Yıl 1860’tır. Nüfusunun tamamına yakını Müslüman olan Nijer’de, ülke nüfusunu oluşturan 7 büyük kabile birbirine girer. İstenmeyen olaylar olur. Ülkenin ileri gelenleri Osmanlı’ya başvurur. Osmanlı Devleti, bir heyet gönderir. Heyet, barışı (sulh) tesis eder. O günden sonra Nijer’de Abdülaziz adı yaygınlaşır. Şanı büyük Osmanlı, sonraki yıllarda da -misal Abdülhamit Han döneminde- Tanzanya’ya kadar ferman gönderecek kadar Afrika ile ilgili bir devlettir. Afrika, Asya’nın küçük biraderidir bir yerde. Biraz masum, biraz mahzun çokça da korunmaya muhtaç!..

0x0-sarayin-bilinmeyen-ressami-sultan-abdulaziz-1541777918636~2.jpg 

Sultan Abdülaziz Han

Bir Mısır'a dönük emelleri (gaye), kaygıları olan İngilizler ve onların etnik özürlü yerli işbirlikçileri eliyle tahttan indirilip, kahpece katledilen Sultan Abdülaziz Han'ın idaresine bakın bir de Belçika Kralı II. Léopold'ün yaptıklarına… 1865-1908 yılları arasında tahtta oturan II. Léopold "Dünyanın henüz nüfuz edilemeyen tek yöresini medeniyete kavuşturmak, oradaki halkların üstünde asılı duran karanlığı delmek, kanaatimce içinde bulunduğumuz bu ilerleme çağına yaraşır bir haçlı seferidir." diyerek, bugünkü Belçika'dan 78 kat daha büyük olan Orta Afrika ülkesi Kongo’ya göz diker. Bu istekle (iştiyak) başlayan süreçte Kongoluların yaşadıklarını kelimelere dökmek neredeyse imkânsızdır. Belçika, 19. yüzyılın sonlarına doğru işgal ettiği bu ülkeyi yıllarca sömürür. Kongo'nun başta fildişi, kauçuk vs. olmak üzere bütün zenginlikleri Belçika'ya taşınır. Kongoluların direncini kırmak için de bir yol bulmuştur medenî Belçika. Kendi yanına çektiği bazı yerel kabilelerden bir "yerel ordu" kurar. Kabileler arasındaki düşmanlıkları körükleyerek, kabilelerin birbirlerine girmelerini sağlar. Kâh birine, kâh diğerine silah yardımı yaparak, çokça da satarak çatışmaları körükler. Yeri gelir, kendisi de çatışmalara taraf olur. Toplukıyımlar (katl-i âm) yapar. Sonuçta ne mi olur? Ülke nüfusu 30 milyondan, 9 milyona düşer. Ha biraz önce toplukıyım mı demiştik? İfademizi değiştirelim canlar. Belçika, bu ülkede "dünyanın gözünün içine baka baka" soykırım yapar.

Belçika'nın, Fransa'nın Ruanda'da yaptıkları; Fransa’nın, Cezayir’de yaptıklar; İtalya'nın, Habeşistan'da (Somali) yaptıkları… Her biri ayrı bir facia olarak kayıtlara geçer. Birçok Afrika ülkesi büyük acılara sahne olur geçen yüzyılda. Bu kıtanın masum ve mahzun insanları kimi zaman köleleştirilir, kimi zaman öldürülür, kimi zaman da aç-susuz bırakılırlar sözüm ona medenî Batılılarca. 21. yüzyılın başı sayılan şu günlerde bile değişen pek fazla bir şey yoktur talihi kara yazılmış bu kara kıtada. Ciğeri beş para etmeyen, yüreği kararmış -sözde- beyaz insanların, daha doğrusu insan müsveddelerinin yahut da onların mankurtlaştırdıkları yerli işbirlikçilerin elinde inim inim inlemektedir on binler, yüz binler... Örnek verecek olursak Benin, Burkina Faso, Çad, Ekvator Ginesi, Fildişi Sahili Cumhuriyeti, Gabon, Gine-Bissau, Kamerun, Kongo Cumhuriyeti, Mali, Nijer, Orta Afrika Cumhuriyeti, Senegal, Togo... diye giden 14 Afrika ülkesi; 200 milyondan fazla Afrikalı bugün hâlâ Fransa tarafından sömürülmektedir.

