Polis devleti olmayı kimse istemez. Zaten her insanın başına bir polis dikmeniz de mümkün değildir. O halde her insanın vicdanı, o insana özel; o insana özgü (mahsus) bir polis olmalıdır. Bu polis de güzel ahlâkla taçlandırılmalıdır. Böylece hem devlet hazinesinin kâra geçmesi hem de güzel ülkemizin huzura ve barışa kavuşması sağlanmış olacaktır. Devlet-i ebed-müddet söyleminin, millet-i ebed-müddet beklentisine (temenni) dönüşmesi de cabası…

PYD, PDY gibi oluşumlar, söylenceler son zamanlarda sıkça gündeme geliyor bildiğiniz gibi. Peki, aralarında bir eşgüdüm (coordination) var mıdır? Öyle ya damgaları (harf) bile aynıdır. Hele de Kandil’e sığınan 3’ü general, 60 subay diye giden haberler basında yazılıp-çizilirken… İnşallah aslı-astarı yoktur. Ya, yapı bakımından PYD ve/veya PDY arasında ne fark vardır? PYD, modası geçmiş usullerle terör eylemleri gerçekleştiren sıradan bir terör örgütüdür. Eylemleri için kullandığı silah, dün, halk ağzında “keleş” olarak yer etmiş olan kalaşnikof marka tüfek iken bugün, kitle imhâsına yönelik mayın ve EYP (el yapımı patlayıcı) olarak evrilmiştir. AKP’lilerce, PDY olarak adlandırılan paralel devlet yapılanması ise oldukça yanıltıcı (sofistike) bir örgüttür. ‘Cemaat’ adıyla yola çıkmış, ‘hareket’ olarak yoluna devam etmiştir. Dinî eylemlerle başlamış, dindışı (secular) örgün eğitimden, medyaya; sağlık alanından, parasal (financial hareketlere kadar birçok alanda eylem (faaliyet) gerçekleştiren bir holding görünümüne bürünmüştür. Eylemleri için kullandığı silah ise kalemdir. Yani eğitim!.. En azından, 15 Temmuz 2016 akşamına kadar…

“Devlet de devlet gibi olmalı” demiş bir Türkmen kocası. Devletin “devlet gibi olma” vasfından epeyce bir uzaklaştığını 15 Temmuz akşamı gördük. O gece, ANAP’ıyla, DSP’siyle geçmiş iktidarların ama özellikle de AKP’nin yanlış politikaları ile devlet kurumlarının cılkının çıktığı, kepazeliklerin ortalığa saçıldığı bir gece geçirdi halkımız. Tabi AKP’liler yine mağdur edebiyatına, “kandırıldık” tekerlemelerine sarıldılar. Hatta her türlü iktidarsızlıklarının suçunu, mazeretini bu yapıya yüklediler. Misal meclis başkanlığı eğilim (temayül) yoklamalarında, fırka (party) içinde açık ara en çok oyu almasına rağmen sırf MHP kökenli olduğu için başkan yapılmayan eski ANAP’lı bir AKP milletvekili aynen şunları yazdı: “Baykal’a ve bazı MHP’lilere kaset tuzağı kuran; Uludere katliamını yapan ve Rus Uçağını düşüren ve de H.Dink’i öldürenler hep FETO.Araştırın.” Yazım ve noktalama hatalarını bir yana bırakırsak, bizim de kalbimizden aynen şunlar geçti: Niye ki beyim; 14 yıldır ülkeyi yöneten biz miyiz? Sormazlar mı adama “Siz, eşekbaşı mıydınız?” diye. Sözümüz, meclisten (!) dışarı tabi.

AKP, CHP, MHP adlı fırkaların (party) birlikte düzenledikleri (coordinate) Yenikapı demokrasi şöleninden gurur duymayanınız yoktur sanırım. Demokrasi şölenine katılarak, alanı gelincik bahçesine çeviren 5 milyon yurttaşımıza şükranlarımızı sunuyoruz. Bu muazzam kalabalığı gördükten sonra, Saha (Saka/Sakha) Türklerinden Amerika kıtasındaki soydaşlarımıza kadar kendisini Türk hisseden, Türkçe konuşan her bir kardeşimizin dudağından “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözleri dökülmüş olmalı. Bu şölen Gines (Guinnees) rekorlar kitabına girer mi bilinmez ama Türk milletinin, yeni bir çağın kapısını araladığı rahatlıkla söylenebilir. Ayrıca konuşmasına “Büyük Türk milleti” diye başlayıp; “Ne mutlu Türk’üm diyene!” diyerek bitiren MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi 15 Temmuz akşamından bu yana izlediği olumlu ve birleştirici-bütünleştirici tutumundan dolayı takdir ediyoruz. Büyük önder Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün de buyurduğu gibi: “Dostumuz, millî birliğimizdir!.”

