Taraf, sözlükte yön, yan, doğrultu; taraftar/tarafgir ise, bir tarafı kayıran, bir tarafı tutan anlamına gelen sözcüklerdir. Toplumsal nazar/pratik algıda tarafgirlik, bağlı olduğu düşünce yapısı, siyasi tercihi, ideolojisi, tercih ettiği parti, benimsediği din ve cemaat yapılarını her koşulda savunan, olası bir mücadele/tartışma durumunda kendi tarafındakileri herhangi bir kritere/ölçüye vurmadan kollayan, hatalı olsa bile aklamaya çalışan psikolojik bir halin tarifidir.

            Günlük yaşamda “taraftar” terimi, tercih edilen spor kulüpleri için kullanılır. Bu tamamen öznel bir duruştur. Herhangi bir kriter esas alınarak tercih edilmemiştir. Bireyler çocukluk dönemlerinde anne-baba, çevre, coğrafya ve öykünülüp rol model alınan kişilerden etkilenerek spor kulüplerinin taraftarı olurlar. Taraftar olmak, belki modern anlamda “cemaat” olmayı karşılayan bir terim olarak görülebilir. İnsanların bir yere ait olma gereksinimi, bu şekilde telafi edilme yoluna gidilmiş olabilir. Her hâlükârda taraftarlık modern, ama duruş itibariyle geleneksel bir kavramdır. Gerekçelendirilemeyen her tercih/yönelim, ya dürtüsel ya da duygusal bir eylemdir.

            Geleneksel toplumlarda(köy tolumu/feodal ya da göçebe toplumu) kişiler, doğal olarak kendi güvenliklerini koruyup kollayabilmeleri için belli bir tarafa ait olma zorunlukları vardı. Bir kabile/aşiret üyesi kendi içinde bulunduğu toplumu her şartta kollaması gerekir. Çünkü onun dışındaki kabileler/taraflar onların varlığını her daim tehdit etmektedir. Bu bir açıdan en temel güvenlik gereksinimdir ve oldukça doğal bir tavırdır. Yani kendi kabilesinin tarafını tutması varoluşsal bir gerekliliktir. Bu yapılarda üst düzey ahlaki normlar belirleyici unsurlar olarak görülmez. Ahlaki normlar o yapının kendi içinde ürettiği ve kendini bağlayan değerler olarak kabul edilir. Lakin, ilerleyen dönemlerde, hukukun esas alındığı, devlet mekanizmasının ortaya çıkmasıyla birlikte taraflılık hali bir zorunluluk olmaktan çıkıp, daha ilkesel/soyut, evrensel bir anlayışa doğru kaymaya başlar. Bireyler şehir(medine) sosyolojisinin yaşam parametrelerine kendilerini(zihinlerini) entegre etmek zorundadırlar. Çünkü, artık ilişkileri ve daha çok temel güvenlik/yaşamda kalmayı sağlayan ana unsur yasalar olmaya başlamıştır. Velev ki, zihinler yeni yapıya(yasa) uyum gösteremeyip, ortaya konan davranışlar eski(feodal/cemaat) formunda devam ederse, modern ilişkiler ve kurumsal yapılar tam anlamıyla fonksiyon icra edemezler. Örneğin, demokrasinin vazgeçilemez unsuru olan siyasi partilerin yöneticileri/yönetme erkine talip olanlar, yine aşiret liderleri, sermaye sahipleri olduğu gibi, sosyal/kamusal/hukuksal ilişkilerde yurttaşların demokratik(birbirinin tercihine saygılı olma, ortak yaşam kültürü oluşturma vs.) kültürü gereği gibi yaşamaları pek mümkün olamaz. Bölge, şehir, aşiret, cemaat, tarikat yani feodal ilişkilere yönelik taraf olma hali, modern biçimde devam eder gider. Ayrıca, toplumun algı/kabul dünyasına göre politika üretildiği için, o toplum, sürekli olarak(eğer zihni bir eşik atlayamaz ise)  eski sosyolojinin değerleri üzerinden maniple edilerek, bir üst yaşama standardına hiçbir zaman ulaşılamaz.

          Gelelim günlük yaşam içerisindeki taraf ve tarafgirliklerimize…

            Geleneğimizde, “taraf olmayan bertaraf olur” diye bir deyiş vardır. Bu deyiş daha çok, kendisi bir taraf(düşünce/parti/dinsel yönelimlere bağlı örgütlenmeler) olanların önce kendilerinin dahil olduğu örgütlenmeyi kutsamalarıyla birlikte, kendi tarafları olmayanlara ve daha çok özgür olanları kendi taraflarına çekmek, ya da iyimser düşünceyle “onların bertaraf olmamalarını istemeyenlerin” sık sık gündeme getirdiği bir söz dizinidir. Burada “taraf” olmak istemi tamamen belli bir gruba dahil olma, gruba sadakatle bağlanma ve gruba adanma şeklinde kendini gösterir. Tarafın artık bir çerçevesi(örgüt/cemaat/fırka) vardır. Ve işin içine bağlanmayı sürekli hale getirecek metafizik mefkûrelerde konulmuştur. Çerçevesi belirlenen örgütlenmeler modern/rasyonel iddialarla yola çıksa bile, adanma ve sadakat noktasında nesnel/rasyonel/demokratik kriterleri ıskaladığı(ya da sözde kaldığı) için bir açıdan hepsi metafizik/duygusal ilişkiler ağıyla yaşamlarını sürdürmeye çalışırlar. Oysa olması gereken üst tavır, taraflılığın ilkesel olmasıdır. İlkesel olan taraflılık, kendine hiçbir zaman daire çizemez, tarafgirlik bağnazlığına düşemez.

