“Sınavların Efendisi” kavramı size “Yüzüklerin Efendisi” kitabını ve filmini hatırlatmış olabilir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en büyük işletmelerinden birisi ÖSYM’dir. ÖSYM sınav hizmeti veren, ticari bir kuruluştur. ÖSYM kadar olmasa da, Milli Eğitim Bakanlığı’nın sınav hizmetlerini yürüten “Ölçme Değerlendirme ve Sınav Hizmetleri Genel Müdürlüğü” vardır. MEB kendi bünyesindeki sınavları bu kuruma yaptırır. MEB bırakır ÖSYM alır, ÖSYM bırakır, kurumlar alır. Sınavların yoğun yaşandığı bir ülke görünümü ortaya çıkar. Çok fazla sınava girmeniz, sınavlarda başarılı olmanız, çok sayıda diplomanızın, sertifikanızın olması, iş bulacağınız, yükseleceğiniz, iyi bir gelire sahip olacağınız anlamına gelmez. Sınav saplantısı sadece bir umuttur. Ya da kanıksanmış, kabul ettirilmiş, öğrenilmiş çaresizlik yaratılmış acı bir gerçektir.

Bir ülkede neden çok fazla sınav olur?

Örgün eğitim kurumlarında çok fazla sınav varsa, bu durumun en önemli nedeni en iyi okul ile en niteliksiz okul arasında yaklaşık 50 puanlık başarı farkı var, demektir. Finlandiya’da en iyi okul ile en niteliksiz okul arasında 10 puanlık başarı farkı vardır ve okullara geçişte sınav yoktur. Finlandiya’da okullar arasındaki başarı farkı düşük olduğu için dershane ve özel okul da yoktur. Öğretmen notları, okulun değerlendirme sürecinde ölçüt olarak kabul edilir. Türkiye’de en iyi okul ile en niteliksiz okul arasında 50 puanlık farkın olması, nitelikli olarak anılan okullara girişte nelerin ölçüt alınacağı sorusunu akla getirir. Eğer bir ülkede nepotizm varsa, torpil ve iltimastan söz ediliyorsa, “Hamili yakınımdır.” Kartvizitinin açamayacağı kapı yoksa o ülkede nitelikli okul için kamu vicdanını rahatlatacak bir sisteme ihtiyaç vardır. Bu da, merkezi sınavlardır. Merkezi sınavlar güven kültürünün düşük olduğu ülkelerde en önemli can simidi özelliği taşır. Bu duruma göre, güvensizlik sorunun çözemediğimiz, nepotizmi ortadan kaldıramadığımız, okullar arasındaki makası daraltamadığımız sürece, merkezi sınavlarla birlikte yaşamak zorunda kalmamız kesindir.

Merkezi sınavlar bir seçme sınavından daha çok bir eleme sınavıdır. LGS’de çıkan matematik sorularını cevaplandırmak için, matematik öğretmeni düzeyinde bilgi sahibi olmak, özel becerilerle donatılmış olmak gerekir. Türkiye’de seçkinci bir eğitim sistemi vardır. Merkezi sınavlarda ilk %3’lük dilime giremediyseniz, okulu bitirdikten sonra kolay kolay iş bulamaz, bulsanız da emeğinizin ve bilginizin karşılığı olan ödemeyi almanız çoğu zaman imkânsızdır. Örneğin, Anadolu’nun herhangi bir fakültesinden aldığınız makine mühendisi diplomanıza ilk birkaç yıl 1500 TL aylık teklif edilir. İlerleyen dönemlerde zoraki asgari ücret ve sigortaya razı olmak zorunda kalırsınız.

Merkezi sınavlar nepotizmi önleme açısından önemlidir. Bu ülkede eğer merkezi sınavlar olmasaydı, ben köyümden çıkamazdım. Her ne kadar merkezi sınavlara ilke olarak karşı çıksam da, güven kültürü oluşmadığı sürece yerine daha iyi bir sistemi koymak imkânsızdır. Çünkü her yol Roma’ya çıkmaktadır. 1990’lı yıllarda Anadolu liselerini kazanamayan öğrenciler için süper lise uygulaması vardı. Okullarda Anadolu lisesini kazanamayan öğrenciler, not ortalamasına göre sınavsız süper liseye giderdi. İlk birkaç yıl düzenli öğrenci kabulleri gerçekleşti. Daha sonra okullardan 5.00 not ortalaması ile öğrenciler süper liselere müracaat etmeye başladığında, işin cılkının çıktığı anlaşıldı ve süper liseler kapatıldı. Sorun, bazı okul yöneticileri, öğretmen ve veliler, bu öğrenci Anadolu ve fen lisesini kazanmaz hiç olmazsa süper liseye gitsin şeklindeki görüşünden kaynaklanıyordu. Bu durum aynı zamanda öğretmenlerin verdiği not sisteminin de çok güvenilir bir ölçüt olmadığını gösterdi. Halâ bazı özel okular ve devlet okullarında şişirme notların varlığı biliniyor ancak müdahale edilemiyor.

