Maarif müfettişliği yaptığım yıllarda, denetim amaçlı Şanlıurfa’da ilkokul birinci sınıflardan birisini ziyaret etmiştim. Sınıfta 34 öğrenci vardı. Öğrencilerin hepsi bana biraz merak, biraz şüphe, biraz da ilgiyle bakıyorlardı. Öğrencilerle tek tek konuşup sohbet etmeye başladım. Bu sohbetler sırasında olumlu bir hava yakalamıştım. Hem öğrencilerin öğrenme durumlarını kontrol ediyor hem de sınıfta yapılan faaliyetleri inceliyordum. Bu sırada,  gözlerim duvarda asılı olan büyük bir panoya takıldı. Merakla panonun yanına gittiğimde sınıftaki öğrenci sayısı kadar elma resmi ve her öğrencinin elma resimleri içerisinde fotoğrafı olduğunu gördüm. Bazı elmalar kırmızı bazıları ise sarı renkliydi. Öğrencilere dönüp baktığımda bazı öğrenciler, utançla başlarını önlerine eğip yüzlerini saklıyor, bazıları da göğüslerini kabartıp dik durup bana heyecanlı gözlerle bakıyorlardı. Dik duranlar, elması kırmızı olanlar; utananlar ise elması henüz kızarmayanlardı. Öğretmene bu panonun ne işe yaradığını sordum. Öğretmen öğrencileri güdülemek, başarıyı artırmak için böyle bir uygulama başlattığını ve olumlu sonuçlar aldığını söyledi. O an içimin acıdığını, yüzümün kızardığını, eğitimciliğimden utandığımı hissettim. Tüm bu duygular, başarısız olan öğrencilerle yaptığım bir empatinin sonucuydu. Öğretmenden bu panoyu kaldırmasını istedim. Öğretmen bana bunun gerekçesini sorduğunda ise ona şu açıklamayı yaptım. Hırsızı, yalancıyı, dolandırıcıyı teşhir edemeyen bir devletin; öğrenim hayatının ilk yılında başarısızlığı teşhir ederek öğrencinin ruh sağlığını bozan bir öğretmen kimliği yarattığını, hayatlarının ilerleyen dönemlerinde bu uygulamanın öğrencilerin kendileri haklarında olumsuz duygular yaratarak geleceklerini etkileyeceğini uzun uzun anlattım. Öğrencilerin birinci sınıfta hayatları boyunca kullanacakları işaretlerin dilini öğreneceklerini, bu sayede çok önemli bir beceri kazanacaklarını, bu aşamadaki başarısızlığın teşhir edilmesinin ileride telafi edilemez sorunlar yaratacağını belirttim. 

Ödül ve başarıyı konu alan bir örnek olay, ödül-başarı ilişkisini net bir şekilde anlatır: Amerika’da bir baba, oğluna okuduğu her kitap başına elli dolar vererek çocuğuna kitap okuma alışkanlığı kazandıracağını düşünür. Bu amaçla aldığı bir kitabı çocuğuna verir ve bir gün sonra bu kitabı okuyup gelirse kendisine elli dolar vereceğini söyler. Çocuk kitabı alıp odasına çekilir. Bir gün sonra çocuk elinde kitap ile babasının yanına gelerek kitabı okuyup bitirdiğini söyler. İşin başında konuştukları gibi babasından bu kitabı okumanın karşılığı olarak elli dolarını ister. Baba, çocuğuna kitabı okuyup okumadığını sorar. Çocuk ise kitabı okuyup bitirdiğini söyler. Baba, çocuğun elinden kitabı alarak kitabın son sayfasını açar ve kitabın son sayfasına yapıştırılmış olan elli doları gösterir ve üzgün bir hâlde: ‘’Eğer kitabı okumuş olsaydın son sayfada yapıştırılmış olan elli doları görürdün.’’ der. Örnek olay incelendiğinde baba ile çocuğunun amaçlarının birbirinden farklı olduğu ortadadır. Babanın amacı, ödül karşılığında çocuğuna kitap okuma davranışını kazandırmak iken; çocuğun amacı emek sarf etmeden elli dolara yani ödüle ulaşmaktır. Bu örnek olayda ödül, etik bir sorunun ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
