ZAMANA YENİK DÜŞEN KÖYLÜLER!

Orta yaşlarda olan insanların yaşam serüveni hemen hemen aynı gibi…

Genelde köyde yaşayan, çocukluğu köy hayatıyla yoğrulan, köy hayatının getirdiği tüm zorlukları iliklerine kadar yaşayan insanlar topluluğudur orta yaş grubu.

Çocukken hepsinin hayali de hemen hemen aynıdır:

Köyden, tarladan, davardan, çiftten uzaklaşmak…

Kendi çektiği sıkıntıları çocuklarına yaşatmamak, daha özgürlükçü, daha bireysel, daha lüks hayat yaşamak.

Babalar çocuklarını mutlaka okutmak isterler, bir baltaya sap olsun, devlete sırtını dayasın, üstü başı toz toprak olmayacak bir işte çalışsın isterler.

Okuyup da köyde kalan insanlara, okudun ama bir baltaya sap olamadın, gözüyle bakılır genelde.

İlla köyden gidilecek, en önemli şart budur.

Köye geri dönüş yapana da, “tavuk ölür gözü çöplükte kalır” denir. Daha güngörmüş insanlar da, “her şey aslına rücu eder” derler.

Köyden çıkıp, tabiri caizse, bir baltaya sap olanların ilk işi hemen bir arabaya sahip olmaktır. Ardından da başını sokacak bir ev almak. Tersi de olabilir sıralamada.

Ve genelde, çalışan bir eşle evlenmek de, köyde sıkıntı yaşayan insanlar için birincil önceliktir. Geçim şartları, şu veya bu nedenle illa çalışan biriyle evlenmek şarttır.

Gene tabiri caizse ki caiz olsun mümkünse, bu tiplerin “kanı bitlenince” ilk önce arabayı veya evi değiştirme gibi olmazsa olmazları vardır.

Köyde eşeğe, bilemedin ata binen insanlar son model araba derdine düşerler. Köyde iki, üç odalı evlerde birkaç aile yaşayanlar iki oda bir salon evi kendilerine layık görmezler.

Daha iyisi olsun, daha lüksü olsun diyerek ha bire borç harç, kredi falan derken sürekli bir boyunduruk altına girerek kendilerini yenilerler.

Kendilerini yenilemeyince de hor görüldüklerini hissederler.

Etrafta herkes onlarla ilgileniyormuş gibi sürekli bir etrafa şirin görünme derdine düşerler.

Marka takıntıları baş gösterir, eve gelene evin her köşesini gezdirme, araba alınca alınan arabanın her özelliğini anlatma gibi ucube sevinçleri vardır.

Çocukları henüz doğmadan en pahalı şeylerle çocuklarını kundakta lükse alıştırırlar.

Bayramda seyranda köye gidince, birlikte büyüdüğü, zamanında hor görüldüğü insanlara arabasını falan göstermiyormuş gibi yapıp gösterirler.

Hasılı, batılı bir yaşam tarzına yenik düşüp, köyden yüzde yüz ilişkisini koparması gerektiğine kendilerine inandırırlar ama sorduğun zaman müthiş bir şekilde köycüdürler.

Bu tiplerin çoğuna sonradan görme denir, özellikle geldiği yeri bilmeden, kendini bilmeden, geri döneceği yeri bilmeden borç harç yaşadığı lüks hayatı başkalarının gözüne sokmaya çalışırlar.

Bunlar genelde, bulgur pilavını elit bir ortamda yemiyormuş gibi yaparlar, çay dururken daha sosyetik içecekler içmeyi marifet zannederler.

Arabesk dinleyerek büyürler ama arabesk dinlediklerini gizlemeye çalışırlar.

Geçmişlerinden utanıp, anlatmaya değer bulmazlar geçmişte yaşadıkları hayatı.

Çocuklarına, eşlerine en batılı yaşam tarzını dayatırlar. Doğum günü gibi, özel günler adı altında partiler, şunlar bunlar… Kadınlar bıyıktan, sakaldan rahatsız olurlar, erkekler eşlerinin kendilerine hazırladığı sürpriz doğum günlerinden, babalar gününden falan acayip etkilenirler.

Böylece özden uzaklaşma daha hızlı olur. Öze dönmeye çalışan, zararın neresinden dönersem kar diye uğraşanlar artık treni kaçırmış, bocalama devresine girmiştir.

Çocukları da asla bunları takmaz, onlar kendilerine hazırlanan hayatı yaşamaya başlar ama suçlu da çocuklar olur.

Yavaş yavaş özden uzaklaşma serüveninde suçlu olan kimse yoktur sorarsan.

Zaman denilen fırtınaya karşı dik durabilenler özgün, özünden ayrılmadan yaşarken, bile isteye o fırtınaya boyun eğenler de batılı yaşam tarzının pençesinde kıvranmaktadırlar.