Prof. Dr. Hasan Aydın hocanın, “Felsefi temelleri Işığında Yapılandırmacılık” adlı eserini okurken on yedi yıl önceki haleti ruhiyem yeniden depreşti. Peşinden seğirtircesine gittiğimiz bu öğrenme kuramının şimdilerde hiç esamesinin okunmamasının nedenlerini daha derinden düşündükçe, neyi ne için yaptığımızı, yapılan şeyin maksadını, kimin için yaptığımızı, işin en hazin yanı ise yaptığımız şeylerin bile farkında olamayışımızla ilgili vaziyetin nelere mal olduğunu hep birlikte izleyip görmekteyiz. İyileştirme adına yapılan her işte yarım kalmak, ya da duvara toslamak, işin sonunda hiçbir şey olmamış gibi davranmak sanırım sadece bize has bir özellik.

       Sürekli çıkmazda olan eğitim sistemimizi, bu çıkmazlardan kurtarmak için her dönem olduğu gibi adına reform dediğimiz bir takım yenilik hareketlerine kaldığı yerden devam ediliyordu. Milli Eğitim Bakanlığına getirilen bakanların hepsinin ortak bir iddiası vardı: “Eğitim sistemimizin kalitesini arttıracağız. Arzu ettiğimiz insanı yetiştiremiyoruz. Bunu sağlamak için radikal kararlar alacağız” gibi. Görevde olduğu dönemler içerisinde her bakan yenilik, reform adına bir şeyler yaptı. Sonuçlarını yaşanılan dönem sonrası yine hep birlikte gördük ve görmeye devam edeceğiz. Temennimiz bu defa en azından eğitimin doğru bir rotaya alınması…Bu yazımda yapılan reform çalışmalarından sadece birini gündeme getirmek istedim. Gündeme geldiği andan itibaren (politik görüşü farklı olmasına rağmen) tüm eğitimcileri heyecanlandıran ve aranan insan modelini inşa etmek adına, içeriğe(program/müfredat) yönelik paradigmal bir dönüşüm olması, bu çalışmanın herkesçe kabullenilmesini sağlamıştı. Bu dönüşümün adı yapılandırmacı programdı.

       Sürecin ilk ayağını üniversiteler(akademik yapı) oluşturdu. Özellikle ODTÜ ayağında işin teorik ve buna bağlı program geliştirme çalışmaları yapıldı. İkindi ayağında pilot uygulamalar vardı. Bir sonraki aşamada müfettiş, yönetici ve akabinde öğretmenleri kapsayan eğitim çalışmaları yapıldı. O dönemin bakanı Hüseyin Çelik ve Talim Terbiye Kurulu Başkanı ise Ziya Selçuk hocaydı. Heyecan tüm hızıyla devam etti. Bu anlayışa uygun program ve ders kitapları hazırlandı ve hatta geçiş aşamasında öğretmenler zorlanmasın diye her dersin “kılavuz kitapları” hazırlanıp tüm öğretmenlere dağıtımı sağlanmıştı. Peki neydi herkesi heyecanlandıran?