Çocuktan beklenen her olumlu davranış, bir ödülle ilişkilendirilirse olumlu kazanımlar beklemek ne kadar gerçekçidir? Bu sorunun cevabını, deneyimlediğim bir örnek olay ile sizlere açıklamak isterim. Küçük oğlum Eren’in boyu biraz uzadığı için eski bisikleti onun için artık kullanışlı değildi. Bana yeni bir bisiklete ihtiyacı olduğunu söyledi. Ben de eski bisikletini inceledikten sonra yeni bir bisiklet almaya karar verdim. Birlikte bisikletleri incelerken Eren’in sınıf öğretmeni tesadüfen orada bizi gördü ve yanımıza geldi. Eren’e yeni bir bisiklet alacağımızı söyledim. Öğretmeni ise böyle bir alış-verişin Eren için iyi olacağını, bunu hak ettiğini, derslerine iyi çalıştığını söyledi. Ben de Eren’in derse çalışmasının güzel bir davranış olduğunu ancak bisikleti, Eren’in derse çok çalışmasından dolayı almadığımı sadece yeni bir bisiklete ihtiyacı olduğu için almak istediğimi söyledim. Öğretmen, yine aynı cümlelerini tekrar etmeye başladı. Defalarca, Eren’in başarılı olduğunu ve bu bisikleti Eren’e mutlaka almam gerektiğini söyledi. Bu konuda benim ve öğretmenin paradigması çok farklıydı. Ben, Eren’in ihtiyacı olduğunu söylüyordum; öğretmen ise Eren’in derse çalıştığı için bisikleti hak ettiğini söylüyordu. Eren, yeni bir bisiklet alınsın diye ders çalışmıyordu. Yeni bir bisiklet onun ihtiyacıydı. Aynı şekilde çalışmak, öğrenmek ve araştırmak da onun ihtiyacıydı.

Diğer taraftan, şimdiye kadar ödül ve kazanımlar hakkındaki örneklerimiz şu soruyu akla getirebilir: “Ödül bazen ceza olabilir mi?’’ Bu konuda kızının sürekli olarak bilgisayarda oyun oynamasından şikâyetçi olan Ispartalı bir annenin şikâyetini örnek olay olarak ele alalım. Bir anne, bana kızının günde ortalama 4-5 saat bilgisayarda oyun oynadığını, dışarıya çıkmadığını, derslerini ihmal ettiğini söyledi ve bana “Kızımı bu durumdan nasıl kurtarabilirim?’’ diye sordu. Ben de ona, kızından ücret mukabilinde günde 5 saat bilgisayar oynamasını ve her saat başına 10 TL vereceğini taahhüt etmesini söyledim. Anne çok şaşırdı ve bunun mümkün olamayacağını, daha çok oynayacağını söyledi. Ben bu ödülü bir hafta uygulaması gerektiğini ve nasıl uygulayacağını anneye anlattım. Sabah saat 06.00’da kızınızı uyandırıp bir saat bilgisayarda oyun oynamasını istemesini, arkadaşları ile etkinlik yapacağı saati, en sevdiği işleri yaptığı zamanları ve ödev saatini seçip ısrarla oyun oynatmasını önerdim. Belli bir süre sonra beni arayan anne, kızının parayı da istemediğini, bilgisayar oynamaktan da vazgeçtiğini iletti. Bu durumda yapılan şey çok açıktı. Çocuk için oyun olan durum, ödülle göreve dönüştürülmüştü. Görev ise çocuk tarafından tepkiyle karşılanmış ve bu tepki sonucu olumsuz bir durum ortadan kalkmıştı. Sonuçta ödül gibi görünen bazı uygulamalar, istenmeyen bazı durumların ortadan kalkmasında etkili rol oynayacak kadar ceza algısı yaratabilir. Hatta ödül ve ceza öğrenme ile alışkanlık kazandırma sürecinde aynı etkiyi gösteren özelliklere sahip iki kardeş olarak kabul edilebilir. 

