Türkiye'nin beş yıllık kredi temerrüt takası (CDS) primleri 900'ü aşarak 2008 sonrası en yüksek seviyeye ulaştı.

CDS değeri bir ülkeye borç verildiğinde temerrüt riskine karşı kendini sigortalamak isteyenlerin ödedikleri prim. Arabanın kasko primi gibi düşünebiliriz. Eğer sürücünün riski artarsa ödenecek prim de artar. O nedenle CDS değerinin artması yatırımcılar gözünde temerrüde düşme olasılığının önemli ölçüde yükseldiğini gösteriyor ve ekonomimiz açısından ciddi bir kırılganlığı teyit ediyor.

İki soru üzerinden durumu değerlendirelim.

CDS primi neden artıyor?
Politika hataları: Uzunca bir süredir makroekonomik kırılganlıklarımızı, uygulanan politikaların bu kırılganlıkları azaltmak şöyle dursun daha da artmasına neden olduğunu dile getiriyoruz.

Enflasyonla ilgili doğru bilinen yanlışlar
Tüm dünya enflasyona karşı faiz artırırken önce "Biz yeni bir model deniyoruz, faiz indirince enflasyon da düşecek", sonra "Aslında bu bilinçli bir tercihti, faiz artırsaydık enflasyon düşerdi ama biz büyümeyi tercih ettik" demek, karar alıcılar seviyesinde yaşanan büyük kafa karışıklığına işaret ederek piyasalardaki panik algısını artırıyor ve CDS primini artırıyor. Ne yöne gideceği belli olmayan, bir sonraki adımı tahmin edilemeyen bir ekonomide belirsizliklerin getirdiği kırılganlık ve riskler de yükseliyor.

Eğer enflasyon probleminiz varsa bununla faiz indirerek mücadele edemezsiniz. Hatada ısrar edilmesi, enflasyonun yarattığı sorunların bütçeden aktarılan kaynaklarla hafifletilmeye çalışılması bu sefer bütçe açığını artırıyor ve sonu görülmez politikalar yatırımcı güvenini sarsıyor.

Türkiye'nin beş yıllık kredi temerrüt takası (CDS) primleri 900'ü aşarak 2008 sonrası en yüksek seviyeye ulaştı. Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, Türkiye'nin CDS priminin neden arttığını ve bu artışın sonuçlarının ne olacağını BBC Türkçe'ye değerlendirdi.

Düşük faiz sadece enflasyon yaratmaz. Düşük faiz döviz talebini tetikler. Arzını azaltır.

Kuruyan döviz likiditesi giderek ekonomiyi durma noktasına getirirken alınan her yan önlem "Yine kalıcı bir adım atılmadı" algısı yaratarak endişeleri artırıyor. Çünkü düşük faiz politikasında ısrar edilmesinin yarattığı hasar artık geçici önlemlerle ötelenemeyecek boyutlara ulaşıyor. Bu nedenle gelen yan önlemlerin geçici rahatlatma etkisi de giderek kısalıyor.



Fed ve ECB faiz artışları: ABD Merkez Bankası (Fed) sene başından beri piyasaları şaşırtan bir hızla faiz artırım döngüsünde ileriyor. Temmuz ortasında gelen enflasyon verisinin beklentileri aşarak yüzde 9'lara ulaşması Fed'in yolun bundan sonrasında da ayağını frenden çekmeyeceğine dair inancı güçlendiriyor.

ECB kanadından da benzer açıklamaların yapılıyor olması ve 21 Temmuz'da yıllar sonra ilk faiz artışının beklenmesi uluslararası piyasalarda paranın ana vatanına dönerek likidite kaynaklarının kurumaya devam edeceğini gösteriyor ve risk primimizi yükseltiyor.

Global resesyon ve ihracat pazarlarımızda daralma: Büyük merkez bankaları faiz artışlarına devam ederken bir yandan da pandemi ve Rusya savaşı kaynaklı arz sorunları devam ediyor. Bu neden önemli? Çünkü enflasyonun sebebi sadece talep kaynaklı olsaydı, belki o zaman becerikli ve kredibilite sahibi merkez bankaları uygun bir hızda gelecek faiz artışları ile resesyon yaratmadan da bu talebi makul seviyelere çekmeyi ve enflasyonist baskıyı bertaraf etmeyi becerebilirlerdi. Ancak enflasyonun içinde arz faktörleri de varsa ve bu faktörler enflasyon beklentilerini bozmaya devam ediyorsa o zaman talebi makul seviyelere çekmek için gerekli faiz artışı enflasyonu aşağı çekmeye yetmez. O noktada "talebi öldürerek" yani resesyon yaratarak enflasyonu düşürebilirsiniz. Şu anda Batılı merkez bankaları tercihlerinin bu olacağını net bir şekilde ifade ettiler.

Ticaret ortaklarımızın resesyon pahasına enflasyonla mücadeleyi tercih etmeleri ise bizim açımızdan hem ihracat pazarlarımızın daralması hem de enflasyon yurtdışında devam ettiği sürece içeriye ithal edilecek enflasyon anlamına geliyor. Bu durum cari açığın yükselmesi, döviz gelirlerimizin azalması, ve makroekonomik kırılganlıklarımızın artması anlamına geldiğinden CDS primini de yukarı itiyor.


Kamunun ve özel sektörün dış borçlanma maliyetleri CDS primine paralel olarak artar.
Burada kendini besleyen bir döngü oluşur. Borçlanma maliyetinin artması döviz girişini azalttığı için dış borcu ödemeyi zorlaştırır. Bu da riski daha da çok yükseltir.
Döviz girişinin azalması içerideki likidite krizini daha da derinleştirirken enflasyonist baskıları artırır.
Borçların çevrilememesine dair çok önemli bir uyarı niteliği taşıyan CDS göstergesinin ulaştığı tehlikeli seviyeyi çok ciddiye almak ve en kısa zamanda dünyaca kabul görmüş politikalarla (ve tüm dünyada olduğu gibi) enflasyon problemini öncelik haline getirmek gerekiyor.

Denenmemiş ve literatürde karşılığı olmayan politikalarla daha fazla zaman kaybetmemeliyiz. İçinde bulunduğumuz krizden çıkmanın başka bir yolu yok.