Makalemizin kahramanı, üniversiteyi bitirdikten sonra iş aramaya başlar. Bir kamu kurumunun iş ilanını görür ve gerekli evrakları tamamlayıp, kuruma gider. Kurumun insan kaynakları birimi ikinci kattadır. Evraklarını görevliye teslim eder. Bu esnada duvarda asılı olan çerçeveli yazıya gözü takılır. Çerçevenin içerisinde: “İşi ehline veriniz. Hz. Muhammed Mustafa (SAV)”. Yazısını görür. İçine bir ferahlık gelir. Hak ediyorsa, layık olduğuna karar verilirse, işe girecek, babasına muhtaç olmaktan kurtulacak, hayatına düzen verecek, evlenecek ve çocukları olacaktır. Bu hayallerle kurumdan ayrılır. Sözlü sınava davet yazısı gelir. Arkadaşından aldığı takım elbiseyi giyer, babasının gömlek ve kravatını takar, büyük bir heyecan içerisinde sınav mahalline gider. Sözlü sınavda sorulan soruların tamamını olmasa da, çoğunluğunu bilir. Vicdanen rahat ve müsterihtir. Çünkü “Kul hakkı yemek haramdır.” Düsturu ile yetiştiği için, rüşvet, torpil, iltimas ve nepotizm aklına bile gelmez. Sınav sonuçları açıklandığında KPSS puanı daha düşük olanların sınavı kazandığını görür. Gözleri dolar, yutkunur, diz kapakları çözülür, ayakta duramaz, orada yığılır kalır…

Kahramanımız bir tane değil, binlerce hatta milyona yakın sayılarla ifade edilebilir. Bazen adı Ali, bazen Mustafa bazen de Nurcan olur. Adının ne önemi var ki, insan değil mi? Umutları yok olur. Dünyası yıkılır. Hani iş ehline verilecekti, hani kul hakkı yemek haramdı… Söylemle eylem örtüşmediğinde, din, inanç, erdem, ahlâk ne işe yarar?

Örgütsel ikiyüzlülük, yasal olarak karar verilen veya informal olarak yapılacağı söylenen şeylere karşılık örgütteki aktörler tarafından tam tersi doğrultuda yapılan eylemler olarak tanımlanabilir (Fernandez-Revuelta Perez ve Robson, 1999; akt. Kılıçoğlu, 2017, s. 488). Bir örgüt liyakat sistemine göre personel alacağını taahhüt edip, torpile göre personel alıyorsa, okul her türlü kimliğe yaşam alanı sunduğunu iddia edip farklı etnik kimlikleri dışlıyorsa, atama ve yükseltmelerde nesnel ölçütlerin işe koşulacağı taahhüt ediliyor ancak uygulamada gayri ahlâkî süreçler devreye giriyorsa, bu durum örgütsel ikiyüzlülük olarak ifade edilebilir.

Her ülkede, her toplumda örgütsel ikiyüzlülük yaşanabilir. Etik davranışları örgütler sergilemez, örgütleri yönetenler sergiler. Bu yüzden toplumsal iyileşme bireyden başlar, topluma doğru bir yayılma sergiler. Örgütün vizyonu, misyonu, değerleri ve ilkeleri etik ifadelerle dolu olması, örgütün etik davranışlar sergileyeceği anlamına gelmez. Eğer bu durum, söylemle eylem ilişkisi bu kadar net ve tutarlı olsaydı, Kilisede ve Kur’an Kursunda çocuklar tecavüze maruz kalmazdı…

Örgütler karar sürecinde ya formal yapının ya da informal yapının beklentilerine göre hareket ederler. Formal yapının beklentilerine, taahhütlerine göre eylemde bulunmak söylem ile eylem tutarlılığını ortaya çıkarır. İnformal yapının beklentilerine göre eylemde bulunmak, belirli yapıları, sivil toplum örgütlerinin beklentilerini karşılamaktır. Bu uygulama da, informal yapı beklentilerine uygun kazanımlar elde ederken, formal yapı güven ve itibar kaybetmeye başlar. Özellikle kamu kurumları, personel seçme, istihdam etme, yükseltme politikaları açısından, halkın gözünde sabıkalı kurum özelliği taşımaktadır. Bu olumsuz imajı düzeltmek, kaybolan itibarı yeniden kazanmanın yolu, liyakat sistemine yeniden dönmek ve kararlı bir biçimde uygulamaktır.

