Bir dönemler muhafazakâr kesimin de memur sendikacılığı yapabileceğinin örnekliğini sergileyen Memur-Sen ve Eğitim-Bir-Sen; Ali Yalçın’ın patronajında gölgede risksiz sendikacılık yapmayı tercih eden 2. Adam Ramazan Çakırcı’nın da arka planda yer aldığı 2015-2022 yılları arasındaki süreçte sendikal politikalarıyla “Zirveden yeni ufuklara. Yeni ufuklardan yeni umutlara…” mottolarıyla çıkılan yolda bütün umutları söndürdü.

İnternet medyasının algı operasyonlarıyla Genel Başkanlık koltuğuna gelen Ali Yalçın Sendikacılığının boş bir algıdan ibaret olduğunu sendikanın Millî Eğitim Bakanlığında son dört yıldır erimesinden ve sendika tarihinin en yoğun istifalarının devam ediyor oluşundan da rahatlıkla anlamak mümkün. Slogan ve mottolarla, içerikten yoksun ve çoğu zaman içerikle de uyuşmayan kafiyeli sözlerle beş yıldızlı salon sendikacılığının bu noktaya kadar gelebilmiş olması konjonktürün bir hediyesi olarak görülmelidir.

Kulislerden sızan bilgiler; artık konjonktürün de Ali Yalçın’dan yana olmadığı yönünde... Ali Yalçın ne tabanını memnun edebildi ne de en yetkili makamları… Olacağı da buydu…

Bizim hakkımızı arasın diyerek aramızdan seçip gönderdiğimiz kızlarımızın, oğullarımızın değişip, dönüşüp, başkalaşması öteki bildiklerimize benzemesi, bizlere yabancılaşması bu coğrafyanın kaderi midir?

Sendikada gelinen noktada devlet başkanlarının ihtişamında lüks şube başkanı makam odaları, benzini bedava araçlar. Açıklanamayan astronomik maaşlar… Sınırını bilmediğimiz temsil giderleri…

Bugün 5-6 bin üyesi olan bir şubeye her ay 100-150 bin TL ödenek geldiğini ve harcandığını kaç kişi biliyor? Yanlışsa yalanlasınlar. Doğrusunu şube web sayfalarından ilan etsinler…

Maaşlarına “astronomik” dediğimiz için haklarını helal etmiyorlarmış beyefendiler… Siz, tüzük kurultayında 300 kişi ile üye aidatlarından oluşan bütçeden maaşlarınızı katlarken, 420 bin üyenin kaçından helallik aldınız? 420 bin üyenin kaçı size aldığınız maaşınızı helal eder? Hiç düşündünüz mü? Sol sendikalar, öğretmen maaşıyla yetinirken; siz neden bir öğretmen maaşına kanaat etmiyorsunuz? Hani davaydı… “Maaşları astronomik değilmiş!” Doğrudur...O maaşlar, size astronomik gelmiyor olabilir. Hatta ve hatta az bile geliyor olabilir. Ama bizler için gerçekten astronomik. Açıklayın bordrolarınızı bu tartışma bitsin. “Yok tüzüğe bakın” filan diyerek bize hikâye anlatmayın. Tüzükten maaş hesaplayabilmek için hesap uzmanı olmak gerektiğini siz de pekâlâ biliyorsunuz.

Bu durumun tüzükte ve yönetmeliklerde yer aldığı için yasal olduğu savunusu, vicdanlarda kabul görmediği gibi: Peki helal mi? Sorularına da zemin oluşturmaktadır, bilesiniz.

Peki, aldığınız o maaşın hakkını verebildiniz mi?

Şube binasında: “… abimlere nazik ziyaretleri için teşekkür ederiz. Filanca müdürümüzü ziyaret ettik. Değerli sendikacı arkadaşımıza plaket verdik. Kadın komisyonumuz şubemizi ziyaret etti. Şube de yemek sonrası istişare ettik… Yeni atanan filanca müdür bizden! Pozu vermeler...” Bu mudur sendikacılığın geldiği nokta? Kul hakkı nerede? Dava adamlarının emeği nerede?

Sendikacılığın bir meslek olmadığı gibi imtiyazlı bir sınıf ve zenginleşme aracı haline getirilerek sınıfsal ayrışmaya yol açmasının önlenmesi de ikinci talep olarak gündemdeki yerini koruyacaktır.