            O zaman şu soru akla gelecektir: bireylerin mağduriyetleri, ihtiyaçlar, insan hakları, sosyal sorunlar, toplum ve çevre duyarlılıklarına katkı sağlamak için(dernek/sendika/vakıf) ve sosyal sözleşmeyle ortaya konulan yasaların daha etkili uygulanması/yönetilmesi için kurulan örgütlenmelerin (parti) içinde olma durumu aynı zamanda “bir taraf olma” hali değil midir? 

            Modern dönemlerde(homojen yapılar olmadığı için) bireyler ve kişiler arasındaki ilişkiler, öznel değer ve kabuller üzerinden değil, ortak sözleşme üzerinden belirlenir. Dolayısıyla taraflılık hali soyut ve ilkesel olmak zorundadır. Modern örgütlenmelerde bağlılığın esas alındığı değerler birlikte oluşturulan mevzuat(tüzük) metinleridir. Yani işin içine bağnaz tutum ve duygusal bağlar girmeye başladığı andan itibaren söz konusu modern örgütlenmeler, ötekileştirmenin etkili bir aracı haline gelmeye başlar. Böylece tüm yasal zemin devre dışı bırakılmış, feodal/cemaatsal birliktelikler baskın hale gelmeye başlamıştır. Böyle bir yapıda insana dair, (herkesi kuşatan) ne bir hizmet üretilir, ne de demokratik zeminde barışık bir sosyal yapı inşa edilebilir, çünkü bu çerçevede/zihinde oluşturulan tarafgirlik, toplum katmanlarını birbirine ötekileştirmekten başka bir işe yaramayacaktır.

          İnancın oluşturduğu terminolojide de “taraflılık/cemaat” algısı, toplum indinde/pratik nazarda yine inancın öngördüğü istikamette hiç ilerleme gösterememiştir. İnsanların ihtiyaçları, dertleri, hak hukukun gözetilmesi ve iyiliğin yayılması için tavsiye edilen örgütlenme, maksat unutularak işin yöntemi olarak belirlenen sosyolojik yapılar, sanki ontolojik bir kimlikmiş gibi gösterilmek suretiyle cemaat oluşumlarına kutsiyet atfedilmesi sağlanmıştır. Oysa kutsal olan içeriktir. Yapıya kutsallık atfedilince, daire(cemaat) içindekiler kendilerini doğal olarak kurtulmuşlar zümresinde, dışında kalanları ise zındıklar(batıl) zümresinde göreceklerdir. Bu durum ise, farklı zümrelerin(İnanç/yorum) oluşturduğu (heterojen)yapılar için tehlikeli bir haldir. İşte bu yüzden dünya indinde kutsanacak bir oluşum varsa ilk olarak devlet(demokratik/hukuk) akla gelmelidir.

            Elbette tüm bunlar birey bilincinin eşik atlayıp, atlamamasıyla ilgili hususlardır. Bilgi, birikim ve bilincini daha üst bir kerteye taşıyamayan zihinlerin ortak, barışık ve sürekli ilerleme seyrinde olan toplum inşa etmeleri mümkün değildir. Taraf hali, ilkesel olmayıp, ilkel(göçebe/kabile) dönemlerinde geçerli olan, sınırı belirlenmiş/ihata edilmiş, hep kendinin güvenlik ve ikbalini koruyan tarafgirlik şeklinde tezahür edecektir. Burada yasa/hukuk devleti hep ıskalanacaktır.

            O halde;

            Ortak yaşama kültürünün gelişmesi için olağan evrilme süreci beklenecektir. İşin teorik yanı genelde bilinmekte….İş pratiğe gelince, onca mektep medrese görmüş, üç beş dil bilen, mütefekkir/allame diye bilinen kişilerin bile halen hiçbir zihinsel eşiği aşamadığını görünce, bu işin uzun süreli bir yaşam serüveni olduğunu fark ediyor insan.

          Kısaca, kendine ait doğruları mutlak hakikat belleyip, kendi doğrularımızın herkesçe kabul edilmesi gerektiğini bir akait meselesi görmekten vaz geçip, herkesin farklı düşünebileceğini, düşünmesi gerektiğini, farklılıklar içinde ortak bir yaşama alanının kendimizce inşa edilebileceğini, ortak yaşam içinde kendi otonom yapılarımızı başkalarına tahakküm aracı olarak kullanmanın ahlaki bir sorun olduğunu anlayıp/kavrayabildiğimiz zaman daha güzel bir ülke ve dünyanın kapıları bizlere aralanacaktır. Bunu yapabilmek için tekil olarak kendimizi(kabullerimizi)  çocukluk dönemimizden itibaren masaya yatırıp, hoyratça sorgulayıp yargılamamız gerekir. Kolay kazanılan/ulaşılan/öğretilen, kendi çabanla inşa etmediğin şeyler zaten hakikat olamaz. En azından senin hakikatin olmaz.  Selam ile….

Zafer Özer-Maarif Müfettişi