“Denizüzümü“ adı verilen küçük bir yumuşakça vardır. Yaşamının ilk döneminde denizin içerisinde ortalık yerlerde yüzer. Sonunda kendisine kaya midyesi gibi tutunacak bir yer bulur ve oraya tutunur. İlk yaptığı şey, beslenmek amacıyla beynini emmeye başlamaktır. Neden mi? Çünkü yaşamını sürdürmek için bulduğu yerden sonra artık beyne ihtiyacı yoktur. Beyni, ona tutunacağı yeri belirleme ve o yerde yaşamasına uygun ortam yaratmıştır ve görevini tamamlamıştır. Denizüzümü artık beyne ihtiyacı olmadığını düşünür ve beynindeki besinleri, vücudunun diğer organlarını beslemek için yer, bitirir. Bu aşamadan sonra yok olana kadar tutunduğu kayadan ayrılmaz ve doğal olarak da beyne ihtiyacı kalmaz (Eagleman ve Brandt, 2017, s. 31).

İnsanlar da denizüzümü gibi beyinlerini yer mi? İnsanlar denizüzümü gibi beyinlerini emerek yemezler ama iyi beslenmeyerek, kitap okumayarak, araştırma yapmayarak, kendilerini öğrenmeye kapatarak beyinlerini kullanılmaz, atıl hale dönüştürebilirler.

Okuldan mezun olduktan sonra kitap okumayan, öğrenmeye kendini kapatan her birey aslında bir şekilde beyninden yararlanmayı da bırakmış demektir. Beyin besin yoluyla ve bilgi yoluyla beslenir. Ceviz, protein, sebze ve meyveler beynin biyolojik açıdan beslenmesini sağlar. Kandaki demir ve çinko oranı düşmeye başladıkça unutkanlık ve öğrenememe ya da geç öğrenme gibi sorunlar ortaya çıkar. Sosyo-ekonomik düzeyi düşük ailelerde yetişen çocukların öğrenme sorunlarının temelinde biyolojik açıdan beslenememe ve dengesiz beslenme etkili rol oynar. Sosyo-ekonomik düzeyi yüksek ailelerdeki sorun ise dondurulmuş ve fabrikada işlenmiş besinleri çok fazla tüketmeleridir. Çocukluk yaşlarından itibaren haftada en az iki defa balık tüketen çocukların beyin gelişimleri hızlı olduğu gibi, balık yağı tüketimi de aynı oranda etkili olmaktadır.

Beynin etkili çalışmasında biyolojik beslenmeyi, bilgi yönü ile beslenme takip etmelidir. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) 2017 yılında yayınladığı verilere göre, Türkiye'de kitap okumaya kişi başına ayırılan süre günde yalnızca bir dakikadır. Buna karşın, televizyon izlemeye 6 saat, internete ise 3 saat harcanmaktadır. Bu süreçte televizyonun iyi bir öğrenme aracı olmadığı, internette ise sosyal medya hesaplarının daha fazla kullanıldığı göz önüne alındığında beynin beslenmediği, sadece avutulduğu ortaya çıkmaktadır.

Bilim ve teknolojide ileri düzeyde gelişen Japonya gibi ülkelerde kişi başına kitap okuma oranı yıllık 26 civarındadır. Anne-babanın kitap okumadığını, televizyon izlediğini gören çocuklar da kitap okumaktan uzaklaşmakta ve kitap okumadan, araştırmadan bilgi sahibi olmaya çalışmaktadırlar. Özellikle PISA ve TIMSS gibi uluslararası sınavlarda başarılı olan Finlandiya gibi ülkelerde yetişkinlerin kitap okuma oranı yıllık 25 kitabın üzerindedir. Ayrıca toplumda kitap okuma oranı bir üst değer, yaşam biçimi ve önceliği arasında yer almaktadır.

Türkiye’de kitap endüstrisi hızla büyümektedir. Türkiye, 2 milyar 100 milyon doları aşan hacmiyle dünya sıralamasında 11'inci en büyük kitap cirosuna sahip ülkedir. Türkiye Yazarlar Birliği verilerine göre yıllık baskı sayısının 660 milyonu aştığı görülmektedir. 2016’da 56 bin yeni kitap basılmıştır. Bu sayının 2019 yılsonunda 70 bine yaklaşmasını beklenmektedir. Kitap okuma oranının bu kadar düşük olduğu bir ülkede kitap sektörü bu kadar nasıl gelişmektedir? Bu konu hakkında yapılan çalışmalar Milli Eğitim Bakanlığının okullar için ders kitabı bastırması, KPSS, ÖABT, YKS gibi merkezi sınavlar için basılan sınav kitapları olduğu görülmektedir. Ayrıca 18 milyon öğrencinin varlığı da unutulmamalıdır. Çünkü Türkiye sadece öğrenci potansiyeliyle Avrupa’nın birçok ülkesinin nüfusundan daha fazladır.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nün (UNESCO) verilerine göre Türkiye, kitap okuma oranında dünyada 86'ncı sırada, yoksul Afrika ülkeleriyle aynı kategoride yer almaktadır. TÜİK’e göre ise Türkiye'de kitap, ihtiyaç listesinin 235'inci sırasındadır. Dünyada kitap için kişi başına harcanan para ortalama 1,3 dolarken, Türkiye’de çeyrek dolar civarındadır. Bu duruma göre beynin besinden sonra en çok ihtiyacı olan bilgi girdisi sağlanamamakta, beyin öğütecek ürünü olmayan değirmen taşı gibi boşa dönmekte ve kendi kendisini yemeğe devam etmektedir.