Emekli olana kadar sınırsız olarak seçilebilme imkânının varlığının da tipik bir sendikal monarşiye örneklik etmesi de bir başka rahatsızlık konusudur.

Nedir bu empati yoksunluğu, halden anlamama, çekilen acıları, ızdırapları görmezden gelme hali? Sendika seçimlerinde; demokratik pusularda paslı hançerlerle sırtımızdan vurulmalar…Kardeşi kardeşe düşman ettiğiniz tay tüyü koltuklarınız uğruna; seni seçecekleri senin seçtiğin sistemin adıdır delege demokrasisi...

Delege demokrasisinde sendikacılar, öncelikli olarak üyelere karşı değil kendilerini seçen ve onlara başkanlık tacını takan delegelere karşı sorumludur. İşte bu yüzden sendikal taleplerde ortalama üyeden ziyade delege çoğunluğunu oluşturan müdürler ve sendika yöneticilerinin talepleri ağır basıyor. Çünkü üyeyi tutan! Onlar...

Bu nedenle sendika şube başkanlarının ve genel başkanlarının seçimini delegeler değil tüm üyeler yapmalı. Bu konuda gerekiyorsa yasal değişiklikler, tüzük değişikliği vb. yapılmalı. Bu saatten sonra mevcut delege sistemiyle yol alınamayacaktır. Yeni dönem sendikacılığında şube yönetimleri ile beraber genel merkez yöneticilerinin tüm üyelerin oylarıyla seçilmesi talebi, tabanın en güçlü beklentisini oluşturacaktır.

Sendikal delege demokrasisinde İttihat ve Terakkinin komitacılığını anımsatan yasal tahkimatlarla yükseltilen bariyerler, bu sistemin meşruiyetini sorgulatır noktaya gelmiştir. Bu işin piri de öne çıkmayıp her zaman 1. Adamın gölgesinde teşkilatçılık! Yapmanın güvencesi ve konforunu tercih eden Teşkilatlardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ramazan Çakırcı’dır. Ramazan Çakırcı'nın teşkilat içi operasyonlarının niteliğini sağır sultan bile duydu.Çok büyük bir üzüntüyle ifade etmek durumundayım ki bu sendikada artık mikro milliyetçilik konuşulmaya başlandı.

Teşkilatçılığa gösterilen gayret kadar sendikacılığa zaman ayrılmış olsaydı bugün kamu çalışanları çok daha farklı şartlarda çalışıyor olurlardı. Teşkilatçılığa ayrılan vakit ve kadrolaşma da dışarıdan da içeriden de bakıldığında mevcudu koruma, yerini sağlama alma kaygısı şeklinde algılanmaktadır. Kamu çalışanlarının özlük hakları kimsenin yerini sağlama alma çabasından daha değersiz olmamalıdır.

Vasatlık, Yozlaşma, Çürüme...

Kadrolaşma çabalarının varacağı nokta niceliğin artmasıyla ters orantılı bir şekilde niteliğin düşmesidir. Daha açık bir ifadeyle: "Çamurdan olsun bizden olsun" anlayışıyla birlikte vasatlaşmadır. Vasatlaşmanın olduğu yerde ise yozlaşma ve çürüme kaçınılmazdır. Vasatlaşma devam ederken yaşanan kısmi maddi iyileşme ve kazanımlar ise çürümenin makyajla estetize edilmesinden başka bir şey değildir.

Dava bir endüstriye dönüştü. Sektör haline geldi. Kendi profesyonellerini yarattı. Dava, vasatın çukurunda boğulan çapsızların acınası hayatlarını asilzadeliğe yücelten bir sihirli değnek oldu. Davayı ortadan kaldırdığınızda o sözüm ona yüce adamlardan geriye boş gezenin boş kalfası kifayetsiz muhterisler sürüsü kalıyor. Dava; vasatı egemen kılan ve erdemli gösteren bir sihir hükmünde. Öyle ki o sihrin büyüsüne kapılan kerameti kendinden bilip insani zaaflarından sıyrılarak bir bilgeye, bir dervişe yüce bir insana dönüşüyor adeta.