Yenikapı demişken; bir de “Yeni Kapı” efsaneleri vardır malûmunuz. Yeri gelmişken, bir tanesini sizlerle paylaşalım. Söylentiye (rivayet) göre Sultan 4. Murat Han, Bağdat seferinden dönerken, yolda, bir dervişle sohbet eder. Dervişi de, sohbetini de çok sever. Yalnız dervişi de sınamadan geçmez. Öyle ya, işin ucunda “kandırılmak” da vardır. Şimdilerde AKP’lilerin -neredeyse- yüzde yüzü bu dertten muzdarip malûm. Neyse, siyasete teğet geçelim. Murat Han, dervişe dönerek “İstanbul’a hangi kapıdan gireceğimi bilirsen, sana bir kese altın vereceğim.” der. Derviş, teklifi kabul eder. Yalnız aralarında tıpkı -Horasan erenlerinden (evliya) birinin, bilmem kaçıncı göbekten torunu olan- Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Yenikapı demokrasi şölenine katılmak için bazı şartlar öne sürmesine benzer bir durum yaşanır. Dervişin de bir şartı vardır. Sultanın, kente hangi kapıdan gireceğini bir kâğıda yazacak; sultan da kente girdikten sonra kâğıdı açıp, okuyacaktır. Sultan 4. Murat, dervişin şartını kabul eder etmesine ama aklına da bir hinlik (muziplik) gelir. Adamlarına, “Tiz elden yeni bir kapı açıla!.” diyerekten emir buyurur. Ordu-yi Hümayun (Padişahın ordusu) İstanbul önlerine varıncaya/gelinceye değin yeni bir kapı açılır. Sultan, açılan bu yeni kapıdan kente girer. Etrafındakilerin de meraklı bakışları altında kâğıdı açıp, dervişin yanıtını okur: “Sultanım, yeni kapınız hayırlı-uğurlu olsun!” Anlayacağınız dervişin kalp gözü açıktır. Her biri mücahitlikten, müteahhitliğe zıplayan şimdiki -sözde- Müslümanların ise genellikle gözleri açık ne yazık ki. Açık gözleri de toprak doyurur bildiğiniz gibi!..

Söz, Yenikapı’dan açılmışken; devam edelim. Hem demokrasiye sahip çıkmak hem de demokrasi şehitlerini anmak için düzenlenen toplantıya (miting) 5 milyon dolayında yurttaşımızın katılması başlı başına bir olaydır. Niye, derseniz; bu sayı, yeryüzündeki birçok ülkenin nüfusundan fazladır. Özellikle de Avrupa ülkelerinin… Gerçi biraz abartı (mübalağa) olacak ama Yenikapı meydanına toplanan vatandaşlarımızın aynı anda hapşırdıklarını düşünsenize bir.. Yunanistan, kalkar; Alplere kayak yapmaya giderdi maazallah!. Haliyle üç asırdır milletimizle uğraşan, türlü ayak oyunları (entrika) ile Osmanlı Hanedanlığını yıkan; 70 yıldır da cumhuriyetimize ayak bağı olmaya çalışan Avrupa ülkelerinin dostluğa sığmayan, ikiyüzlü (riyakâr) siyasetleri Türk milletinin sabrını taşırmaya başlamıştır. Söz konusu vatansa, “Avrupa milletlerinin bizimle münasebetlerinin can damarı siyasî entrikalardır” diyen Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ü kaynak (referance) almakta fayda vardır. Gâzi Mustafa Kemal, 10 Kasım 1919’da kimilerinin İngiliz, kimilerinin ABD mandasını savunduğu bir zamanda ABD hakkındaki düşüncelerini dile getirirken “Bu maddî ve menfaatperest devletten büyük bir şey beklemek doğru değildir. Dostumuz yoktur. Dostumuz, millî birliğimizdir.” demek suretiyle ne kadar ileri görüşlü bir devlet adamı olduğunu ortaya koymuştur. Yine Gâzi, 22 Eylül 1923’te Avustralyalı bir gazeteciye verdiği demeçte şöyle demektedir: “Dinimizin ve bağımsızlığımızın haini olan İngilizler… Müslümanların en alçak düşmanıdırlar.” Ve bir zamanlar, Zaman gazetesinde yazıları yayımlanan -sözde- araştırmacı & tarihçi bir zat, Atatürk’ün, İngiliz ajanı olduğunu imâ eden yazılar yayımlama densizliğinde, küstahlığında bulunmuştur ne yazık ki. Hatta aynı zırvalıkları (terane) şimdilerde -arpa oğlu mu, mısır oğlu mu her ne karın ağrısı ise- bir çömlek kafalı da sayıklayıp durmaktadır. Kısacası arpası fazla gelen anırmaktadır. Ve “Her eşek kendi makamında anırır.” sözünden ötürü, atalarımızın sezgisine (feraset) olan hayranlığımız bir kat daha artmaktadır.