       Biz büyüklerin kendi muhatap oldukları eğitim/öğrenme anlayışlarından sancıları/şikayetleri vardı. Geleneksel ya da davranışçı olarak tanımlanan öğrenme yaklaşımlarında temel amaç olarak benimsenmese de, dayandığı felsefi temellerin doğasına bağlı olarak öğrenme sürecinin aşamalarında yönlendirici/müdahaleci  bir anlayışı mevcuttu. Öğretmen tarafından oluşturulan  dışsal motivasyon biçimi (not,ceza,tehdit vs.) ile otorite arasında doğrudan bir korelasyon mevcuttur. Otoriteye ve dış motive yöntemlerine dayanan bir eğitim, çocuğu uyum davranışı gösteren bireyler haline gelmesine neden olacaktır. Öğrenenin insiyatif kullanma hakkı daha çok biçimsellikten öte geçememekte,  okuldaki etkinlikler ve karar alanları bütünüyle kuruma ve uzmana ait olarak kalmaktadır.  Öğrencilerin okulda öğrendikleri değerler, öğreticinin yargısına güvenmek, teyit etmek ve kendi oluşturduğu yargılardan endişe duymaktır. Davranış ve rol kalıplarının bu şekilde oluştuğu bir eğitim ortamında insan nasıl kendi kendine karar verebilecek yeti geliştirip; nasıl demokratik davranış göstertebilecektir? Halbuki demokratik eğitim ortamında bireylerin ve toplumun önyargıları kaldırılır ve bireyin gelişimine uygun özgür ortam sağlanırsa, doğru düşüncenin, doğru kararın verilmesine zemin hazırlanır.  Eğitim sadece yetenekleri yeniden üretmek değil, aynı zamanda onların geliştirilmesini de sağlamalı, öğrencilerin yeteneklerini bütün alanlarda geliştirebileceği bir ortam sağlamayı amaç edinmelidir.  İşte bundan dolayı öğrenme ortamlarının özgürleştirilmesi ve buna uygun eğitim ortamlarının oluşturulması gerektiği hep söylenilen bir durumdu. Üstelik postmodern kültürün bilginin doğasına, nesneye ve öğrenmenin doğasına dair ortaya koyduğu argümanlar sanki bizdeki açmazların çözümüne katkı sağlayacak türden söylemler içeriyordu. Eskilerin ezberci, tahakküm edici, demokrat olmayan yöntemlerinden bıkmış usanmıştık. Bu noktada zamanın ruhuna uygun bir model, bir anlayış gerekliydi ve tam bu noktada yapılandırmacılık imdada yetişti.

       Ne sunuyordu yeni paradigma? İşin felsefi nazarda ontolojik ve epistemolojik temelini Hasan Aydın Hocama bırakarak(kitabında yetkin bir felsefeci olarak tüm kavramsal temellerine inerek) öğrenme ortamlarına yansıdığı(pratik açıdan) kadarıyla yapılandırmacılık üzerinde duralım. Yapılandırmacılık, İşbirliğini, bilginin değişkenliğini, bilginin geçiciliğini, uzlaşmayı, öznellik ve göreliliği, kültürü temel ilke olarak benimseyen bir kuram olarak, temelde epistemolojik tartışma üzerine kurulu bir öğrenme yaklaşımıdır. Dış dünyada ve öğrenenden bağımsız bir bilgi yoktur. Bilgi bireylerin nesnelerle olan ilişkisinden, bireyler tarafından etkin bir biçimde oluşturulmaktadır. Öğrenme, toplum ve bilişsel süreçlerden bağımsız değildir. Klasik öğrenme süreci içinde öğrenenler bilgiyi, kendilerinden bağımsız dış unsurlardan (öğretmen vs.)  öğrenmekteler. Öğrenenin dışındaki kaynakların sunduğu bilgi kesin, gerçek ve mutlaktır. Hâlbuki Yapılandırmacılık yaklaşımında bilgi,  sadece içinde yaşanılan duruma göre özellik taşır. Şu anda kabul gören bilgi, bir sonraki aşamada geçerliliğini yitirebilir. Bundan dolayı bilgi, sürekli olarak alıcılar(öğrenenler) tarafından süreç içinde oluşturulur. Bilgi, gerçek kesin ve mutlak değil, sadece uygulanabilir ve geçerli olabilir. Geleneksel öğrenme yaklaşımlarının temelini oluşturan olay ve olgular arası ilişkileri değerlendirirken kullanılan tekli sebep sonuç ilişkisi, yapılandırmacı öğrenmede kabul görmemekte; çoklu sebep-sonuç ilişkisini esas alınmaktadır. Çünkü bir geçeğin birden fazla yorumu olabilir ve gerçek zaten bireyin anlam dünyasıyla bağlantılı bir kabul alanıdır.   

Bu noktada Yapılandırmacılık:

- Öğrenci insiyatifini kullanmayı ve özerklik oluşturmayı öğrenir, buna cesaretlenir.