Ramazan Çakırcı’nın kontenjanından itaatkârlığının karşılığında genel başkan yardımcılığı sözünü aldığını ifade eden İstanbul’da bir şube başkanı, görev sahasındaki bir ilçenin kurum yöneticileriyle gerçekleştirdiği bir toplantıda sendikacılık adına: “Dünya bankası Türkiye’de %9 büyüme öngörmüştü. Biz de o yüzden bu kadar zam aldık.“diyebiliyor. Devamında da Nasreddin Hoca fıkrası gibi: “Libya ile yaptığımız kıta sahanlığı anlaşması tamamlanınca sattığımız petrol gelirinden öğretmenlerimizin durumu iyileşecek. Refaha kavuşacağız.”güvencesinivermeyi de ihmal etmiyor. Ramazan Bey ararsa o şube başkanının adını ve toplantının yapıldığı ilçeyi kendisine bildiririm.

Bunun adı vasatlık değilse nedir? Sırf size itaat ettiği için bu adamımı genel başkan yardımcı yapacaksınız?

Ey dava! Sen nelere kadirsin. Sen olmasan binlerce asilzade işsiz, ekmeksiz birer vasata dönüşecek.

Tüzükte yüz kızartıcı suçlarla anılanların yasal süreç beklenmeden Genel Merkez Yönetim Kurulunca üyeliklerinin askıya alınması hükmü getirildi. Tüzük değişikliğinde, keşke kantin, servis işi takip eden sendika mensupları için de üyeliğin askıya alınması hükmü getirilseydi. Ama olsun, öyleleri zaten sendikamızda barınamazlar değil mi? Bu yüzden böyle bir maddeye gerek de duyulmamış!

Üyelerin okuması, yazması, araştırması, sendikal gelişmeleri takip ederek fikir üretmesi o sendika için bir zenginlik olarak görülmelidir.Çünkü bu durum sadece profesyonel sendikacılara havale edilemeyecek kadar hayati bir durumdur. Ayrıca profesyonel sendikacılarda yıllar içerisinde işletme körlüğü gelişmekte ve gelişmeleri değerlendirirken sendikacılığı meslek edinmenin baskısı altında tabandan farklı bir paradigmayı içselleştirebilmektedirler. Çünkü “Viran olası hanede evlad ü ıyal var” ve ekmek bekler. Profesyonel sendikacı ekmek teknesini ve sendikal kariyerini riske edemez. Profesyonel sendikacı sahip olduğu konfor alanını terk etmekten korkar.  Ama profesyonel sendikacının bütün bu korku ve kaygılarının bedelini kendisi ödemez. Çalışan kesim öder.Yani biz öderiz. Bu yüzden farklı pencerelerden bakabilen üyelerin sesi, yazısı, fikri, eleştirisi, önerisi hakaret boyutuna varmadığı müddetçe önemli ve değerlidir.

Sol cenahtaki "Susma sustukça sıra sana gelecek." kimi sözünün muhafazakâr STK'larda ve sendikamızda "Susmazsan sıra sana gelecek." formuna dönüşmesi sivil toplum adına endişe vericidir. Özgürlüklerin savunucusu bir çizgiden buraya savrulmak; "Millî Eğitim Bakanlığının" soruşturma açmayı düşünmediği memurlarına sivilleşmenin savunucu durumundaki bir STK'nın soruşturma açması gelinen noktanın ispatı niteliğindedir.

Seçim takvimi başlamadan çalışma yapanı uyararak engelle, seçim takvimi başladığında öğretmen ders başı yapmadan delege başvurularını bitir. Bu seçim takvimine ve üç dönem kuralının kaldırılmasına itiraz edenlere, açıklayamadığınız astronomik maaşlarınızı ve "2015 yılından beri toplu sözleşme masasında siz varsınız, neden maaşlarımız yoksulluk sınırının yarısı kadar bile değil? soranlara soruşturma açarak ihraçların ilk adımını at...

Nereye gidiyoruz Allah aşkına?

Mehmet Akif İnan, bu sendikayı kurarken kürsüden: "Hangi düşünce de hangi fikir kampı içerisinde olursa olsun onun bir insan olarak kabul edilmesi lazım. Ve inancından dolayı horlanmaması, kınanmaması, ayrı muamelelere tabi tutulmaması lazımdır. İsterse benim inancımın tam zıddı olsun. Ben ona hakkı hayat tanınmasının da kavgacısıyım." sözleriyle bu sendikanın kuruluş ilkelerini haykırmıyor muydu?

