunmamaktadır. Bütün bunlar, Türk milletinin tarihi mirasında, genetik kodlarında ve Atatürk’ün de ifade ettiği gibi “Damarlarında dolaşan asil kanda mevcuttur.”