Yıllar önce tanıdığım bir imam ile müezzin, camide kavga etmiş. Konu, camiyi süpürme işiymiş. İmam müezzine demiş ki: “Camiyi süpür”. Müezzin de: “Cami çok büyük beraber süpürelim”, demiş. İmam sinirlenmiş. Koskoca imam camiyi süpürür mü? deyip müezzine tokat atmış. Müezzin tokadı yedikten sonra: “ Vay be, 36 yaşına geldim hâlâ insanlar beni tokatlayarak terbiye etmeye çalışıyor. İstifa ediyorum. Bugünden sonra bu işi yapmayacağım” demiş. Sonra imama dönerek: “ “Okuyup murakıp olacağım ve gelip seni teftiş edeceğim” diyerek camiden ayrılmış. Bu süreçte, günlük işlerde çalışmış, pazarcılık yapmış, bu işleri yaparken de İmam-hatip okulunun orta ve lise kısmını bitirmiş. Üniversite sınavında İlahiyat fakültesini kazanmış. Şimdi ise, İlahiyat profesörü olarak bir üniversitede görev yapmaktadır. Bu konuyu ele alalım: İmam müezzine tokat attıktan sonra müezzin ona saldırıp kavga edebilir miydi? Ya da onu bıçaklayıp yaralanmasına, ölmesine neden olabilir miydi? Elbette ki bu tür olumsuz durumların yaşanması söz konusu olabilirdi ama müezzinin sorun çözme yaklaşımı ilginç. Bu sorunu bir dışsal motivasyon aracı olarak kullanması, sorunu verimli bir alana yönlendirmesi oldukça önemli. Bu müezzin muhtemelen öğrenciliği sürecinde onlarca defa başarısızlık yaşamıştır. Bu yaşadığı başarısızlıkla başa çıkmada; tokadın yankılanma sesi, yüzdeki yanma ve acı hissi, incinen gurur etkili olmuştur. O hâlde her şey aslında motive edici bir faktör olabilir mi? Olayları anlama ve algılama tarzımız, bu konuda etkili rol oynayabilir mi?

Trabzon’da görev yaparken tanıştığım, dostluğunu ve iyi niyetini her zaman hissettiğim Nurettin Bey vardı. Trabzon’da kaldığım yıllarda seviyeli bir iletişimimiz ve muhabbetimiz olmuştu. “Of Çamlı Çay Fabrikası”nda mevsimlik işçi statüsünde çalışırdı. Kültürel düzeyi yüksek olduğu için siyasî tartışma yapmayı severdi. Şimdi de siyasî yorumlar yapmaya devam ediyor. Fabrikanın ziraat mühendisi ile siyasî bir konuda tartışırken, mühendis, Nurettin Bey’e: “Sen git önce benim kadar oku, ondan sonra benimle tartış” diyerek tepki vermiş. Bu olaydan etkilenen Nurettin Bey, evli ve çocuklu olmasına rağmen ortaokulu, liseyi dışardan bitirerek, Gazi Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinden mezun olmuştur. Şimdi bir şirketin genel müdürü olarak çalışmaktadır. Nurettin Bey, çok kolay mühendisle ağız dalaşına girebilir, hakarete varan sözler sarf edebilir ya da saldırıp fiziksel açıdan zarar verebilirdi. Ancak Nurettin Bey süreci, bir dışsal motivasyon aracı olarak kullandığı için hayatta başarılı olmuştur.

Görüldüğü gibi sosyo-kültürel çevremiz, çoğu zaman bizi kıracak, rencide edecek mesajlar vererek olumlu ya da olumsuz yönde etkilenmemize neden olmaktadır. Aslında sorunlu olan mesajlar değil, bizim o mesajları anlama, algılama ve tepki verme biçimimizdir. Bireyler içsel ve dışsal olarak iki türlü motive olurlar. Müezzinin ve Nurettin Bey’in motive olma biçimi dışsaldır. Arzu edilen, içsel motive olma ve kendi yakıtını üretip hedefe ulaşmaktır. “Ben okuyup doktor olacağım ve hastaları iyileştireceğim. Ben mühendis olup depremde yıkılmayan evler yapacağım. Ben okuyup hâkim olacağım ve adaletli kararlar vereceğim”, demek içsel motivasyona verilebilecek örnekler arasındadır.

Motivasyonda etkili olan en önemli şey, bireyin kendisini nasıl algıladığı ve nerelere layık gördüğüdür. Öz yeterlik algısı bu açıdan önemlidir. Çocukluk çağından itibaren öz yeterlik algısı yüksek olan, yapabileceğine, başarabileceğine inanan çocuklar, yetişkinlik aşamasında da başarılı olurlar. Eğer bir çocuğu başarısız yapmak istiyorsanız, yapılacak olan onun öz saygısını, öz yeterlilik algısını yok etmektir. Motivasyonda dışsal müdahale çoğu zaman zarar verir. Bu durum yumurtanın dışarıdan bir müdahale ile kırılmasına benzer. Yumurta dışarıdan kırıldığında hayat sona ererken içeriden kırıldığında yeni bir hayat başlar. Bu sebeple yumurtalar nasıl 37-38 santigrat derecede sabit sıcaklık altında 21 gün bekletiliyorsa, içsel motivasyon için de çocuğun sosyo-kültürel çevresindeki koşullar olgunlaştırılıp içsel motivasyonun ortaya çıkması sağlanmalıdır. Çocuk iyi ve destekleyici bir çevrede bu eğilimi gösterebilir. Bu çocukların davranışlarına benzer örnekler kartalların yaşantısıyla da ilişkilendirilebilir. Kartallar ortalama 40 yıl yaşayabilir. Bu esnada tüyleri kalınlaşmış, pençeleri kırılmış, gagası çatlamış ve avlarını yakalamada ve parçalamada sorun yaşamaya başlamıştır. Kartal bu aşamada ya ölümü bekleyecek ya da yeniden var olmak için risk alacaktır. Yaşama motivasyonu yüksek olan kartallar, yüksek kayaların üzerinde kendilerine yuva yaparlar. Gagalarını kayalara vura vura düşürürler. Altı ay bekledikten sonra yeni bir gaga çıkar. Sonra bu gaga ile pençelerini söker. Altı ay sonra yeni pençeleri çıkar. Yeni gagası ve pençeleri ile tüylerini yolar. Altı ay sonra yeni tüyleri de uzamaya başlar. 40 yaşındaki kartal yeniden doğmuş gibi olur. Bu riski göze alan kartal 90 yaşına kadar yaşayabilir. Gençlik yıllarında hazzı erteleyerek derse çalışan, kendisini yetiştiren ve alanda temayüz eden gençlerde gelecekte daha iyi yaşam şartlarına ulaşabilir. Önemli olan; pençeleri, gagayı ve tüyleri yeniden oluşturma kararını vermektir.