Hayat ne garip: Savunan Adam Necmettin Erbakan'ın Mehmet Akif İnan'ı görevlendirmesiyle kurulan bir sendika da sendikanın değil ama mevcut yönetimin politikalarının muhalifleri; "Savunan Adam" durumuna düşürülerek savunmaları isteniyor.

Mehmet Akif İnan'ın imzasıyla ilçe başkanlığı görevine getirilen Yıldırım Demirci'nin şimdi savunması isteniyor.

Medyada sayıları on binlerle ifade edilen çığlıkları duymadınız. İstifa etmeden sendikasına sadık kalarak: "Benim evim, yuvam burası" diyen; sesini duyurabileceği tek alan olan sosyal medya ve internet medyasından eleştiri ve önerilerde bulunanlara soruşturma açarak onların da sessiz çığlıklarla kimsecikler duymadan gitmelerinin önünü açmak ne demek? İnanın bu şekilde hiç iyi anılmazsınız.  Verdiğiniz onca emeğe yazık.

İnanın itiraz edenler gidince bu sendika size kalmaz... Daha doğrusu bu kafayla bu sendika kalmaz.

Bizim sendikamızla sorunumuz yok. Sendikamızı seviyoruz. Sadece mevcut yönetimin politikalarına itiraz ediyoruz. Özetle, sizin sendikacılığınızı beğenmiyoruz.

Bu sendika hangi ara devlet memurlarına siyaset yasağının kaldırılmasını savunan bir çizgiden üyelerine sendika içi siyaseti yasaklayan bir çizgiye savruldu.

Bu sendikanın ilkeleri; yönetim kademelerinin kişisel kariyer planlarına ve terk etmek istemedikleri konfor alanlarına feda edilmemelidir.

Teşkilatlanmaya ayırdığı zamanın çok daha fazlasını üyelerinin özlük, özgürlük ve mali haklarının iyileştirilmesi için harcayan bir sendikal anlayışı hâkim kılmak istiyoruz.

Sendikanın hiçbir yönetim kademesinde üç dönemden daha fazla seçilmenin mümkün olmadığı bir sendikal anlayışı hâkim kılmak istiyoruz.

Bu sendika, bu teşkilat Ali Yalçın’ı da Ramazan Çakırcı’yı da hak etmiyor. Sayın Çakırcı 4 dönem yetmedi mi? Bugüne kadar bu sendikaya ne verdiniz ki 5. Döneminizde de sizden bir umudumuz olsun… Değerli dostunuz Genel Merkez Disiplin Komisyonu Başkanı Ali Deniz’e rica edin, bir soruşturma daha açtırın bana… Sonra da sendikadan ihraçla tehdit edin… Zaten istifalar almış başını gidiyorken bunun da bir anlamı yok ya… Yeter ya… Yeter… Bir huzur verin insanlara, teşkilata. Bu teşkilat kimsenin babasının çiftliği değil. Ali Baba’nın Çiftliği hiç değil. Sizler Ali’s Harikalar Diyarında yaşarken bizler de Ali Baba’nın çiftliğindeki koyunlar değiliz.

"İçinde bulunduğumuz şu dönemde tecrübeye ihtiyaç var. Biz gidersek buraları nice olur? Biz varsak bu dava var. Biz yoksak hiçbir şey yok." trajedisinin ardına saklamayan, kendini vazgeçilmez sanmayanların yer aldığı bir sendikal anlayış.

Üyesinin gücüne yaslanmaktansa; siyaset ve bürokratik makamlarda yer alan önemli şahsiyetlerle verilen fotoğrafların gücüne sığınmanın acizliğine düşmeyen, zavallılaşmayan bir sendikal anlayış.

Kendisiyle hesaplaşmaktan ve öz eleştiri yapmaktan, eleştirilmekten korkmayan bir sendikal anlayış.

Öğretmenler odasında maaşı sorulduğunda; "Tüzüğümüze bak orada yazıyor" diyerek kızarmayan bir sendikal anlayış.

