Kamudanhaber- Özel haber

Cengizhan TÜRKYILMAZ

Geçtiğimiz günlerde medyada ‘’Ojeli Öğretmenlerin Maaşlarından Kesilen Aidattan Aldığınız Maaş Helal mi?’’ haberi yer aldı. Haberde MEMURSEN ve EğitimBirSen Genel Başkanı Ali Yalçın’ın; gazeteci yazar Abdurrahman Dilipak’ın, oje kullanan öğretmenlere yönelik tepki çeken sözleri karşısındaki suskunluğu eleştiriliyordu. Can Ataklı karşısında gösterilen tutumun Abdurrahman Dilipak karşısında gösterilmemesinin çelişkisi ve çifte standardı açığa vuruluyordu. Ali Yalçın’a; ‘’Ojeli öğretmen üyelerinize cenabet diyen DİLİPAK’a cevap vermediniz ... Dilipak’ın cenabet gördüğü, öğretmenlerimizden kesilen aidatlarla maaş alıyorsunuz. Bu maaşlar helal olur mu?’’ sorusu yöneltiliyordu kendi değerleri üzerinden…

Ardından bu habere cevaben yazıldığı/yazdırıldığı görünümü veren, ‘’Oje Meselesi İle Başörtü Meselesi!’’ başlıklı bir yazı gündeme düştü.

Adeta bir Med Cezir yaşadık. ‘Savunmanın Savrulması’ isimli absürt bir filmin sekansındaydık sanki. Bilindiği üzere: ‘’Sinemada sahnelerin birbirine bağlanması ile sekanslar oluşur. Sinemada sekanslar, senaryodaki bir bölümü anlatır. Sekans bittiği zaman filmde artık başka bir aşamaya geçilmiş ve anlatılan şey değişmiştir.’’

Sendika artık; herkes için hak, özgürlükler ve değişim talep eden bir dönemden kendi kitlesi için elde ettiği kazanımları korumaya çalışan muhafazakârlaşma dönemine geçişin sekanslarını izlettiriyordu sanki…

Bir meslek örgütlenmesinin yöneticisi olarak, Can Ataklı’nın başörtülü öğretmenlere yönelik hakaret içeren açıklamaları karşısında Bakanlığı göreve çağırmak ve bayan öğretmenler adına dava açmak; olması gereken onurlu bir davranıştı. Bundan daha onurlu olacak davranış ise; kendi mahallenden birisi benzer bir davranış sergilediğinde bahane bulmadan, mazeret üretmeden, edebiyat yapmadan, aforizmaların arkasına sığınmadan aynı tepkiyi gösterebilmekti. Gerisi lafügüzaf…

Can Ataklı’nın başörtülü öğretmenlere yönelik inanç hürriyetine aykırı, hakaretamiz, ayrımcı ifadelerinden sonra; Abdurrahman Dilipak’ın oje üzerinden açtığı tartışmayı ilmi ve fıkhi boyuta indirgemek: ‘’Oje meselesi ile başörtü meselesi aynı terazide tartılacak mevzu mudur?’’ kolaycılığına kaçmak yakışık almadı. Burada, başörtüsü konusunun Müslümanlar açısından önemi ve 28 Şubat travması üzerinden oje konusunu teknik bir ayrıntı durumuna düşürmek, o şekilde değerlendirmek; bu davranışın arkasındaki incitici, onur kırıcı, ayrımcı zihin yapısını temize çıkarmaktır. Yine burada, iki aykırı ve ayrımcı tutumu dövüştürüp birini galip ilan etmek davası güdülmüyor. Her türden ayrımcılığa karşı aynı davranışı, duruşu sergilemenin, tutarlı olmanın erdemi vurgulanmak isteniyor. Hani deniyordu ya; ‘’Biz kuruş değil, duruş sendikasıyız.’’ diye. Kuruştan geçtik bari duruş görelim…

Akif İnan, “Hangi düşüncede olursa olsun, hangi fikir kampı içerisinde yer alırsa alsın, onun bir insan olarak kabul görmesi, inancından dolayı horlanmaması lazım. İsterse benim inancımın tam zıddı olsun. Ben ona da Hakk-ı hayat tanınmasının kavgacısıyım” diyerek sendikal anlayışını ortaya koymuş, bu doğrultuda hak ve özgürlük mücadelesini yürütmüştür. Akif İnan’ın bu konuşması; sendikanın salon toplantılarının vazgeçilmez mottosudur. Yoksa; adeta bir pop sanatçısı sekansıyla, ‘’Geliyor… İşte o geliyor… Hareketin lideri geliyor…’’ anonsları eşliğinde cezbeye tutulup, transa geçilen görsel sahne şovunun bir aparatı değildir; hak, adalet, erdem kavramları…

Bir genel başkanın bir olay karşısındaki tavrını, duruşunu savunmak için ad benzerliğinden yola çıkılarak ‘’Ali, Zülfikar metaforu’’ zorlamasının yapılması nasıl bir akıl tutulmasıdır? İş ad benzerliğine kaldı ise; Youtube’da ‘Ali Yalçın’ isimli sanatçının ‘’Çal Zülfikarım’’ isimli bağlama eşliğinde seslendirilen eserini mi tavsiye edelim şimdi… Redif, kafiye, slogan, motto sendikacılığının nirvanasını yaşıyoruz bugünlerde. Okumuyor, düşünmüyor, tartışmıyoruz. Teşkilat, dava, lider doktrininin kutsandığı bir düzlemde sloganlarla düşünüp, sloganlarla yaşıyoruz adeta… Yaşasın bizimkiler, kahrolsun ötekiler! Bu mudur?

Ali, Zülfikar’ın hakkını verendir. Zulüm, nereden ve kimden gelirse gelsin karşı durabilendir, Ali… Ali, Zülfikar’ı kimse adına değil; Allah’ın adaleti adına elinde tutar. O, Allah’ın aslanıdır. Aynı zamanda kılıcı elinde tutmakla kalmayıp, Zülfikar’ın hukukunu koruyabilendir.

Bu topraklarda insanların inançlarına uygun yaşamasının mücadelesi; hangi düşüncede olursa olsun, hangi fikir kampı içerisinde yer alırsa alsın, bedeli ne olursa olsun her zaman sürecektir, sürmelidir de…  

MEMURSEN ve EğitimBirSen’in hak ve özgürlükler için verdiği mücadele, ödediği bedel bu topraklarda yaşayan herkesin malumudur. Bunu kimse inkâr edemez. İtirazımız; bu mirasın tıpkı çek kırdırır gibi nakde çevrilip hoyratça tüketilmesinedir. Şu an; mevcut iktidarla aynı sosyal zemini paylaşıyor olmaktan kaynaklı, önceki genel başkanlardan miras, likidite bolluğu güç sarhoşluğuna dönüşmeye meyyal durumda.

Kimsenin, başkasının kravatıyla filan uğraştığı yok. ‘’Ülkenin en büyük sivil toplum örgütüne operasyon çekiliyor.’’ söylemleri ise bu söylemi araçsallaştırarak; ‘’Cambaza bak!’’ taktiğinden başka bir şey değildir.

Bir Çin atasözü der ki; ‘’Parmak Ay’ı gösterdiğinde aptal parmağa bakar.’’

Parmağa bakmaya devam edeceklere sözümüz yok. Ama akıl sahiplerine sözümüz: gelin bu coğrafyanın insanlarına fil dişi kulelerinizden şaşı bakmayın. Bir zamanların mağduru iken şimdinin mağrurları olmayın.