 - Öğrencileri araştırma yapmak için motive eder,

 - Yaratıcılık ve çözümlemeyi esas alır,

 - Bilgileri öğretmez, sadece vurgular.

 - Öğrenmede deneyimin de yer aldığını belirtir,

 - Öğrencilerin doğal ve meraklı olmalarını sağlar,

 - Öğrencilerin mantıksal modelleri hesaba katılır,

 - Öğrenme biçimlenirken; anlayış ve performans vurgulanır,

 - Bir süreç gibi düşünmeyi öğrenirler,

 - Öğrencilerin, öğretmenlerle diyalog içerisinde bulunmalarını esas alır,

 - Birlikte öğrenmeyi destekler,

 - Öğrencinin çalışmalarını ve düşüncelerini hesaba katar.

 - Öğrencilerin özgün deneyimlerinin sonucu olarak yeni fikir ve anlayış kazanmalarına olanak sağlar.

       Hasan Aydın hocanın felsefeci bakışıyla bu kuramın eğitimde uygulanılmasına yönelik olarak eleştirildiği kritik birkaç noktayı gündeme getirmekte fayda var. Öncelikle yapılandırmacı anlayışta bilginin tamamen insan tarafından oluşturulduğu, gerçekliğin kişiden bağımsız bir değer/olgu olmadığını iddia etmesinin ciddi sorunları barındırdığını ifade etmektedir. “Zira bilgi olanı bilgi olmayandan, doğruyu doğru olmayandan, iyiyi kötüden, güzeli çirkinden, sanatı sanat olmayandan ayıran ölçütün ya da ölçütlerin yadsınması, bilim, sanat, ahlak vb. alanda sınırsız bir karmaşaya yol açacağı gibi, bu karmaşanın, eğitim bilimleri ve eğitim felsefesi açısından neyi öğretelim, gençlere ideal olarak ne türden hedefler koyalım, onların iyi insan olmaları için öğrenme-öğretme sürecinde ne türden etkinliklere önem verelim gibi bir dizi sorunlara yol açacağı ortadadır”

       Diğer yandan yapılandırmacılığın aşırı şekilde yerelliğe vurgu yapmasının da sakıncalarını ortaya koymaktadır. Yerele ait ve aynı zamanda evrensel değerlere olumlu anlamda katkısı olan bir takım değerlerin faydalı görülmesinin yanında, yerelliği evrenselin karşısına yerleştirmek ve evrenseli yadsımak, yereli kutsamak ve her toplumun yerel otantik içerisinden bırakmak kimi durumlarda oldukça kötü sonuçların doğuracağını belirterek, buna yönelik olarak bilimsel yöntemden habersiz bir toplumun “Akan su pislik tutmaz”, “insan kurban etme” gibi anlayışların insanın kendi hem cinsine yönelik katliamlar olabileceğine vurgu yapmakta. Keza, halen içinde bulunduğumuz(corona) pandemi döneminden bir kurtuluş, bir çıkış olarak insanlığın neye ümit bağladığı görmek, bu konuya verilebilecek en mükemmel örnek olacaktır. Yani öncelikle okullar bireye, evreni, doğayı, doğa yaslarını, yaşama yönelik genel geçer kural/kaide/değerleri öğretmekle yükümlüdür.

       Yapılandırmacı öğren kuramına uygun hazırlanan programın en temel açmazlarının başında ölçme ve değerlendirme sürecinin nasıl yapılacağı hususudur. Burada iki açmaz karşımıza çıkmaktadır. İlki bilginin inşasını her bireyin kendi öğrenme tarzı ve yönelimine bırakırsak, yapacağımız ölçme-değerlendirme her bireye özgü(ayrı ayrı) olmalıdır. Diğeri Yapılandırmacığın sürece odaklı ölçme ve değerlendirme ilkesinin, hem uygulama olanağı açısından ve hem de var olan sonuç odaklı sınavlar açısından uygulanabilme niteliğinden yoksun olmasıydı. Nesnel bir zemine oturtulmayan ölçme biçiminin genel geçer özellikten yoksundur. Böyle bir uygulamanın olma ihtimali mümkün görülmemektedir. İşin sonunda liselere geçişte bir sıralama yapılacaksa, buna yönelik ölçme kriterleri genel geçer ve herkesin kabulüne uygun nitelikte olmalıdır.  Zira, daha uygulamanın ikinci yılında SBS (seviye belirleme sınavı) denilen liselere yerleştirme sınavı uygulamaya konulmuş; dershanelerin kalkacağı iddiası, daha işin başında duvara toslamıştı.