  ‘’Ödül, başarıyı artırmada etkili bir değişken görevi üstlenir mi?’’ Bu sorunun cevabını bulmak için Lepper ve Green’in (1978) okul öncesi öğrencileri arasında yaptığı bir çalışmanın sonucunu analiz edebiliriz. Araştırmacılar; okul öncesi öğrencilerinden, serbest zamanlarını resim çizerek geçirmeyi seçenleri belirleyerek bir deney planlamış. Bu çocukların severek yaptıkları bir aktiveyi ödüllendirmenin sonuçlarını belirlemeye çalışmışlardır. Araştırmacılar öğrencileri üç ayrı gruba ayırarak ilk grubu “ödül teklif edilen öğrenciler” olarak belirlerler. Bu çocuklara, üzerinde mavi bir kurdele ve öğrencinin adına yazılı “iyi oyuncu” sertifikasını göstererek buna sahip olacağını söylerler. Öğrencilere, ödülü kazanmak için resim yapıp yapamayacaklarını sorarlar. İkinci grup “ödül teklif edilmeyen öğrenciler” grubu olarak belirlenir. Araştırmacılar, onlara sadece resim yapmak isteyip istemediklerini sorarlar. Resimleri bittiğinde onlara “iyi oyuncu” sertifikası vereceklerini belirtirler. Üçüncü grup ise “hiç ödül verilmeyecek olan öğrenciler” grubudur. Araştırmacılar, onlara da resim yapmak isteyip istemediklerini sorarlar. İşin ilginç tarafı, bu öğrencilere sertifika vereceklerini taahhüt etmedikleri gibi araştırma sonucunda da sertifika vermeyeceklerdir.  Araştırma sonucunda ödül teklif edilenler, ödül teklif edilmeyenler ve hiç ödül verilmeyenler, resimlerini bitirip teslim ederler. İki hafta sonra öğretmenler okul öncesi öğrencilerinin serbest zamanlarında, onlardan kâğıt ve kalem çıkarmalarını isterken araştırmacılar da gizlice çocukları gözlemlemeye başlar. “Ödül teklif edilmeyen çocuklar” ile “hiç ödül verilmeyecek olanlar” aynı coşkuyla, tıpkı deney öncesindeki gibi keyif alarak resim yapmaya koyulurlar. Fakat ilk gruptakiler, başta ödül teklif edilen ve resimleri bitince ödüllendirilenler bu sefer ilgisiz kalırlar ve bu gruptakilerin resim yapmak için daha az zaman ayırdıkları görülür. Başka bir anlatımla ödüller, bir davranışsal simya yaratmıştır. Bu çalışmanın sonucu şudur: “Ödül, ilginç bir görevi sıkıcı bir angaryaya çevirebilir, oyunu iş hâline getirebilir. İçsel güdülenmeyi yok ederek performans, yaratıcılık ve hatta dürüst davranış olgularının domino taşları gibi devrilmesine yol açarak olumlu tutumları da zincirleme bir etkileşimle yerle bir edebilir. Ödüller, oyunu zorunlu bir göreve dönüştürebilir (Pink: 2009, s.47-49).

Ödül ve başarı arasındaki ilişkiyi saptamaya yönelik diğer bir araştırma da,  benzeri sonuçlar taşımaktadır. Bu çalışmayı araştırmacı Deci (1969), deney ve kontrol grubu olarak iki grup oluşturarak gerçekleştirmiştir. Bu süreçte gruplardaki her öğrenci, üç gün arka arkaya düzenlenen seanslara katılırlar. Seanslarda, öğrenciler bir odaya girip üstünde yedi adet soma küpü parçası, üç bulmaca konfigürasyonu çizimi ve Time, The New Yorker ve Playboy dergilerinin bir nüshası bulunan bir masaya oturtulur. Deci, masanın karşı tarafındaki sandalyeye geçip talimatları açıklar ve bir kronometre ile zaman tutmaya başlar. İlk seansta her iki grubun üyeleri, soma parçalarını önlerinde duran konfigürasyonlara göre birleştirmek durumundadır. İkinci seansta, aynı şeyi farklı çizimlerle yaparlar ama bu defa Deci, deney grubuna başarılı bir şekilde yapacakları her şekil için 6 dolar vereceğini söyler. Kontrol grubu ise yeni çizimlere göre küpleri bir araya getirecek ama karşılığında para almayacaklardır. Üçüncü seansta, her iki gruba da yeni çizimler verilir ve bu çizimlere göre küpleri dizmeleri istenir. Her seansın ortasında bir ara verilir. Bir katılımcı, soma parçalarını üç çizimden ikisine göre yapıp bitirdiğinde Deci deneyi durdurmakta, dördüncü çizimi belirlemek için küpleri