Kitap okumayı 235’inci ihtiyaç listesinde gören toplumların kitap okumama sorununu sadece tek bir nedene bağlamak da doğru değildir. Nüfusun büyük bir kısmının işlevsel okuryazar olmaması, okuryazar olmaması ve nüfusun belirli bir oranının açlık sınırında yaşamasıdır. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinin temelinde önce fiziksel ihtiyaçlar sonra güvenlik, sevgi ve saygı gelir. Bir ülkede entelektüel rezerve yatırım yapmanın ön şartı bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılanması ve daha sonra diğer ihtiyaçların ortaya çıkmasının beklenmesi gerekir.

Beynini beslemeyen, kitap okuyup bilgi düzeyini artırmayan bireylerin yaşam kaliteleri artmaz. Sorun çözme, olayları anlama, ilişkilendirme, geleceği görme, temel hak ve hürriyetlerden yararlanma, sorumluluklarını bilme düzeyi düşer. Bu durumda sorunu sadece beynini beslemeyen birey değil, onunla aynı bölgede yaşayan bireyler de bu soruna ortak olur. Çünkü bilinçsiz seçmen olduğu için oyunu bilinçsizce kullanır. Onun kullandığı oylarla yönetim erkini elde edenler, iyi yönetmezler. Beynini beslemeyen birey yola tükürmeye, trafik kurallarını ihlal etmeye başlar. Bireylerin yaşam hakkı tehlikeye girer. Beynini beslemeyen birey davet edildiği düğünde sağa sola kurşun atar. Sonuçta maganda kurşunuyla yaralananlar, ölenler ve sakat kalanlar olur. Beynini beslemeyen birey bir ülkenin insan kaynağı olarak, beynini besleyip ülkesine faydası olmadığı için, ülkesine ihanet etmiş ve insan kaynağının kötü kullanılmasına neden olmuştur.

Sonuç olarak her birey, vatandaş olarak ülkesinin insan kaynağı, ulusal zenginliğidir. Albert Einstein, Nikola Tesla, Aziz Sancar, Steve Job, Pasteur ve Leonardo Da Vinci gibi yüzlerce bilim ve sanat insanı ülkelerine ve insanlığa katma değer sunmuşlardır. İnsanlığa hizmet etmişlerdir. İnsanları kuduz hastalığından kurtaran Pasteur’ün milliyeti ve dininden daha çok insanlığa yaptığı hizmeti hatırlanır. Her ülke insan kaynağına yatırım yapmak ve mevcut potansiyelini maksimum düzeye çıkartmak zorundadır. Her ülke nüfusunun yüzde beşi üstün zekâlıdır. Türkiye bu potansiyelinin sadece yüzde iki buçuğunu kullanabilmektedir. Diğer yüzde iki buçukluk potansiyel ise kaybedilmektedir. Bu sebeple beyni besleyen ana faktör gıdalar ve bilgidir. Kamusal alanda bireylerin temel besinlerden yararlanması sağlanmalı, beyni geliştirecek bilgi girdisi için tedbirler alınmalıdır. Türk toplumu bilim, kültür ve sanatı yitik malı olarak görmeli ve sahip çıkmalıdır. Topyekûn okuma seferberlikleri yapılmalı, kitaba, bilgiye ulaşmak kolaylaştırılmalı, şehir ve üniversite kütüphanelerinden halkın etkin kullanımı sağlanmalıdır. Kütüphaneler akaryakıt istasyonları gibi sabaha kadar açık olmalı, kütüphaneden yararlananlara kahvaltı verilmeli ve yıkanma olanağı sunulmalıdır. Ziyaretlere şeker, çikolata ile gitmek yerine kitap ile gidilmeli, çiçek ve plaket yerine TEMA vakfına ağaç bağışı yapılmalıdır. Şehirleşmenin en önemli göstergesi şehir kültürüne uygun yaşamak ve daha pragmatik davranışlar sergilemektir.

Kaynakça

Eagleman, D. ve Brandt, A. (2017). Yaratıcı tür. İstanbul: Domingo.

Unesco: Türkiye kitap okumada 86.ncı sırada.https://www.cnnturk.com/dunya/dw/unesco-turkiye-kitap-okuma-oraninda-86inci-sirada. Sitesinden erişilmiştir.