Bizim dinî anlamda bir tek önderimiz vardır: Hz. Muhammed (Allah’ın selâmı üzerine olsun.).. Bizim siyasî anlamda bir tek önderimiz vardır: Atatürk (Allah, ondan razı olsun.).. Şunu da itiraf etmeliyiz ki, Atatürk denince, ‘kalpak’; AKP denince, ‘kaypak’ aklımıza geliyor nedense. Özellikle de dümeni kırılmış bir gemiye dönen “X” -affedersiniz- Türk dış politikası söz konusu olduğunda!..  Ya düne kadar en hızlı cemaatçilerden iken, bugün en fanatik AKP’cilerden olan bukalemunlara ne demeli?!.

Şimdilerde AKP’liler cadı -affedersiniz- paralelci avına çıkmış bir halde her taşın altına bakıyorlar. Öyle ya, ummadıkları bir anda, ummadıkları bir güruhun saldırısıyla hayli afallamış durumdalar. Diyebiliriz ki ‘sarıkız’ tarafından sokulsalar ancak bu kadar dört dönerlerdi. Haliyle kendilerince haklı olarak “devir, oturup derdimize yanma devri değil” diye düşünüyorlar. Hatta daha dün diyebileceğimiz bir tarihte ‘haşere’ muamelesinde bulundukları milliyetçilerden, Ülkücülerden medet umuyorlar. Devleti ayıklayacaklarını, liyâkata önem vereceklerini söylüyorlar. Ee ne oldum dememeli tabi. Yalnız biz -naçizane- devlette bir ayıklama olacaksa, bu, 14 yıldır ayıkmamış olan AKP’den başlamalı diye düşünüyoruz.

Haşere, demişken… Yüksekova’nın, Esendere beldesinde başımızdan geçen bir olayı sizlerle de paylaşalım. Bir gün, derslerine girdiğimiz 1. sınıf öğrencilerinin okulun önündeki dereye doluşup; kapanları için, solucan aradıklarını görünce ister istemez (gayri ihtiyari) “Çıkın ülen oradan. Börtü-böcek sokacak şimdi!” diye üst perdeden ün ettik. Öğrenciler bir an durup, yüzümüze baktı. Sonra kızlarımızdan ikisi koşarak yanımıza geldi. “Hımm, biz biliyorduk zaten!” dediler. “Neyi biliyordunuz?” deyince aldığımız yanıt oldukça şaşırtıcı idi. “Sen Kürt’sün! Bizden saklıyorsun.” Devamla “Yoo ben Yörüğüm. O da nereden çıktı?” dememizle birlikte, “Sen bazen Kürtçe konuşuyorsun ama.” diye çıkışmaları bir oldu. Meğerse bizim Avşarların günlük hayatta kullandıkları börtü-böcek tamlaması, Kürtlerin (Gurmanç) dilinde de yaşıyormuş. Peki ama Türkmen (Oğuz/O-gur) ile Kürt’ü (Gur-man-ç) birbirinden ayıran -kimilerinin Osmanlıca dediği- Arapça kökenli “haşere” sözcüğü yerine Divan-ı Lügati’t Türk’te de yer alan ‘börtü’ kullanılsa milletimizin birliği, ülkemizin bütünlüğü açısından daha hayırlı olmaz mıydı?

PYD, PDY, AKP, YAD… Diyeceksiniz, YAD da neyin nesi? Depik’ten (football), dış siyasete kadar yad (yabancı) ellere muhtaç kalmaklığımızdan hareketle yad elleri anladıysanız, yanıldınız. AKP’den sonrasına filan da vurgu yapmıyoruz. Öyleyse maksadımız ne olabilir? Tabi ki yapılandırma ayarlarına dönüş!.. Yani devletin, kurucu ayarlarına dönmesi... En azından öyle -ne oldum delisi havalarıyla- Atatürk’e saldırırken, onun hatırasını silmeye çalışırken; bir gecede, onun büstlerinin ardına saklanmak zorunda kaldığınız 15 Temmuz gecesinin, 14 yıl öncesine dönmelisiniz. “O ayarlara nasıl döneriz?” diyorsanız, onun da kolayı var. Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’ün fikirleri üzerinde biraz kafa yorup, onu anlamaya çalışmakla işe başlayabilirsiniz. Dahası AKP’li bir zat, “Araştırın.” diyordu ya hani. Şimdi bir ev ödevi de biz verelim. Ve diyelim ki; bu güzel ülkede, Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’e saldıranların ya soy kökleri dışarıdandır ya da burunlarındaki halkaların her birinin ipi, bir puştun elindedir. Hadi bakalım şapşikler; buyurun, biraz da siz bu konuyu araştırın!.

Aziz Dolu Atabey

https://azizdolu.wordpress.com/