Kamusal alanda öğretmen devletin öğretmeni, polis devletin polisi, asker devletin askeri değil de, bir yapının öğretmeni, polisi ise, o ülkede ciddi anlamda güven bunalımı yaşanmaya başlar. Devletin hakimi, dava dosyasını alıp informal yapının liderine götürüyorsa, onun yönlendirmelerine göre karar veriyorsa, “Adalet Mülkün temelidir.” sözü sadece kuru bir söylemden öte gidemez. Bir ülkede işe girmenin yolu ““Hamili kart sahibi yakınımdır.” kartvizitine sahip olmaksa, o ülkede örgütsel ikiyüzlülük sadece yaşanmıyor aynı zamanda kurumsallaşmış olduğunun da göstergesidir.

Örgütsel ikiyüzlülük yapanlar, ikiyüzlülüklerini mantığa büründürüp, kendilerini savunacak mekanizmalara yönelebilirler. “Biz, soru çalıp sizi polis yapmazsak, onlar mı polis olsun?” gibi rasyonalizasyon mekanizmasını işe koşarlar. Her birey yaptığı ahlâksızlığı yapmaya inatla devam ediyorsa, muhtemelen rasyonel bir zemine oturtmuş, zihninde bu ahlâksızlığı yapmayı meşru hale getirmiştir. Örgütsel ikiyüzlülüğün kahramanları da örgütsel ikiyüzlülükle ilgili yüzlerce haklı gerekçe ortaya koyabilirler. Ancak hiçbir gerekçe, ahlâksızlığı meşru hale getiremez.

Bireyler fikirlerini, inançlarını ve değerlerini konuşmalarına yansıttıkça, örgütsel ikiyüzlülük de netleşmeye başlar. “Her fani yaratanına dönecek ve hesap verecek.” derken, yaptığı ihale yolsuzluğunun hesabını huzuru mahşerde vereceğini bile bile yolsuzluk yapıyorsa, “Biz bilimsel düşünürüz. Ölçütümüz bilimdir.” İfadelerini kullanıp araştırma görevlisi alırken kendi siyasi tercihlerinin dışında kimseye yaşam alanı sunulmuyorsa, ağırlaştırılmış örgütsel ikiyüzlülük yaşanıyor anlamına gelir.

Brunsson (1989) bireyin çıkarları ve fikirlerini konuşmasına yansıttığında, tutarsızlıkların ortaya çıktığını iddia etmektedir. Bununla birlikte kararlardaki ve çıktılardaki tutarsızlıklar kısmen tamamlanmış sözlerin bir sonucu olabilir. Aslında söylemler, kararlar ve çıktılar birbiriyle tutarsızlık gösterebilir; çünkü kararlar istekliliğe ve arzu edilmeye bağlıyken; çıktılar görünür ve gerçekleştirilebilir olmaktadır. Dolayısıyla arzu edilenlerle görünür gerçeklikler birbiriyle çelişebilir. Ayrıca söylemler, kararlar ve eylemlerdeki tutarsızlıklar örgütsel farklılaşmanın ve bağımsızlığın bir sonucu olarak ortaya çıkabilir. Farklı gruplar farklı zaman ve kadroda örgütlerde yer alabilir, dış çevrenin şartları farklı durumlarda değişebilir ve bu nedenle örgütlerde karşılıklı tutarsızlık özellikle ikiyüzlülük yaşanabilir (akt. Kılıçoğlu, 2017, s. 489).

Siyasi partiler, örgütler belirli zamanlarda hedef kitleye söz verebilir. “Eğer iktidara gelirsek herkese iki anahtar vereceğiz.” gibi sözler hedef kitleyi etkiler ve karar süreçlerinde etkili olur. Herkese iki anahtar vereceğini taahhüt eden parti iktidara gelmesine rağmen, seçmen iki anahtar sahibi olamamışsa, hatta sahip olduğu bir anahtarı kaybetmişse, söylemle eylem örtüşmüyor demektir. Yönetim bilimi literatürü, bu olayları örgütsel ikiyüzlülük olarak tanımlamaktadır.