Amerikan başkanı Abraham Lincoln’ün hayatı incelendiğinde pek çok başarısızlık ve trajedilerle dolu olduğu hatta bir suikast sonucu öldürüldüğü görülmektedir. Lincoln, erken yaşında annesini kaybetmiştir. Daha sonraları tarlada ırgatlık yapmış, defalarca işini de kaybetmiştir. Çocuklarının vefatı, ruhsal bunalım geçirmesi, seçimleri defalarca kaybetmesi, 52 yaşında Amerika’ya başkan seçilmesi, iç savaş ve mücadele ile geçen bir hayat yaşamasına neden olmuştur. Lincoln’ün odunculukla başlayan serüveninin temelinde içsel motive edicilerin etkisinin ne kadar yüksek olduğu, savaşçı kişiliği ve asla vazgeçmemesi hayatta başarılı olmasında etkili rol oynamıştır. Çocukların doğa yürüyüşlerine çıkması, izcilik faaliyetleri, doğada yaşam mücadelesi eğitimleri, savaşçı kişiliğin oluşmasında etkili rol oynamaktadır.

Motivasyon bireyin kendisini, ailesini ve içerisinde yaşadığı toplumu algılama biçimi ile doğru orantılıdır. Kendisini yetiştirmek, ailesine ve mensubu olduğu topluma katkısının olmasını istemek bir içsel motivasyon kaynağıdır. Tarihin kılıç kahramanlarının gölgesinde yaşayanlar, eğitim görenler, bilgi dünyasının emekçisi olamazlar. Vatan sevgisini tarihi zaferlere endekslemek, tarihin başarılarını anlatıp geleceğe yönelik bir iddiası olmayan kişileri yetiştirmek, geleceğin dünyasında oyun kurucu olmayacak kişiler yatırım yapmaktır. Hep ataları ile gurur duymaya odaklananlar, atalarının da kendilerinden gurur duymalarını sağlayacak hiçbir iş yapamazlar. Geçmişi bilen ancak geleceğe kulaç atan ve geleceğin niteliklerine, bugünün şartlarına uygun bireyler yetiştirmek, eğitim sistemlerinin en önemli görevleri arasında olmalıdır. Okulun duvarında Kanuni Sultan Süleyman’ın portresi kadar, Prof. Dr. Cahit Arf’ın da portresi olmalı, Fatih Sultan Mehmet’in portresinin yanında Prof. Dr. Aziz Sancar’ın da portresi olmalı, hatta o ilin vergi rekortmeninin de portresi olmalıdır. Öğrenci bunlar ne iş yapmışlar diyerek merak edip araştırdığında; Fatih’in çağ açıp çağ kapattığını, Arf’ın ünlü bir matematikçi olduğunu, Sancar’ın Nobel ödüllü Türk bilim insanı olduğunu, vergi rokertmeni Ahmet Bey’in, şehirlerinde istihdamı artırıp Türkiye’nin kalkınmasına katkısı olduğunu görmelidir. Tarih öğrenmek gerekli ve önemlidir ancak gelecek daha da önemlidir.

Sonuç olarak motivasyon içsel de ortaya çıkabilir dışsal da. Arzu edilen, beklenen durum içsel motive edicilerin ortaya çıkmasıdır. Ancak, içsel motive ediciler kendi kendine ortaya çıktığı gibi yumurta örneğini hatırlarsak; yumurtayı 37-38 santigrat derecede sabit sıcaklıkta tuttuğumuz zaman içsel motivasyonun oluşumu sağlanabilir. Eğitim ortamları bazen gizli müfredat yoluyla bazen de aleni olarak bu süreci destekler. Çanakkale Savaşı, Türk tarihinde yaşanan en önemli, en kanlı ve şehit sayısı açısından yetişmiş insan gücünün en çok kaybedildiği bir savaştır. Bu savaşın iyi analiz edilmesi; gençleri bilime, öğrenmeye ve savaşçı olmaya yönlendirmede etkili rol oynayabilir. Amaç savaşmayı öğretmek değil, savaşçı olmayı, asla vazgeçmemeyi, yılmazlığı öğretmektir. Bu kişiliğe ve kimliğe bir de bilimsel düşünme ve araştırma ruhu da eklenirse zaferlerin ortaya çıkmasını engelleyen durumlar asgari düzeye indirilebilir. Eğitim; kaderciliği, teslimiyetçiliği, hurafeyi ve tembelliği destekliyorsa, gelecek kuşaklara verebileceğiniz bir şeyin olmadığı ve gelecek iddianızın olmadığını gösterir. Başarı; hamasi söylemlerin ve nutukların ötesinde, ilimle beslenen özel ve özgün bir kavramdır.