“Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak.” rahmetli gazeteci Uğur Mumcu’nun sıklıkla kullandığı görüşler arasındadır. Türk toplumu aşırı politize olmuş bir toplum özelliği taşır. Her iki Türk vatandaşı bir araya geldiklerinde günlük politikayı konuşma, tartışma, çoğu zamanda kavgaya kadar varan durumları yaşamaktadırlar. Bireyler reaktif davranışlar sergiledikçe ilgi alanlarına, proaktif davranışlar sergiledikçe etki alanına odaklaşmaya başlar. Türklerin genellikle reaktif davranışlar sergileyerek ilgi alanlarına odaklaştıkları görülür. Siyasete olan ilgi kulaktan dolma bilgilerle oluşur. Popülizmin de etkisiyle kontrol edilemez hale gelir. Bu sebeple fanatizm oranında artış görülür. İnsanlar ne kadar az bilir, duygusal olarak ne kadar çok bağlanırsa, o kadar fanatik olur.

12 Eylül 1980 öncesi, komünist ülkelerde yaşlıların sabun fabrikasına gönderildiği, ahlak ve namusun olmadığı, yeni doğan çocukların ailelerinden zorla elinden alınıp yetiştirme yurduna gönderildiği, insanların köle gibi çalıştırıldıkları anlatılırdı. Bu bilgiler gerçeği yansıtmadığı halde, bu bilgiye inanıp katı komünist karşıtı kişiler olduğu gibi, faşizm karşıtı benzeri tutum ve davranışlar da sıklıkla görülürdü. Komünizm ya da faşizm hakkında yeterli bilgiye sahip olmadan komünizm ya da faşizm karşıtı olmak, yeterli bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmaktan başka bir şey değildi.

Üniversitede derse girdiğimde masasının üzerine 1 adet akıllı telefon, 1 adet manuel, klasik telefon, 1 sigara paketi, 1 çakmak bir de tespih olan öğrenciye yaklaşarak siyasete ilgi duyup duymadığını sordum: Evet ilgileniyorum. Bu fakültede ……… görevim var, cevabını verdi. Ona antisemitizm, sekülarizm, kozmopolit, Nasyonal sosyalizm, faşizm kavramlarının ne anlama geldiğini sordum. Bilmiyorum cevabını verdi. Şaşırdım mı? Tabi ki hayır. İdeolojik düşünceyi simge, sembol ve sloganlarla sınırlayan bir gençlikten başka ne beklenebilirdi?

Ankara, Kızılay, Sakarya caddesinde alışveriş yapıp metroya binmek için giderken yanıma gelen genç: Abi Komünist dergi, Komünist dergi al, oku abi…” gibi taciz edici şekilde konuşmaya başladı. Genç arkadaşa yönelerek, ilgilenmediğimi söyledim. Genç: Siz Sivas’ta 37 aydını yakanlardansınız demek ki, dedi. Ben de ona: Sen de, Erzincan’ın Kemaliye ilçesi Başbağlar Köyü’nde 33 sivil vatandaşı hunharca katledenlerdensin, sanırım, dedim. Öyle bir katliam olmadı, uyduruyorsun cevabını verdi. İnterneti açıp gösterdim. Ona fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi olmasını önerdim.

Türk toplumunun genelinde siyasi nedenlerden dolayı kardeşler birbiriyle çatıştı. Yakın aileler birbirlerine düşman oldu. Üniversiteler eğitim-öğretime ara vermek zorunda kaldı. 5000 civarında genç siyasi olaylarda yaşam hakkını kaybetti. O dönemlerde mahallemizde her gece duvarlara “Kahrolsun faşizm.” , “Faşizme geçit yok.” sloganları yazılırdı. Polisler mahalleye gelir, çimentoyu sıvı hale getirip üzerini kapatırlardı. Mahalle halkına bu yazıları kimin yazdığını sorarlardı. Kimin yazdığını herkes bildiği halde, kimse suçluyu ele vermezdi. Bu sloganları duvara yazan, mahalle komşumuz 175 cm uzunluğunda 50 kg ağırlığında lakabı “Sinek Nuri Abi” olarak bilinen Nuri bey idi. Koltuğunun altında akşama kadar Cumhuriyet gazetesi taşır, ama taşıdığı gazeteyi hiç okumazdı. Rahmetli sınıf arkadaşım Hobu Yaşar ile Sinek Nuri Ağabeyin yanına gittik, Faşizm nedir? diye sorduk. Nuri ağabeyin yüzü bir tuhaf oldu, kızardı, bozardı ve dedi ki: Çok ayıp. Bu laflar sizin ağzınızda ne geziyor. Anne-babanıza söylerim, ceza alırsınız, defolun gidin başımdan diyerek azarladı. Biz de korkup oradan uzaklaştık. Yıllar sonra Nuri ağabeyle karşılaştığımda, ona: Sana Faşizm nedir? Diye sormuştuk. Sen de çok ayıp bir şey demiştin ve bizi ailelerimize şikayet edeceğini söylemiştin. Ben faşizmin ırkçı, totaliter rejim olduğunu öğrendiğimde, faşizmin ayıp bir şey olmadığını fark ettim. Neden bizi yanlış bilgilendirdin? diye sordum. Nuri ağabey: Bilmiyordum, cevabını verdi. Bilmediği kavramı evlerin duvarlarına yazıyordu. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi mi olmuştu?