       Konu ile ilgili olarak genel bir değerlendirme yaparsak, öğretim programları dinamik süreçlerdir. Her programın dayandığı felsefi bir temel olmasının yanında, programlar birden fazla felsefi temele de dayanabilir. Meseleyi temel eğitim dönemi çocukları açısından değerlendirdiğimizde, bu dönem çocuklarının (evrensel olarak) kazanması gereken temel becerilerin neler olduğu zaten tüm eğitimciler ve kamuoyunun ortak olduğu hususlardır. Bu süreçte yapılandırmacı yaklaşımdan esinlenerek geliştirilen sekiz beceri alanı her dönemi kapsayan nitelikler olarak sıralanabilir. Bu beceri alanları; Eleştirel düşünme,  Problem çözme, Bilimsel araştırma, Yaratıcı düşünce, Girişimcilik, İletişim, Bilgi teknolojilerini kullanma ve  Türkçe’yi güzel kullanma becerisi olarak sıralanmıştır. Programda belirtilen derslerdeki tüm ortak kazanımlar, esasında söz konusu becerileri nihai hedef olarak görür. İşin esası temel eğitim döneminde çocuğun bütünsel kavrayışına uygun olarak, derslerin bilim dalları olarak ayrılması yerine daha çok tematik bir yaklaşımla bu becerilerin geliştirilmesi/kazandırılması hedeflenmektedir. Derslerin bilim dalı olarak ayrılması süreci daha çok üst öğretim kurumlarında(lise ve akademik alan) olması gereken bir düzenlemedir. Bu noktada Hasan Aydın Hocanın eleştirisi genel olarak haklı olmakla birlikte, eleştirinin asıl muhatabı akademik öğretim kademeleridir. Özellikle uzmanlaşma/bilim(temel bilimlerde) öğretiminde, evrensel düzeyde kabul edilen teoriler dışında sübjektif/nesnel olmayan kabuller üzerinden elbette bilim eğitimi yapılmaz. Hasan hoca zaten yapılandırmacı anlayışa hepten karşı çıkmamış;  yapılandırmacılık ve davranışçılık arasında yeni bir sentez olabileceğine dair kavramsal çerçeve çizmiş, genel önerilerde bulunmuştur. Kitabı özellikle eğitimcilerin okumasını tavsiye ederim.

       Yapılandırmacı öğrenmenin/programın gündeme geldiği dönemde işin teorisi üzerinde çalışan ve uygulanmasından sorumlu kişi o dönemin Talim Terbiye Kurulu Başkanı Ziya Selçuk Hocaydı. Hep merak etmişimdir, kendisini her daim takdir eden, “köprüden önceki son çıkış” diye tanımlayan biri olarak sayın bakanımızın ağzından hiçbir zaman yapılandırmacılık üzerine, ya da öğretim programlarının (baskın olarak) hangi felsefi temel üzerine oturtulması gerektiği üzerinde net bir ifadesine rastlamadım. Sanırım nasıl bir insan yetiştirmeliyiz sorusu üzerinde ülke eğitimcilerinin ortak bir düşüncesi yok gibi…Sorunlarımıza çözüm bulamamamızın temel sebeplerinden birisi, ne istediğimiz konusunda net/ortak bir paydamızın olmayışı; ama sanırım, sanki kendimizde ne istediğimiz hususunda pek net değiliz gibi... Selam ile…

Zafer Özer-Maarif Müfettişi