Örgütsel ikiyüzlülük her ne kadar olumsuz bir kavram olarak algılansa da, politik örgütlerin doğasında örgütsel ikiyüzlülük vardır ve örgütler yaşamlarını devam ettirmek için bu tür dinamikleri sıklıkla kullanırlar. Robert Bosch “İnsanların güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim.” diyor ve ürettiği ürünlerde kalite sorunu varsa, örgütsel ikiyüzlülük yapıyor, demektir. Ancak örgütler her şeye rağmen bu tür taahhütlerde bulunarak yaşam alanlarını genişletmeye ve bireyleri etkilemeye çalışırlar. Burada sorun örgütlerin bu dinamikleri kullanması değil, bireylerin bu boş sözlere körü körüne inanıp, aynı oyuna gelip aldatılmaktan bıkıp usanmaması, süreci sorgulamamasıdır.

Örgütler; makyavelist bir söylemle hareket ederek, başkalarını aldatarak, kişilik zaafiyeti göstererek örgütsel ikiyüzlülük sergiler. Örgütsel ikiyüzlülüğün odaklaştığı alan, örgütün amacına ulaşmasıdır. Burada bireyin aldatılmasına, aptal yerine koyulmasına, hak kaybına uğramasına odaklanılmaz. Örgütlerde farklı gruplar varsa, bu gruplar arasında çatışma yaşanıyorsa, örgütsel ikiyüzlülük de daha fazla ortaya çıkabilir. Bu sorunun yaşanıyor olması, örgütün amacından sapmasına, güç yitirmesine, itibar kaybetmesine neden olabilir.

Eğitim örgütlerinde etnik kimliğinden, dini tercihinden, ailesinin sosyoekonomik, sosyokültürel yapısından dolayı öğrenciler dışlanıyorsa, tıp doktoru “Hipokrat Yemini” yapmasına rağmen organ mafyasının hesabına çalışıyorsa, avukat mafyanın savunuculuğunu yapıyorsa, polis esrar eroin işine girmişse, ikiyüzlülük yapılıyor anlamına gelir.

Sonuç olarak, bir örgütte, örgütsel ikiyüzlülük yaşanıyorsa, çalışanlar örgüte olan bağlılıklarını kaybederler. Örgütsel güven, örgütsel samimiyet, örgütsel vatandaşlık ortadan kalkmaya, çatışan gruplar ve çatışan değerler ortaya çıkmaya başlar. Örgütsel ikiyüzlülük önceleri örgütsel sessizliği akabinde de örgütsel sinizmi ortaya çıkarır. Örgütsel ikiyüzlülük yapan örgütün sözde lideri, sözde lider olmanın ötesine geçemez. Hedef kitleyi etkileyip onu harekete geçiremez. Etki ortadan kalkar. Etki ortadan kalktığında yetki devreye girer. Yönetilenler, yönetimin aldığı her karara şüphe ile yaklaşmaya, sorgulamaya ve her şeyin altında bir bit yeniği aramaya başlar. Bu durum, örgütsel şüpheciliği tetikler. Yöneticilerin eşit, adaletli ve dürüst davranmadıklarına yönelik algı, örgütsel barışı bozar. Örgütsel kaynakların eşit ve adaletli dağıtılmadığını, örgütsel olanaklardan eşit ve adaletli yararlanmadıklarını algılayan çalışanlar; örgütte sabotaja kadar giden, istenmeyen davranışlar sergilemeye başlayabilirler. Tüm bu süreçler, sadece örgütün iç paydaşlarını değil dış paydaşlarını da etkiler. Eğer bu kurum mal üretiyorsa piyasada müşterisi, hastane ise hasta sayısı, okulsa öğrencisi, parti ise seçmeni azalır. Bu sebeple her örgüt her birey, Hud suresi 112 ayeti kerimesinde ifade edildiği gibi” Emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” düsturuna sahip olması gerekir.

Kaynakça

Kılıçoğlu, G. (2017). Örgütsel İkiyüzlülük ve Bütünlüğün Türkiye Bağlamında İncelenmesi: Teorik Bir Çözümleme. Kuram ve Uygulamada Eğitim Yönetimi, Cilt 23, Sayı 3, ss: 465-504