birleştirme sürelerini bir bilgisayara yüklemesi gerektiğini söylemektedir. Oda büyüklüğünde ana bilgisayarların standart olduğu, masaüstü bilgisayarların henüz olmadığı 1960’ların sonlarında bunun anlamı, Deci’nin bir süre odadan uzaklaşması anlamına gelmektedir. Dışarı çıkarken katılımcılara “Birkaç dakika sonra döneceğim. Siz ben yokken istediğinizi yapabilirsiniz” der. Ama Deci, aslında antika bir bilgisayara sayı girişi falan yapmaya gitmemiştir. Onun yerine deney odasına bitişik, tek taraflı bir ayna ile içeriyi görebileceği yan odaya geçerek sekiz dakika boyunca öğrencilerin tek başına kaldığında ne yaptıklarını gözlemektedir. Bulmaca ile uğraşmaya devam mı ediyorlar? Üçüncü çizimi yeniden oluşturmaya mı çalışıyorlar? Dergileri karıştırmak, orta sayfa güzelini incelemek, boş boş bakmak veya iki dakika kestirmek gibi şeyler mi yapıyorlar? İlk seansta beklendiği üzere, deney ve kontrol grubu katılımcılarının sekiz dakikalık boş süre içinde yaptıkları arasında pek bir fark görülmez. Her iki grubun üyeleri de üç buçuk ile dört dakika arasında bulmaca ile oynamaya devam ederek onu ilginç bulduklarını göstermişlerdir. 

İkinci gün, deney grubu üyelerine her başarılı küp birleştirme girişiminden sonra para verildiği, kontrol grubu üyelerine ise herhangi bir ödeme yapılmadığı gündür.  İkinci grubun üyeleri ilk gün ne yaptılar ise aşağı yukarı aynı şeyleri ikinci gün de yapmaya devam ederler. Fakat para verilen grup üyeleri, birdenbire soma parçalarına gerçekten ilgi duymaya başlarlar. Deney grubu üyeleri, ikinci gün, ortalama olarak beş dakikadan uzun bir süre bulmaca ile uğraşır. Belki üçüncü çizim için antrenman yapmak belki de Deci döndüğünde ondan bir bira parası daha kazanma şanslarını arttırmak için bulmaca ile ilgilenme sürelerini uzatırlar. Bu durum gayet mantıklı olarak görülebilir. Güdülenmeye dair inanışlarımızla da son derece tutarlı bir sonuçtur. Ödül verirseniz daha çok çalışırlar! Üçüncü gün olanlar, Deci’nin güdülenme olgusunun ilginç bir işleyişi olduğuna dair şüphelerini doğrularken modern yaşamın genel kabul görmüş ilkelerinden birini de tartışmaya açacaktır. 

Deci, üçüncü gün deney grubuna, sadece ilk gün ödeme yapmaya yetecek miktarda parası olduğunu söyler. Üçüncü gün yapılacak seanslarda ödeme yapılmayacaktır. Daha sonra deneyleri planladığı şekilde yürütür. İki bulmaca çözümü ve Deci’nin deneyi sonlandırması… Takip eden sekiz dakikalık boş sürede, para ödenmeyen kontrol grubundaki denekler, daha önceki seanslara göre bulmaca ile daha uzun süre oynamışlardır. Belki ilgileri artmıştı belki de istatiksel bir gariplik söz konusu idi. Ama deney grubundaki deneklerin tepkisi farklılaşmıştır. Bulmaca ile oynamaya daha az zaman harcamışlardır. Para aldıkları seans sırasında harcadıkları süreden iki dakika ve daha da ilginç olanı, bulmacalarla ilk karşılaştıkları ve göründüğü kadarı ile onlarla oynamaktan keyif aldıkları birinci seansta harcadıkları süreden tam bir dakika daha az ilgilenmişlerdir. Deci, bir anlamda Harlow’un yirmi sene kadar önce yaptığı keşfi bu deneyi ile doğrulamış ve güdülenmenin bilim adamları ve sıradan insanların düşündüğünün tam tersi yönünde işleyen yasalarla şekillendiğini ortaya koymuştur: ‘İş yerinden, oyun sahasına kadar her zeminde insanları neyin harekete geçirdiğini artık biliyorduk. Ödüller, özellikle de yüzü sıcak olan nakit para, insanların ilgisini ve performansını arttırıyordu.’’ Deci’nin bulduğu ve kısa bir süre yaptığı ilave iki araştırma ile doğruladığı durum ise bu sonucu çürütür nitelikte idi. Deci’nin araştırmasının nihai sonucu: “Ödül sistemi ile denekler, belli bir faaliyet için duydukları içsel ilgiyi yitirirler” Pink, 2009, s.15-19).

