İnsan neden doktora gider? Bu soru, mahiyet itibariyle elbette anlamı olmayan bir sorudur. Doktora gitme, insan için zoraki ve sevilmeyen bir eylemdir. Elbette kimse doktora gülerek, heyecanla mutluluk içerisinde gitmez. Bir sağlık probleminin olması ya da sağlığıyla ilgili bir endişesi sonucu insanlar doktora mecburen gitmek zorunda kalırlar. İnsan, her doktora gidişinde önünü alamadığı bir endişe ve tedirginlik içerisine girer. Bu tedirginlik belirgin ve olagelen (gribal durumlar ve devam eden tedavi süreçleri) sağlık problemlerin de bile varken, hesapta olmayacak şekilde kişide oluşan bir rahatsızlık sonucu etrafında baskısıyla gidilme durumunda daha da artış gösterir, hat safhaya ulaşır. Ve her gidişte “acaba ciddi bir durum var mı?” diyerek hayıflanır insan. Asıl sıkıntılı gidiş ise; çocukların hastalanması durumunda yaşanır. Çocuklar, insanın en zor imtihanıdır. Kısaca demem o ki; bir şekilde sağlık kuruluşlarına yönelen her kişi “en zayıf” anını yaşar ve kendisini çaresiz hisseder.

       Ülkemizde sağlık sektörü önemli merhaleler kat etmesine rağmen, hastalara yönelik bazı uygulamalar eski alışkanlıklarına devam etme meyli göstermekteler. Bu probleme aslında “iletişim” ya da “hasta ile iletişim” denilebilir. Başka adlandırmalarda yapılabilir. “Sağlık personelinin hastaya davranışı ya da davranış şekilleri” olarak ta tanımlanabilir. Diyalog/iletişim konusu sağlıklı yürütülemediği için, sık sık can sıkıcı haberlere de tanık olmaktayız.

       Hatırlarım… Eskiden doktora gitme alışkanlığının fazlaca olmayışının nedenlerinden biri de, doktora gidilse bile doktorun görülemeyeceği kuşkusudur. Sabah namazında gidilen hastane koridorlarında saatlerce bekledikten sonra, tam sıra bana geldi derken; kapalı kapının açılmasıyla beraber görevlinin hoyratça bir ses tonuyla,“–hasta muayenesi sona erdi.” sözünü duymanın verdiği yıkımı ancak yaşayan bilir.

       Yine bir doktora gidiş serüveninde hakkaniyete uymanın en doğru usulü olarak belirlenen “kuyruk bekleme” sırasında, yukarılardan “tanıdık birilerinin” devreye girmesiyle, hasta haliyle onlarca kişi sıra beklerken  hemşirenin “- falan filan ….sıra sizde”  demesiyle beraber hakkaniyetten ne kadar uzakta olduğumuzu  fark eder, kabullenir ve bu duruma müdahil olsak “doktoru kızdırmayalım, ne de olsa ona şu an muhtacız” gerekçesiyle suskunluğumuzu sineye çekeriz.

       Aynı pozisyonda, yani doktor kuyruğunda iken sert ve hoyrat bakışlı hemşireden yenen zılgıtlar vardır. Yine sineye çekilmiştir. Ne de olsa mecburuz, mahkûmuz, çaresiziz. Sesimizin çıkması durumunda muayene olma hakkımıza halel gelebilir ve hatta kovulabiliriz devletin hastanesinden.  

       Geçen yıl 90 yaşında yıl vefat eden dayım kırklı yıllarda Antalya’ da işçi olarak çalışırken hasta olmuş(soğuk algınlığı, gribal enfeksiyon, zatürre olabilir) ve o günün şartlarında devlet hastanesine gitmiş. Hastanede yapılan bir iğne (enjeksiyon) sonucu dayımın sağ tarafı tutmaz olmuş ve günlerce hastane odalarında inim inlemiş ve bir gün dedem oğlunu sırtına alarak Toroslardaki köyüne getirmiş. Dayım, ömrünü bu şekilde devam ettirip tamamladı. Kim arar, kim sorar. Hasta hakkını koruyan, arayan kim? Böyle vakalar halen olsa da alınan sorumluluğun bir takibi yapılabilmekte, hesabı sorulabilmekte günümüzde. Yine de eskiye dair alışkanlıklar devam edebilmekte; en azından hastanın “adam hesabına alınması” ile ilgili sıkıntılar olabilmektedir.

