Anadolu’da Türk-İslam siyasi hâkimiyetini kökten kaldırmayı amaçlayan haçlılara karşı mücadelenin yürütüldüğü, Cumhuriyet/demokrasi ilkelerin temelinin atıldığı zor şartlar içerisinde dirilişin başladığı, egemenliğin Millete verildiği TBMM nin açıldığı müstesna günün 99. Yıl dönümü hepimize mübarek olsun. Bazı değer ve kazanımların ne anlama geldiğini ya da bu değer ve kazanımların niteliğini, hangi kertede ne anlam ifade ettiğini, bizim hayrımıza mı, yoksa şerrimize mi olup olmadığını anlayabilmek için evvela sağlıklı ve yansız bir zihin, yeterli düzeyde malumat ve aradan makul bir zamanın geçmesi gerekir.  Ulusal Egemenlik bu kazanımların başında gelmektedir.

       Mustafa Kemal önderliğindeki milli mücadelenin siyasi temel mesajını Amasya’da vermiştir. “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Bu tarihi mesaj,  bundan sonraki oluşacak yönetim şeklinin de özetini ifade etmektedir. Bir millet, kendi istikbali ve bunun usullerini kendisi belirleyecekti. Süreç bu şekilde işledi ve nihayet yeni Türkiye Cumhuriyeti’ nin ve akabinde demokrasi serüveninin temelleri atıldı. Aslına bakılırsa Cumhuriyete geçiş serüvenimiz,  23 Aralık 1876 tarihinde Meşrutiyetin ilanı ile parlamenter sistemin gündeme gelmesiyle başlamıştı. Yürürlüğe konan Kanun-i Esasi adlı anayasa ile Meclis-i Umumi adlı iki ayrı meclisten oluşan bir meclis kurulması kabul edildi. Yani, bu serüven milli mücadele sonrası gündeme gelen bir gelişme değildir.

       Bir sistemin örgütsel çerçevesini kurmak belki daha kolaydır. Zor olan, o sistemin sağlıklı ve hedeflendiği gibi yürüyebilmesi için insan kaynağı ve kurumlarıyla belli bir nitelik ve donanımda olması ve gereği gibi yürütülmesidir. Bu elbette kolay bir süreç olmayacaktır. Öncelikle, günlük yaşamı düzenleyip, ne yapması gerektiğine karar verirken sürekli olarak birilerine danışması gerektiğine inanan toplumlara, kendisi ve tercihleri konusunda özgürlük sunmak ve netice almak kolay değildir. Üstelik saltanat sistemi gibi bir uygulamanın sanki inancın bir emriymiş gibi sürekli olarak gündemde tutulup, düşünme ediminin sürekli ıskalandığı durumunda, bu uygulamanın geçiş süreci elbette kolay olmayacaktır. Öncelikle toplumun üyeleri “ihtiyar” niteliğinde,  yani kendi kendine karar verebilecek bilgi ve donanımda olması gerekir.

       Yönetim sistemi olarak inancımızın da temel ilkelerinden olmasına rağmen “Onların işleri de kendi aralarında bir istişare iledir” prensibini bile anlamak ve uygulamaktan çok uzak vaziyette olan millete, iradesini özgürce kullanma fırsatının verildiği bu tarihin pratik karşılığı ne yazık ki tam olarak inşa edilememiştir. Tercihte bulunmak için özgür, müstakil, yansız olmanın yanında, sağlıklı düşünebilmek içinde yeterli derecede maniple edilmemiş bilgi, birikim ve bunu analiz edebilecek müstakil zihinsel donanıma ihtiyaç var. Ne yazık ki, imanın bile özgür,  tekil bir eylem olduğu gerçeği öylesine yamultulmuş ki, biat etmek, itaat etmek, sorgulamamak dinin bir gereği olarak belletilmiş. Oysa Hz. Peygamber vefat etmeden önce, ümmeti yönetecek kişiyi tayin etmemiştir. Toplumun başına kimin nasıl geçeceği zaten ilkesel olarak vahyin esaslarında bulunmaktadır. Buna rağmen, inancımızın emri (bireysel olarak) okumak, anlamak, düşünmek ve özgürce karar vermek olmasına rağmen, bu ilkeleri güncelleyip yaşama geçirme fırsatı ne yazık ki mümkün olamamıştır. Bu noktada, Cumhuriyet ve demokrasi serüvenimizi bir fırsat bilip, gelenek ve inanç kodlarımızı yeniden aslına uygun ihya ederek, sosyal uyumun sağlandığı bir medeniyet tasavvuru oluşturmamız gerekecektir. Bunu oluşturabilmek için konjonktürel duruş ve maniple edilmeye müsait edilgen zihinlere değil;  çok yönlü okuyan, araştıran, düşünen, sorgulayan, eleştiren ve kendisi karar verebilen zihinlere ihtiyaç vardır.

       Temennimiz, kim ne düşünürse düşünsün insana saygının esas alındığı, müşterek bir toplumsal ahengin inşa edildiği,  herkesin yasalar önünde eşit ve kimsenin imtiyazlı olmadığı, düşünce ve tercihinden dolayı kimsenin kimseyi töhmet altında bırakmadığı ve herkesin kendini daha da güvende hissettiği bir ülkede birbiriyle barış ve kardeşlik içinde yaşamasıdır. “Başınıza ne gelse kendi elinizle yaptığınızdan dolayı gelir.” (Şura.30) Bunun kararını vermekte yine  millete ait…Vesselam.

Zafer Özer-Eğitimci