Yukarıda bahsedilen ve tartışılan tüm anlatımlar, ödül anlayışının sorgulanması gerektiği kadar asla terk edilmeyen bir uygulama olduğunu göstermektedir. Ödül karşılığı uyumak, ödül karşılığı kitap okumak, ödül karşılığı ders çalışmak, ödül karşılığı proje yapmak bizim alışılmış bakış açımızın sonucu, doğru algıladığımız davranışlardır ve bireylerde bağımlılık oluşturur. Bu bağımlılık oluşmaya başladığı andan itibaren birey, kendi kendini harekete geçirecek dinamikleri kaybetmeye başlar. Geleneksel aile hayatımızda, bebekleri uyutmak için ninni söyleyip sallama ve uyutma davranışları çok yaygındır. Çocuklar ninni ve sallanmaya alıştıktan sonra ninni söylenmeden ve sallanmadan uyuyamazlar. Oysa çocuk doğduğu günden itibaren ninni ve sallama davranışına alıştırılmamış olsaydı, kendi kendine uyumayı başarabilirdi. Belki bu uygulama, süreci kısaltarak sonuca ulaşma süremizi hızlandırabilir. Fakat bu tür uygulamalar, bebeklikten başlayan bir süreçle çocukların ve gençlerin doğal yapısını bozmakta ve onları dışsal uyaranlara muhtaç hâle getirmektedir. Örneğin en çok sorun yaşadığımız kitap okuma alışkanlığı konusunu ele alalım. Kitap okuma davranışını oluşturan ana faktör, bireyin çevresidir. Ailede, yakın ve uzak çevrede bireyler kitap okuyor ve okudukları bu kitaplara dayalı tartışma yapıyor ve görüşlerini referanslarla açıklıyorlar ise muhtemelen bireyin kitap okuma davranışında artış meydana gelmeye başlayacaktır. Birey okuduğu kitaplardan öğrendiği bilgileri çevresiyle paylaştıkça daha fazla öğrenme ihtiyacı duyacaktır. Aile bireylerinin eş zamanlı olarak aynı kitabı okuması ve karşılıklı paylaşımları bu konuda etkili olacaktır. Bunlara ek olarak çocukların okudukları kitabı haftanın bir günü ailelerine anlatmaya başlamaları ve sosyal statü elde etmeleri, kitap okuma davranışında artış meydana getirecektir.

Sonuç olarak, bireyler içsel ya da dışsal olarak güdülenmiş olabilirler. Dışsal güdüleme ödüllerle olur. İstenen güdüleme biçimi, içsel olanıdır. İnsanın doğası içsel güdülenmeye ve harekete geçmeye daha yatkındır. Bireyin içsel güdülenmesi anne-baba, öğretmenler ve sosyal çevre tarafından sürekli verilen ödüllerle bir şekilde ortadan kaldırılırken, birey dışsal uyaranlar olmadan hareket edemez hâle dönüşebilir. Ödüller, tıpkı bir fincan kahvenin size birkaç saatlik çalışma enerjisi verişi gibi belirli bir süre ilgi artışı sağlayabilir ama etkisi kısa sürede geçer ve daha da kötüsü kişinin projeyi devam ettirme konusundaki güdüsünü de azaltabilir. Ödül, algoritmik ve yaratıcı zekâ faktörünün etkin olduğu işlerde farklı sonuçları da yaratabilir. Kas gücünün etkinliğini ifade eden işlerde, ödül ve performans arasında artış gözlenirken, yaratıcı zekâ ve öğrenmede ters yönlü bir etki ortaya koyduğu görülmektedir (Pink, 2009, s.15-19).  Bütün bu verilerin ışığında eğitimde ödül ve öğrenme üzerine mevcut kabulleri ve sistemi tekrar bir analiz etmek gerekir.
 Kaynakça
Pink, D. (2009) Drive Nasıl Motive Oluruz? İstanbul: Mediacat.