Delege demokrasisi adına kardeşin kardeşe kırdırılmadığı ve kardeşin kardeşe demokratik! Pusular atmadığı; sevgi ve güvene dayalı bir sendikal anlayış.

Aynı dava mensuplarının sendika içinde birbirlerine karşı strateji, taktik merkezli yaklaşımlar sergilemediği bir sendikal anlayış.

Şatafatlı makam odalarıyla, makam araçlarıyla, giyim tercihiyle, yürüyüşüyle, duruşuyla, söylemiyle, çalışılmış jest ve mimikler eşliğinde içerikten yoksun ezberlenmiş süslü sözlerle samimiyetsizliğin tavan yapmadığı bir sendikal anlayış.

Gelenin keyfi için gidenden selamın kesilmek zorunda kalınmayan bir sendikal anlayış.

Muhaliflerin sosyal medya paylaşımlarını beğenenlerin fişlenip cezalandırılmadığı bir sendikal anlayış.

Açıklamalarında edep sınırlarını zorlayan ifadelere yer vermekten utanç duymayan sözüm ona sendika yöneticilerinin olmadığı bir sendikal anlayış.

Sahadaki üyesinin sesine kulaklarını kapatmayan bir sendikal anlayış.

Kendi tarihini inkâr edercesine kayıtlardan silmeyen bir sendikal anlayış.

Güce tapınmayan, güçlüyü haklı değil haklıyı güçlü kılan bir sendikal anlayış.

Kariyer basamakları sınavı sonrası öğretmenler odasına giderek: “Yine iyisiniz…İyi…“ demeyen bir sendikal anlayış.

Delege sisteminin küçük bir azınlığın çoğunluğa karşı tahakküm aracı haline getirildiğini ve tabanın değil yönetim kademelerinin taleplerinin itibar gördüğü gerçeğinden hareketle delege sistemini reddeden; şube başkanından genel başkana doğrudan üyenin oyuyla seçildiği bir sendikal anlayış.

Profesyonel sendikacılık yapılması gereken pozisyonlarda; sendikacıların seçilmeden önceki asli görevlerinden aldıkları ücretler toplamı kadar ücret aldığı bir sendikal anlayış. Sendika bütçesini beytülmâl gibi gören bir sendikal anlayış.

Tüzüğünde yönetime emekli olana kadar konfor alanı sağlamaya değil temsil edilen kitlenin haklarının en sağlıklı temsiline imkân sağlayan bir sendikal anlayış.

Küçük bir azınlığın sendika içinde ve bürokraside imtiyazlı hale gelmesi ve kadrolaşması uğruna emeği ve alın terini feda etmeyen; çoğunluğun özlük ve mali haklarını merkeze alan bir sendikal anlayış.

Yönetim kademelerinin siyasette ve bürokraside kişisel kariyer yapabilmesi adına toplu sözleşme masasında boynunu bükmeyen bir sendikal anlayış.

Yalvaran, dilenen, rica eden, alttan alan, istek, dilek kipleriyle öznesiz cümleler kuran sözün iktidarını kaybetmiş edilgen bir sendikacılık değil sözün iktidarını hâkim kılan bir sendikal anlayış.

Kafiyeli, redifli slogan, motto ve aforizmaların gücünü beş yıldızlı otellerin salonlarına hapseden değil gerektiğinde meydanları inletebilen, kitlesel eylemler yapabilen bir sendikal anlayış.

Sendikacıların temsil kapasitesini kılık kıyafetinin modaya uygunluğunda ve kişisel bakımında değil entelektüel sendikal birikim, duruşta arayan bir sendikal anlayış.

Yönetimin gücünü delege demokrasisinin tüzük, yönetmelik oyunlarıyla muhaliflerini tasfiye etmek için kullanmayan; muhaliflerini rakipten önce bir zenginlik kaynağı ve kazanım olarak gören bir sendikal anlayış.

Sendika içinde komitacı bir anlayışla kişisel iktidarlarını besleyen kadroculuk yapmayı utanç vesilesi gören bir sendikal anlayış.

Üyeden aldığı gücünü üyesine karşı değil işverene karşı kullanan bir sendikal anlayış.

Sendikacılığı ... abimler ziyaretimize geldiler, ...'nın kerimelerinin düğününe katıldık, …’nın mahdumlarının sünnetine katıldık, filanca şube başkanımız bizi ziyaret etti, biz de iadeyi ziyaret yaptık diyen bir sendikal anlayış.