       Sağlık sektöründe hizmet etmek elbette zordur. Her gün sağlığı bozuk insanların tedavi işlemleri ile uğraşan sağlık personelinin “psikolojisi” elbette farklılaşacaktır. Lakin her mesleğin zorluğu, insana dönük olumsuzluklara bahane olmak yerine, bu olumsuzlukların çözümü için farklı stratejiler geliştirmeyi gerektirir. Güzel uygulamalar var elbette. Aile hekimliği gibi… İnsan merkezli asıl sağlık politikasının “Koruyucu Hekimlik” olduğu ve buna uygun örgütlenme modelinin aile hekimliği olduğu artık bilinen bir durum. Lakin aile hekimliğinin daha işlevsel yürütülebilmesi için hasta sayısının makul düzeyde olması gerekir. Performans ölçüsünün hasta sayısı olarak görülmesi durumu, sağlık hizmetinin niteliğini doğrudan etkileyen bir faktördür.  

       Bir diğer husus tedavi için başvurulan sağlık merkezinde hastalara uygulanacak tedavi süreçleriyle ilgili yeterli açıklamalar yapılmamaktadır ya da eksik bırakılmaktadır. Oysa Hasta Hakları Yönetmeliğinin 15. Maddesinde “Hastaya; a) Hastalığın muhtemel sebepleri ve nasıl seyredeceği, b) Tıbbi müdahalenin kim tarafından nerede, ne şekilde ve nasıl yapılacağı ile tahmini süresi, c) Diğer tanı ve tedavi seçenekleri ve bu seçeneklerin getireceği fayda ve riskler ile hastanın sağlığı üzerindeki muhtemel etkileri, ç) Muhtemel komplikasyonları, d) Reddetme durumunda ortaya çıkabilecek muhtemel fayda ve riskleri, e) Kullanılacak ilaçların önemli özellikleri, f) Sağlığı için kritik olan yaşam tarzı önerileri, g) Gerektiğinde aynı konuda tıbbî yardıma nasıl ulaşabileceği, hususlarında bilgi verilir.” Hükümleri esas alınmasına rağmen bu esasın tam olarak yürütüldüğü söylenmesi zor görülmektedir.

        Yine Hasta Hakları Yönetmeliğinin 15. Maddesinde 39. Maddesi;  “Hasta, kişilik değerlerine uygun bir şekilde ve ortamda sağlık hizmetlerinden faydalanma hakkına sahiptir. Sağlık hizmetlerinde görev alan bütün personel; hastalara, yakınlarına ve ziyaretçilere güler yüzlü, nazik, şefkatli ve sağlık hizmetleri ile ilgili mevzuat ve bu Yönetmelik hükümlerine uygun şekilde davranmak zorundadır. Sağlık hizmetlerinin her safhasında, hastalara, onların bedeni ve ruhi durumları dikkate alınarak, hangi işlemin neden ve nasıl yapıldığı, yapılacağı ve bekletilmeleri söz konusu ise, bekletilmenin sebepleri hususunda gerekli ve yeterli bilgi verilir..” Hükmü gereğince hastalara karşı “güler yüzlü, nazik, şefkatli” olunması ile hastalara uygulanacak tedavi süreçleri ile ilgili gerekli ve yeterli bilgi vermede de sıkıntıların yaşandığını tedavi görenler bilmektedir.

        Ve elbette sağlık çalışanlarına yönelik şiddet meselesini ıskalamamak gerek. Hiçbir bahane kişi/kişilere şiddet göstermeyi haklı göstermez. Şiddetin yaygın olduğu toplumlar uygar toplum vasfı kazanmamış toplumlardır. Bu konuda gerekli yasal düzenlemeler olsa da, yasal düzenlemeyi etkin hale getirecek alt yapı ve kültürel yetkinlik ne yazık istenilen düzeyin epeyce altında. Mesleğini güven içinde yapamayan bir hekimden

       Asıl sıkıntılı ise, sermayenin temel değer olduğu, sağlık ve ilaç sektörünün insanların sağlığından ziyade, sermaye arttırmayı asıl dert olarak gören muktedirlerin olduğu dünya düzeninde, hastalıkları önlemektense, hastalıklarla savaşı esas alan paradigmanın halen kabul gören bir düşünce olmasıdır. Modern tıp birçok alanda başarılar sağlarken, insanı eksene koyan bir anlayışı geliştirememiştir. Hepimizin, insanlığı ve insan sağlığını düşünme noktasında hassasiyet ayarlarımızın inceltilmesi gerekmektedir. Unutmayalım ki, sağlıklı bir dünya inşa edebilmek için sağlıklı insana ihtiyaç vardır. Sağlıcakla kalınız…

Zafer Özer-Eğitim Müfettişi