Kamudanhaber- Özel

Murat Kenan Erdem

Murat Kenan Erdem’den sendikacı, bürokrat ve sivil toplum örgütü yöneticilerine sert eleştiriler….

‘’Anka Kuşu ve Kurtarıcılığın Trajedisi’’ makalesinde yazar Ahmet Özcan, eski Çin’de bir köyün yakınlarında bulunan dağdaki bir mağara ve o mağaradaki ejderhayı anlatır... Ejderhanın şerrinden korkan köylülerin ejderhaya düzenli olarak hediyeler gönderdiği, zaman içinde ortaya çıkan kimi yiğitlerin de kılıcını eline alıp ejderhayı öldürmek için mağaraya gittiği ve bir daha dönmediği rivayet olunurmuş. Gel zaman git zaman yine bu yiğitlerden namlı bir yiğit yalvarışlara aldırmamış, kılıcını eline alıp mağaraya gitmiş. Uzun lafın kısası zorlu bir mücadeleden sonra ejderhayı öldürmüş. Sonra mağarayı incelemiş, göz kamaştıran büyük bir hazine bulmuş. Mağaranın kenarlarında yığılmış birçok kurbanın kemiğini de görmüş bu arada... Ancak bir şey dikkatini çekmiş: bu kemiklerin arasında hiç insan kemiği yokmuş. Buna bir anlam verememiş; bunca yıldır bu mağaraya ejderha ile karşılaşmaya gelen onca yiğidin kemikleri yerine etrafta sadece ejderhalara ait kemikler varmış. İşte o anda, birden titremeğe başlamış. Ellerini, kollarını, vücudunu tüyler kaplamağa, derisi kalınlaşıp kabarmaya, tırnakları uzayıp sivrilmeğe, dar gelen elbiseleri ise üzerinde parçalanmağa başlamış. Bağırmak istemiş; ama ağzından korkunç bir homurtu çıkmış. Çünkü, artık kendisi bir ejderhaya dönüşmüş.

Hikâyenin özeti: Aramızdan birileri sürekli bizi kurtarmaya çalışıyor ve fakat ejderha da hiç ölmüyor. Çünkü, o ejderha zaten biziz ve o aramızdan çıkan kurtarıcı yağız delikanlılar, aslında hepimiz adına hepimizde olan canavarı içlerinde taşıyorlar. İşte, kurtarıcılığın trajedisi de burada başlıyor…

Bu topraklarda toplum devlet merkezli şekillenir. O yüzden mücadele ister siyaset ister bürokrasi ister adına sivil toplum denilen alan da olsun… Hep devlet/iktidar merkezlidir. Böyle olunca da yarış kamuya hâkim olma yarışından öteye gidemiyor. Bu noktada siyaset kurumunun iktidar hedefi kendi içinde tutarlı görünse de iktidarlar karşısında sivil alanı temsil etme iddiasındaki sivil tolum örgütlerinin kamusal alanda hakimiyet kurma, bürokrasiyi boyunduruğa alma çabalarının bizi getirdiği nokta hep aynı: Kurtarıcılığın trajedisi...

Sürekli, içimizden birilerinin çıktığı yolda adeta bir ejderhaya dönüşmesi ve düzeltmek için yola çıktığı düzenin devamının savunucusu olması da bizim kaderimiz… İçinizdeki/içimizdeki imtiyaz isteyen buyurgan canavarı öldürmenin zamanı gelmedi mi? Hiç sorgula(n)madan yaptığımız her işe hikmetinden sual olunmaz bir kutsallık affetmemize nasıl bir ad vermeli?

Kendi aidiyetlerimizi -cemaatimizi, derneğimizi, odamızı, ocağımızı, sendikamızı, vakfımızı- kutsamak ve güç aparatı olarak gördüğümüz bu yapı ve yöntemlere tapınmamızdır yeni kurtarıcılık paradokslarının oluşma nedeni.

O nedenle; lütfen! bizi kurtarma adına yola çıkıp umut kırımına yol açmayın. Çünkü sonuç hep aynı: çıktığınız yolda bir noktadan sonra artık bizim gibi yürümüyor, bizim ayakkabımızı, kıyafetimizi giymiyor, bizim yediğimizi yemiyor, içtiğimizi içmiyor hatta bizim türkümüzü dinlemiyorsunuz. Önceleri kaçak çayı şekersiz içerken şimdilerde porselen fincanda sallama çay içiyorsunuz.

Sınıfsal dayanışma ve kalkınma iddiasıyla çıktığınız yolda kendinize güç devşirip yeteri kadar güç topladıktan sonra kariyer ve konfor alanlarınızı genişletmenin kavgasını veriyor, sadece kendinizi ve dar çevrenizi kalkındırıyorsunuz. Kibir, gurur, nepotizm bataklığına gömülüyorsunuz. Kendinizi herkesten üstün, akıllı görüp ötekileştirdiklerinizi küçümsüyorsunuz. Bizi ellerinden kurtarmak için yollara düştüğünüz adamların zulmünü aratmanız da cabası…

Kurtarma iddianızı bir kenara bırakın artık, güldürmeyin… Kendinizi kurtardığınız kâfi…

YASAL UYARI: Yayınlanan haberin tüm hakları MYZ DİJİTAL MEDYA Grubu'na aittir. Kaynak gösterilse dahi haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.