Devlet, insanların/toplumun oluşturduğu en yüksek organizasyon olarak tanımlanabilir. Çağlar boyunca devlet mekanizmasının işleyişini/yürütmesini sağlayan gücün kaynağı süreç içerisinde değişim gösterse de, temelde değişmeyen şey devletin kurallar çerçevesinde yönetildiği gerçeğidir. Devleti yönetme sorumluluğunu alan kişi ve kurumlar, yönetme (sevk ve idare) görevini ortak sözleşme gereği oluşturulan kurallar (yasalar) çerçevesinde yürütürler. Yönetme eylemi, en iptidai toplumdan en modern topluma kadar belli kurallar marifetiyle icra edilir. Devlet mekanizmasını yönetmekle görevli kişi/kişilerin referans nokrası çağlara/toplumlara göre değişiklik gösterip, devlet yapısı içerisinde belli dönemlerde belli kişilere imtiyaz tanınsa bile, genel anlamda kurallara herkesin uyması bir zorunluluk olarak kabullenilip uygulanmıştır.

      Günümüze geldiğimizde, özellikle son iki yüz yıldır gündeme gelen modern devlet dediğimiz kavramın iki ana özelliği vardır. Yönetim gücünü halka dayandıran “demokratik” yapı ve bu yapının işleyişini belirleyen “hukuk” normlarının esas olarak benimsenmesi şeklinde özetlenebilir. Demokratik hukuk devletinde tüm yönetsel eylemler belirlenen hukuk kuralları çerçevesinde yürütülür ve söz konusu hukuk kuralları, yöneten/yönetilen herkesi bağlar. Hiç kimsenin kurallar karşısında imtiyazı söz konusu değildir. Bundan dolayı devlet yapısı örgütlenirken üç ana organdan teşekkül ettirilir. Yasama, yürütme ve yargı. Ergler ayrılığı olarak  adlandırılan bu sistemde devlet yapısı, birbirinden bağımsız şekilde görevlerini yaparken aynı zamanda eşgüdüm içerisinde tüm yöneten ve yönetilenlerin(vatandaşların) mutlu ve huzurlu olduğu bir yapıyı sağlamış olur.

Yargının Görevi:

       Bu noktada yargısal örgütlenme genel olarak iki ana kola ayrılır. Adli ve İdari yargı. Adli yargı, tüm ülkedeki özel hukuk ve ceza hukukuna ilişkin yargılamanın yapıldığı bir yargı çeşididir. İdarî yargı ise, idarenin, idare hukukunca düzenlenen kurallara aykırılıktan doğan uyuşmazlıklara bakan, kendine özgü kuralları ve yargılama şekilleri olan bir yargı düzenidir. Konumuz olan İdari yargı ile ilgili olarak ülkemizdeki hukuki düzenlemelere kısaca göz atalım.

       Devletin niteliği, Anayasa’nın 2. maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti Sosyal Hukuk Devletidir.” Şeklindeki ifade edilmiştir. Hukuk devleti; kamu hizmeti görenlere hukuki güvenceler sağlayan, güvence sağlamak için koyduğu kurallara bağlı olan ve verilen yargı kararlarını ilgililerin başvurusuna gerek kalmadan infaz eden devleti ifade eder. Buradaki hüküm aslında olmasını gerekeni ifade etmektedir. Olması gereken gerçeklik ile uygulamadaki oluşan idari eylemler bazen aynı istikamette yürümeyebiliyor. Bu noktada idari eylemlerin hukuksuzluğu durumunda nelerin yapılması gerektiği yine yasalar tarafından belirlenmiştir.

       2575 sayılı Danıştay Kanunu, 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare Mahkemeleri ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluşu ve Görevleri Hakkında Kanun ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu bu konuda çıkarılan kanunlardır.  Türkiye’de idari yargı üç dereceli olarak örgütlenmiştir. Genel idarî yargı alanındaki yüksek idare mahkemesi Danıştay’dır. Danıştay’ın altında ikinci derece üst mahkeme olan bölge idare mahkemeleri bulunur. İdarî yargının ilk derece mahkemeleri ise idare mahkemeleri ve vergi mahkemeleridir. Danıştay, Anayasamızın 155/1. maddesi ve Danıştay Kanununun 23. maddesi gereğince, idare mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Ayrıca kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.