Birileri çıkıp “Somali’de ne işimiz var?” diyebilir. Somali -Allah, ondan razı olsun- Necaşî’nin memleketidir canlar. Hani, putperest Mekkelilerin zulüm ve baskılarından bunalıp da hicret eden ilk Müslümanlara kucak açan vefalı dostun ülkesidir Somali. Bizim gönlümüzde yer eden adıyla: Habeşistan! Kısacası (vel'hâsıl) dün onlar, Araplara kucak açmıştı; bugün de biz, onları kucaklamalıyız. Bilâl-i Habeşî’ye vefamızı göstermeliyiz. Türkiye dün hanedanlık yıllarında Kırım’da, Viyana’da, Cebelitarık’ta, Yemen’de, Tebriz’de ne arıyordu ise bugün Cumhuriyet idaresinde de onu aramalıdır. Hatta Kafkasları aşıp Kırgızistan’a, Moğolistan’a kadar giden selâmımız buralardan Sakha’ya (Saha/Saka), Kore’ye (Goryo), Japonya’ya (NiHon), Amerikan yerlilerine kadar ulaşmalıdır. Ki yüz akımız olan Kızılay, TİKA gibi kurum ve kuruluşlarımızla ulaşmıştır da!.. Hem de Kızılderililere kadar!..

Selçukluların, Atabeylerin/Zengilerin, Eyyubîlerin, Memlûkların (Ed-devlet'it Türkiyye), Osmanlıların (Devlet-i Âliye) mirasına sahip çıkan Türkiye, son yıllarda devlet ve sivil toplum örgütlerinin işbirliği ve eşgüdümü (koordinasyon) sayesinde Afrika’ya oldukça etkili bir giriş yaptı. Bu etkili girişe, tarihten gelen bağların da yardımıyla Kızılay, TİKA, sivil toplum kuruluşları vb. oluşumlar epeyce bir katkı sağladılar. Gerçi sirayet eden bu etki Kuzey Afrika’daki, çoğunluğu Arap asıllı halklardan oluşan ülkelerdeki sözüm ona "Arap Baharı" olarak adlandırılan demokratikleşme talepleri sonucunda çıkan iç savaşlar, çatışmalar yüzünden bir miktar gölgelenmiş olsa da Türkiye’nin, Afrika’da yere sağlam bastığı görülüyor. TİKA’nın son dış temsilciliğinin Kenya’da açılmış olması da, bu yere sağlam basmanın bir işaretidir hiç kuşkusuz. Geçtiğimiz hafta yapılan Türkiye-Afrika Birliği toplantısı da gösteriyor ki Türkiye, Afrika’da ve Afrika’ya açılan bir kapı olması hasebiyle Ortadoğu’da, Avrupa ve Amerika’ya karşı dahası Rusya ve Çin gibi üçüncü taraflara rağmen bütün gücüyle bir var olma savaşı veriyor.

Mısır, Cezayir, Somali ve daha birçok yerde Türkiye’nin etkisinin hızla artması bu bölgelerde gözü olan diğer devletlerin gizli ve/veya açık tepkisini ister istemez çekecektir. Çekmektedir de zaten. Bir yıl kadar önce Mogadişu Büyükelçiliğimize karşı girişilen hain saldırının yerel güçler tarafından yapılmadığı, bunun Türkiye’ye karşı bir uyarı, bir gözdağı olduğu açıktır. Peki, Türkiye ne yapmalıdır? Türkiye serinkanlı olmalı, aklıselim hareket etmeli; yumuşak güç (soft-power) siyasetini sürdürerek, bu bölgelerdeki varlığını pekiştirmelidir. Bunu da başta Kızılay, TİKA, sivil toplum kuruluşları vb. üzerinden yapacağı faaliyetlerle gerçekleştirmelidir. Misal Macaristan ovalarına yeniçerilerden önce, Gül Babaların gitmesinde olduğu gibi!..

Kenya'nın kurucu devlet başkanı Jomo Kenyatta "Avrupalılar geldiklerinde onların elinde İncil, bizim elimizde ise topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapatıp dua etmeyi öğrettiler. Gözlerimizi açtığımızda baktık ki İncil bizim elimizdeydi. Topraklarımız ise beyazların olmuştu." derken bir acı gerçeği bütün çıplaklığı ile gözler önüne sermektedir. Çünkü -sözde- Batılı efendiler Afrika'nın iflâhını, can damarını kesmişlerdir. Türkiye ise, can suyu vermek için Afrika'dadır. Olmaya da devam edecektir. Beyaz efendiler istese de, istemese de!..

Aziz Dolu Atabey

Serik–25.11.2014

https://azizdolu.wordpress.com/