Türkiye’deki siyasî partilerin kurumsal kimlik oluşumları sıkıntılıdır. Kurucu genel başkanla sınırlı bir kimlik inşa süreci yaşanır. Sonrasında her bir genel başkanla sil baştan yeni bir temel atma töreni düzenlenir. Haliyle demokrasi için deyim yerindeyse yap-boz tahtasına dönüş(türül)me, evrilme süreci de kaçınılmaz olur. Bu durum, ülkemizin en köklü partileri olan CHP ve MHP için bile böyledir. Diğerleri zaten erken doğan (prematüre) bebekleri anımsatır.

Bugünkü CHP Kemal’in partisidir. Ama hangi Kemal’in?.. Kemal Kılıçdaroğlu’nun tabi ki.. MHP zaten Devlet Bahçeli’nin çiftliği.. AKP “eşittir” Tayyip Erdoğan!. Öyle ya, Erdoğan sonrasında AKP diye bir partinin kalacağını kim söyleyebilir ki? Ve söylese bile buna ilk önce kendisi inanır mı? Partiler patron işletmeleri gibi yönetilip, işletilirken ve dahi seçmenler -sözde- parti içi demokrasi yalanları ile avutulup, işletilirken… Mamak’ta, Ulucanlar’da, Diyarbakır’da kamışına, kızbanına elektrik verilip, kan işetilenlerin demokrasi uğruna anca bir arpa boyu yol aldıklarını/alabildiklerini görmek üzüntü verici bir durumdur gerçekten..

Hanedanlıktan cumhuriyete geçmek bir devrimdir. Devrimin mimarı da Atatürk’tür. Yani bir devrimci aranıyorsa o da Atatürk’ün ta kendisidir. Türkiye Cumhuriyeti’ni o kurmuştur. Dahası devletin kuruluş felsefesini, millî ülküsünü o belirlemiştir. Peki, devrimci geçinen daha doğrusu kraldan çok kralcı geçinen kişiler ne ayaktır? Kimi Marksçı kimi Leninci kimi de Maocu sersefillerdir. Enver Hoca, Troçki, Stalin, Che diyenler de cabası.. Benzer bir durum ülküyü bırakıp, ülkücü geçinenler için de söz konusudur aslında. Hüseyinzade Ali, Ali Suavi, Gaspıralı İsmail, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Akçura, Mehmet Emin Resulzade, Zeki Velidi Togan, Ziya Gökalp, Mahmut Esat Bozkurt gibi aydınların ve hatta Sultan Galiyevlerin, Attila İlhanların “Atatürk milliyetçiliği” olarak da anılan -dil ve kültür temelli- buduncu (toplumcu) çizgisini bir başka deyişle Türk’ü, Türkçülüğü bırakıp da -İngilizlerin ağzıyla- light (layt) İslamcılık da diyebileceğimiz Türk-İslam sentezine tav olmak, yönelmek ne menem bir akıl tutulmasıdır? Tengri inançlı, Burhanî/Budist, Musevî, Ortodoks, Katolik ve hatta Şiî Müslümanları yok saymak ya da görmezden gelmek ilgisizlik (lakayıtlık) değilse, nedir? Türk budununu (ulusunu) bir bütün olarak ele almayan, tüm kesimlerine ilgi göstermeyen kişi /kişiler (zat/zevat) nasıl Türk milliyetçisi olabilir ve de kabul edilebilir?

Özetle; Türkiye’deki siyasî partilerin kurumsal kimliği yoktur. Yoktur ama bu partilere gönül vermiş/veren milyonlarca seçmende de düşünüp sorgulama yeteneği yoktur ne yazık ki. Salıdan salıya bahar temizliği yapılan bir gönülle, salıdan salıya format atılan bir beyinle nasıl olacaktır ki zaten…

Aziz Dolu Atabey

Atabey – Avşar (wordpress.com)

___