Şuayip adında bir tanıdığım Kahramanmaraş öğretmen okuluna gider, yaz tatili için köye gelir. İstanbul Üniversitesi, Edebiyat fakültesinde okuyan başka bir kişi ile yaz aylarında hayvan güderler. Şuayip konuşurken: Emek, sermaye, burjuva, Troçki, özgürlük, proletarya gibi kavramları cümle içinde kullanır. Edebiyat fakültesinde okuyan kişi, Şuayip, sen gominist olmuşsun, oğlum der. Şuayip’in yüzü kızarır, utanır, mahcup olur. Komünizmin ayıp, utanç verici, yüz kızartıcı bir şey olduğunu düşünür ve gelecek dönemlerde antikomünist örgütlenmelerde yer alır ve mücadele vermeye başlar.

Yıllar önce birlikte çalıştığım bir öğretim üyesi, gençlik yıllarında bir köyde öğretmenlik yapmış. Köyde herkese komünizmi anlatmış fakat kimseyi ikna edememiş. Köyün çobanı öğretmenden etkilenmiş ve komünist olduğunu kamuoyuna açıklamış. Bir gün hızlı hızlı adımlarla öğretmenin yanına gelmiş. Hoca: Komünizm denen şey çok kötüymüş. Kimsenin malı mülkü yokmuş. Her şeye devlet el koyuyormuş. Böyle şey olur mu? diye sormuş. Öğretmen: Farz et ki, devlet her şeye el koydu, farz et ki her şey devletin. Senin kaybedecek neyin var? demiş. Çoban düşünmüş taşınmış ve haklısın, deyip gitmiş.

Bir ülkede kitap okuma oranı düşük, kütüphaneler boş, kahvehaneler dolu ise, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan milyonlarca insan yetişir. Siyaset, politika kuralsız ve sınırsız bir alan olduğu için boşa atıp dolu tutma davranışı haline dönüşür. Bu durum, okulda başarısız, hayatta işsiz güçsüz insanların uğraşı alanı, siyaset olarak şekillenmeye başlar. Siyasetle uğraşan fakat pasif bir kimliği de beraberinde getirir. Petrole gelen zam oranına tepki göstermeyen, enflasyon rakamları ile memur, işçi zamları aynı oranda olmamasına rağmen tepkisiz bir toplum ortaya çıkabilir. Siyasetle uğraşmak bir siyasi partinin fanatik taraftarı olup, partinin her türlü yanlışına kayıtsız şartsız destek olmaktır. Bu durum, ülkenin gelişimine, değişimine ve sanayileşmesine katkı sağlamaz. İnsanların en çok siyasetle uğraştığı ülkeler az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerdir.

Sonuç olarak toplumsal sinerjinin ana belirleyicisi bilgi düzeyi ve entelektüellik düzeyi yüksek bireylerin oluşturduğu toplumlardır. Hobileri olan, kitap okuyan, araştıran, hukuka saygılı bireylerin oluşturduğu toplumlar; farklı değer ve ürünler ortaya koyabilir. Tam öğrenmeden, sorgulamadan eylemde bulunmazlar. Düşünsel alt yapıları bilgi dağarcıkları, ilgilendikleri alanların etimolojik yapısından, felsefesinden ve paradigmalarından haberdar olarak eyleme geçerler. Olay ve olgulara yüzeysel değil, derinlemesine, tek taraflı değil çok faktörlü bakarak yaklaşırlar. Dünyayı, olayları, gelişmeleri iyi okur ve ona göre vizyonlarını belirlerler. Öğrenme, öğrenmeyi öğrenme, düşünme ve problem çözme bir yaşam biçimi haline dönüşür. Dünyadaki olaylara önce bilimsel, sonra hukuki, adalet ve ahlak ilkeleri bağlamında yaklaşırlar. Kalıp yargılardan, öznel ölçütlerden uzaklaşırlar. Önce bilgi sahibi olurlar daha sonra da değişken, esnek fikir yapılanmalarına yönelirler. Böyle bir ülkede uzlaşma, takım olma ve sinerji yaratma üst değer haline dönüşür.