Çağa Teslim mi Olalım?

“Bir saatlik tefekkür, bin yıllık nafile ibadetten hayırlıdır.” Mucibince uzaklara dalmış gibi yaparak içimize, hikâyemize, varlık sebebimize dönerek şu soruyu sormalıyız kendimize:

Çağa teslim mi olalım, yoksa direnelim mi?

Teslim olursak ne olur?

Beton yığınlarının arasında yaşamayı dert etmemeye başlarız.

Egzoz gazının ciğerlerimizde dolaşmasına, oradan kanımıza karışmasına ses etmemeye devam ederiz.

Fazladan ev, arsa, tarla, bahçe olmadan yani çokça paramız olmadan bir gelecek hayali kurmanın anlamsız olduğundan dem vururuz.

İçten içe; arabamız yakın arkadaşlarımızın arabasından daha iyi olmalı, deriz.

Atalarımızdan kalma alışkınlıklarımızdan olan; birbirimizi ezerek yukarı çıkma, başkalarına hükmetme, altımızdakileri ezme, üstümüzdekilere kuyruk sallama gibi davranışları hoş karşılamaya devam ederiz.

Çocuğumuzun iyi okullarda okuyabilmesi için servet değerindeki paraları özel okullara, etüt merkezlerine saçarız.

Ahlaki kaygılar gütmeden, çocuğumuzu en çok soru çözdüren öğretmenlere teslim etme yarışına gireriz.

Beş yıldızlı tatillerde huzur arar, tatil beldelerine etek etek para dökenleri gerçekten huzurlu zanneder, onların düştüğü tuzağa düşerken de kendimizi haklı çıkaracak bahanelerle yola koyuluruz.

Çağ bize neyi dayatıyorsa önüne ardına bakmadan, sorgulamadan çağın dayattığı her şeye ram oluruz.

Gözümüz sürekli ekranda, zihnimiz de ekrandan taşanlarla dolu olur.

Çevrilen! Filmlerde ücretsiz rol alır, senaristlerin zerk etmeye çalıştığı ne varsa hepsini zamanla içselleştirir bir zaman sonra da gönüllü figüran oluruz.

Kısa kısa videolarla beynimizi sünger gibi sömürmelerine izin verir sonra düşünmeye çalışsak da düşünebilecek bir beynimizin olmadığını fark ederiz, fark etme yetimizi de kaybetmemişsek şayet.

Faydacı hayat felsefesiyle işimize gelene selam verir, işimize gelmeyeni görmezden gelir, düşkünlere bile hayır diyecek kadar kalpsizleşir, hissizleşir, ruhsuzlaşır yalnızlığa araladığımız kapının üstümüze örtülmesi sonucu kimsenin duymayacağı yerlerde kahrımızdan bağıra bağıra ölürüz.

Çağa teslim olursak, çağın ışıltılı, göz alıcı, hengâmeli hayatına tez elden uyum sağlayıp, benim yaptığımdan ne olacak ki deyip batının dayattığı ne varsa hepsini yapmaya başlar sonra da “Dünyanın gerçekten çok bozulduğundan, büyüklere saygının kalmadığından, küçüklerin doyumsuz olduğundan, yeni neslin vurdumduymaz olmasından, gidişatın çok kötü olduğundan.” dem vurmaya başlarız.

Her evden bir kötülük çıksa, damlaya damlaya göl olup bir ülkeyi batırmaz mı?

Çağın dayattığı kimi şeylere mecburen kapı açmak varsa, çağın dayattığı mecbur olmadığımız şeylere kapıları kapatmak da var.

En basitinden…

Akıllı telefonlara mecbursak; telefondan kitap okumayı, yararlı bilgiler edinmeyi, insanlara değerli bilgiler aktarmayı iş edinebiliriz.

Teraziyi doğru yere kurmak, terazinin kefelerine doğru olanları koymak zorundayız.

Yoksa kötülüğün yükü altında hem kendimiz eziliriz hem de bakmakla yükümlü olduğumuz ülkemizin ezilmesine sebep oluruz…

Mustafa SÜS