Farklı sesleri ve renkleri ahengi bozan bir sorun olarak gören değil bir zenginlik kaynağı ve mozaiğin bir parçası olarak gören bir sendikal anlayış.

Sendika içinde kendi hiyerarşisini ve bürokrasisini oluşturarak adeta monarşik salatana dönüşmeyecek bir sendikal anlayış.

Son olarak: Allah'tan korkan, kuldan utanan bir sendikal anlayış.

Üyesi yoksulluk sınırının yarısı seviyesinde ücret alırken kendisinin tokluk sınırını zirveye çeken bir maaşa tenezzül etmeyen bir sendikal anlayış.

Yani özetle üyesi aç gezerken kendisi tok salınmayan, bundan utanması gerektiğinin bilincinde olan bir sendikal anlayış.

Sayın Ali Yalçın, kendinize şu soruyu soruyor musunuz?

"Eğitim-Bir-Sen'in başında kalarak kamu çalışanlarına bir fayda sağlıyor muyum? Yoksa kamu çalışanları için bir yük müyüm?"

Bu soruya vicdanınızda cevap vermelisiniz. Çünkü; sizin kendinize sormadığınız bu soruyu sizin adınıza kamu çalışanları sormaya başladılar ki bu durum başında bulunduğunuz kuruma zarar verecek bir noktaya ulaştı.

"Beni delegeler seçiyor kime ne?" diyecek olursanız; bilin ki sorun da tam burada başlıyor. Seçim takvimi ve delege demokrasisine yapılan balans ayarıyla sizin seçtirdiğiniz delegelerin sizi seçiyor olması...

Siz kabul etseniz de kabul etmeseniz de zaten sorunlu olan delege demokrasisi; yapılan balans ayarıyla birlikte seçimleri tartışmalı hale getirmiştir.

Şube başkanınızın bizlere hakaret etmesi serbest ama bizim "edep yahu!" dememiz soruşturma konusu öyle mi?

Kurucu Genel Başkanımız Mehmet Akif İnan'ın bizzat ilçe başkanı olarak görevlendirdiği şahsıma disiplin soruşturması açtırmak size ne de çok yakıştı bir bilseniz.

Kişisel olarak zarar gördüğü iddiasında veya hakaret-aşağılama yaşadığı beyan ve başvurularında bulunan GMYK ve ŞYK üyesi olmadığı halde, kendi hatalarının ve dayatmalarının ürünü olan istifalara sorumlu üretmek telaşıyla yazılarımızı ve paylaşımlarımızı işaretleyerek bizi suçlu gösterenler sendikacılık değil fetvazlık, teşkilatçılık değil kurnazlık, dava değil suç ortaklığı sıfatlarına haizdir…

İddia konusu suçlamaların sübut bulduğunun kanıtını göstermek benim değil iddia makamı olarak sizin görevinizdir.6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 190. maddesi ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesi gereğince iddia eden, iddiasını ispat yükümlülüğü altındadır.

Siz, bu şekilde İstiklal Mahkemelerinde olduğu gibi:”Önce mahkumiyete karar verdik sonra mahkeme kurduk” diyorsunuz.

Hatadan hadsizliğe, çapsızlıktan yetersizliğe birçok haklı suçlanmayı ve tespiti gerektiren fiillerin ve hallerin faillerine “gerçeği” işaret edip hakikati istikamet göstermenin bugünün Eğitim-Bir-Sen’in de de karşılığı soruşturma açılması olsa da Eğitim-Bir-Sen’in kuruluş tarihinde ve kadim değerlerindeki karşılığı “Allah,razı olsun” dur. Yaptıklarımızdan, yazdıklarımızdan ve söylediklerimizden Allah ve kulları razı olsun da diğerleri ne olursa olsun önemli değil…

Biz ihraç olmaktan korkacak değiliz… Biz, koca bir kitlenin hukukuna zarar vermekten ve kuruluş değerlerini kaybetmekten korkarız…Bizim korku sınırlarımızı kendileri açısından zafer zemini görenleri bühtanlarıyla baş başa bırakıyoruz…

Selametle…

Yıldırım Demirci