Yargı Kararlarının Uygulanması:

       Anayasa’nın 138. maddesinin son fıkrasında yer alan “Yasama ve yürütme organlarıyla idare mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez” hükümle beraber 2577 sayılı İYUK’un 28/1. maddesindeki “Danıştay, Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz (30) günü geçemez” hükmü idareye; “derhal” ve “aynen” uygulama yükümlülüğü getirmiştir.

       Anayasanın 138. maddesinde yargı karalarının tüm devlet organları için bağlayıcı olduğu net olarak belirtilmiştir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda da, yargı karalarının yerine getirilmemesi durumunda sorumluluğun gündeme geleceği belirtilmektedir. İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinin 3. ve 4. fıkralarına göre; “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hallerde idare aleyhine Danıştay ve ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği belirtilmiştir. Mahkeme kararlarının otuz gün içinde kamu görevlilerince kasten yerine getirilmemesi halinde ilgili, idare aleyhine dava açabileceği gibi, kararı yerine getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir.” Netice itibariyle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 28. maddesinin 3. ve 4. Fıkralarında iptal ya da yürütmenin durdurulması kararlarının uygulanmaması halinde idare ve kararı uygulamayan kamu görevlileri hakkında tazminat davası açılabileceği belirtilmektedir. Bu durumda, verilen iptal veya yürütmenin durdurulması kararının uygulanmamasından mağdur olan herkesin, idare aleyhine idari yargıda, kararı uygulamayan kamu görevlisi hakkında da adli yargıda tazminat davası açma hakkı bulunmaktadır.

       “…(Hukuk devletinin temel unsuru bütün devlet faaliyetlerinin hukuk kurallarına uygun olmasıdır). Hukuk devleti, insan haklarına saygı gösteren bu hakları koruyucu, adil bir hukuk düzenini kuran bunu devam ettirmeye kendini zorunlu sayan ve bütün faaliyetlerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan bir devlet olmak gerekir. Hukuk devletinde kanun koyucu da dahil olmak üzere devletin bütün organları üstünde hukukun mutlak bir hakimiyete haiz olması, kanun koyucunun yasama faaliyetlerinde kendisini her zaman Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile bağlı tutması lazımdır. Zira kanunun da üstünde kanun koyucunun bozamayacağı temel hukuk prensipleri ve Anayasa vardır(Anayasa Mahkemesi 11.10.1963 tarih 1963/124E. AMKD, Cilt 1, s.429)…”

       İşin esası hukuk devletinde öncelikle yapılan iş ve işlemlerin hukuka uygun olarak yapılmaması diye bir şeyin düşünülmemesi bir yana; idarenin hukuki dayanaktan yoksun uygulamamalarının yargı makamlarınca bozulması neticesinde, kararın idari makamlarca uygulanmaması diye bir şeyden söz etmek eşyanın tabiatına aykırı olarak görülmesi geren bir durum. Aksi hal, sağlıklı, duyarlı, vicdanlı, sorumluluğunun farkında olanların göstereceği bir tavır değildir. Zira, devlet herkesin kendini emin hissettiği yerin adı olmasının yanında, herkesin hak ve hukukunun (çoğu kez talep etmeden) gözetildiği, hiç kimsenin bundan endişe duymadığı yerin de adıdır. Bu güveni zedeleyen uygulamalara kesinlikle müsaade edilmemesi gerekir. Hukukun üstünlüğünü ve güvenilirliğini sağlamak için idare, uygulamalarını hukuk içerisinde yapması gerekir. Bir kamu görevlisi öncelikle hukukilik bilincini kazanması gerekir ki, işlerini düzgün, tarafsız ve hukuka uygun olarak yapabilsin. Diğer yandan, bu meselenin yasal bir zorunluluk olmasının yanında, benimsediğimiz inancın ilkeleri açısından da bir zorunluluk olduğunun farkına varmamız gerekecektir. Bilelim ki, devlet olmaz ise ne can, ne mal, ne akıl ne de neslimiz güvende olacaktır. Lakin devletin güveni için de, hukuka uymanın temel bir zorunluluk olduğunun farkında olmalıyız.

Zafer Özer-Maarif Müfettişi