Kamudanhaber-Özel Haber

Kadir AYATAR

Son günlerde kurtlar, kuşlar ötmeye başladı. Kışı beklerken sendikaların baharı gelmeye başladı. Sosyal medya hesapları üzerinden başta sendikalar olmak üzere kimi kurum ve kuruluşlarla ilgili yapılan ifşaalar, iddialar sendikalarda yeni bir baharın müjdecisi gibi adeta…

Kamuoyu şaşkın bir şekilde soruyor. Ne oluyor? Namuslu bildiklerimize namussuz diyorlar. Kim dürüst? Kim sahtekar? Kim yalancı? Kim dava adamı? Kimler dava dava diye diye kamu parasını hamuduyla götürüyor? Kimler, neden davaya ihanetle suçlanıyor? Dava kimlerin geçim kapısı? Mücahit kim? Müteahhit kim? Yollu kim? Yolsuz kim? Sendikacıların mal varlıkları; astronomik maaşları ile bile izah edilemeyecek derecede artıyor mu? Tüm iddialar karşısında sendikalar neden susuyor? Şube başkanları neden sahada maaşlarını inkar ediyorlar? Sendikacılık bir zenginleşme kapısı mı?

Kaç bin TL maaş alıyorsun? Sorusunu davaya ihanet görenler kim?

Örgüt içerisinde örgüt, teşkilat içerisinde teşkilat kurmaya çalışanlar kim?

Her Genel Başkan aynı zamanda lider mi? Lider hangi zamanlarda ortaya çıkar? Genel Başkanlık hesabı yapan adamdan lider olur mu?

Teşkilat başkanı kendi kadrolaşması için teşkilatına komplo kurar mı? Teşkilatlarda entelektüel yönü olan adamlar neden tutunamazlar? Ya da neden harcanırlar?

Namuslular neden dışarıda? Bu yaşananlara astronomik maaşlardan olmamak için mi göz yumulup, yutkunuluyor?

Romanların müziği duyunca hemen oynamaya başlaması gibi, en küçük bir eleştiride dahi neden hemen dava silahına sarılıyor bu adamlar?

1984 kitabındaki gibi teşkilat tarihi geriye dönük olarak yeniden yazılarak ne amaçlanıyor?

Namuslu kim? Namussuz kim?

Kamu parasından, çalışanın alın terinden nemalanıp, oğlunu, kardeşini besleyenler, aşna-fişne yapanlar; beş yıldızlı salonlarda alın terimiz, gözyaşımız edebiyatı yapanlar kim?

Salonlarda yumruk sıkıp hamaset yapanlar hayatınızda hangi bedelleri ödediniz de şişiniyorsunuz? Başkalarının ödedikleri bedeller üzerinden zenginleşenler kim?

Bir koltuk uğruna ya Rab, ne davalar batıyor!

Tevfik Fikret’in Han-ı Yağma Şiiri’ni hatırlıyoruz burada:

HAN-I YAĞMA

Bu sofracık, efendiler – ki iltikaama muntazır

Huzurunuzda titriyor – bu milletin hayatıdır;

Bu milletin ki mustarip, bu milletin ki muhtazır!

Fakat sakın çekinmeyin, yiyin, yutun hapır hapır…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Efendiler pek açsınız, bu çehrenizde bellidir

Yiyin, yemezseniz bugün, yarın kalır mı kim bilir?

Bu nadi-i niam, bakın kudumunuzla müftehir!

Bu hakkıdır gazanızın, evet, o hak da elde bir…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bütün bu nazlı beylerin ne varsa ortalıkta say

Haseb, neseb, şeref, oyun, düğün, konak, saray,

Bütün sizin, efendiler, konak, saray, gelin, alay;

Bütün sizin, bütün sizin, hazır hazır, kolay kolay…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Büyüklüğün biraz ağır da olsa hazmı yok zarar

Gurur-ı ihtişamı var, sürur-ı intikaamı var.

Bu sofra iltifatınızdan işte ab u tab umar.

Sizin bu baş, beyin, ciğer, bütün şu kanlı lokmalar…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Verir zavallı memleket, verir ne varsa, malını

Vücudunu, hayatını, ümidini, hayalini

Bütün ferağ-ı halini, olanca şevk-i balini.

Hemen yutun düşünmeyin haramını, helalini…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!

Bu harmanın gelir sonu, kapıştırın giderayak!

Yarın bakarsınız söner bugün çıtırdayan ocak!

Bugünkü mideler kavi, bugünkü çorbalar sıcak,

Atıştırın, tıkıştırın, kapış kapış, çanak çanak…

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin,

Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!