Sınavsız bir eğitim sistemi mümkün mü?

Sınav eğitim sisteminde amaç değil, araçtır. Sınav, seçme amacıyla yapılıyorsa doğru bir yaklaşımdır. Onlarca tıp doktoru arasından cerrahı seçmek, en iyi mimarı seçmek, askeriyede beden ve zihin kondisyonu en iyi olan öğrenciyi askeri okula seçmenin hem dayanağı hem de felsefi temeli vardır. Sınavsız üniversite modeline geçseniz, sosyalciler Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini, sayısalcılar da ODTÜ ile Hacettepe Üniversitesi’nin tıp ve mühendislik fakültelerini şezlong kiralar gibi kiralamaya, şezlongların üzerine sabah erkenden havlu koyma davranışına benzer davranışlar sergilemeye başlarlar. Seçme sınavının amacı, bu öğrenci mevcut bilgi ve beceri düzeyi ile Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin müfredatını kaldırabilir mi? Temel becerileri kazanmış mı? gibi durumlara bakılır ve bu amaçla yapılan sınavda bir sorun yoktur. Öğrencinin hazır bulunuşluk düzeyi yeterli ise programa kabul edilir değilse, eksiğini kapatması için geri çevrilir.

Türkiye eğitim açısından hem kel, hem topal, hem kör, hem de foduldur. Eğitim sistemi, okullar arasındaki başarı farkını kapatmak için eleme sınavı yapar, 8. Sınıf öğrencisi göbeğini çatlatsa çözemeyeceği soruyu sorar ve öğrenciye mealen: “Sen beş para etmezin birisin. Senden bir şey olmaz. Haydi…” der. Henüz hayatın başında başarısızlık algısını tattırdığınız öğrenciden, bilgi dünyasının emekçisi olmasını beklemek, ne kadar doğru bir yaklaşımdır?

Ne yapmak gerekir?

Eğitim sistemi sil baştan değiştirilmelidir. Erken çocukluk eğitimi, okul öncesi eğitim, ilkokul, ortaokul ve lise reformuna ihtiyaç vardır. Eğitim sistemi 1+5+3+4 şeklinde düzenlenmeli, okul öncesi eğitim zorunlu olmalı, erken çocukluk eğitimi teşvik edilmelidir. İlkokuldan ve ortaokuldan sonra öğrencinin bilgi ve beceri açısından gelişimi takip edilmeli, ortaokuldan itibaren mesleki ve teknik eğitime yönlendirme yapılmalıdır. Lise zorunlu eğitim kapsamından çıkarılmalı, isteyenler için açık lise uygulaması varlığını sürdürmelidir. Fen ve Anadolu liselerinin sayısı azaltılmalı, ilk %3’lük başarı dilimi baz alınmalı, daha hafif eğitim uygulayan, seçmeli dersleri olan akademik liseler devreye sokulmalıdır. 290 puan alan öğrenci ile 498 puan alan öğrenciyi aynı müfredatla eğitmeye kalkışmak, başarı düzeyi düşük olan öğrenciyi gözden çıkarmak, bile bile ateşe atmaktır. Mesleki ve teknik eğitim kurumlarında, yabancı dil eğitimini de kapsayan yeni bir model tasarlanmalıdır. Bu konuda “Alman Mesleki Eğitim Modeli” incelenebilir. Üniversite kapısında 2,5 milyon öğrenci beklememeli, mesleki ve teknik eğitim daha cazip hale dönüştürülmelidir.

Sonuç olarak iki yanlışı alt alta toplarsanız bir doğru elde edemezsiniz. Eğitim sisteminin çarpıklıklarını sınavla çözmeye çalışmak, arkasında onlarca başarısız öğrenci, yaralı, öğrenilmiş çaresizlik yaşayan, kendisini değersiz ve önemsiz olarak kabul eden bir yığın yaratırsınız. Yapılması gereken mevcut sistemin doğruluğunu test etmek değil, öğrenci ilgi, istidat ve kabiliyetine göre, öğrencileri yönlendirecek ve yetiştirecek eğitim sistemini oluşturmaktır. Çok fazla lise mezunu demek, işsiz bir gelecek anlamına gelir. Lise mezunu aynı zamanda mesleksiz anlamına da gelir. Ülkede işsizlik oranı artarken bazı iş kollarında çalışacak eleman bulunamamasının nedeni, lise mezununun fazla olmasıdır. İyi bir üniversiteyi kazanıp mezun olup iş bulamayan lise mezunu, kamunun sırtında ağır bir yüktür. Meslek lisesi mezunları ulusal işletmelerde istihdam etmenin yanında Rusya, Arap ülkeleri ve Uzak Doğu son yıllarda cazip çalışma alanları yaratmaktadır. Meslek lisesi aşamasında bu ülkelerin dillerini öğrenme olanağı sunmak, mezuniyetten sonra ek istihdam olanağı yaratır. Güney Kore uzun yıllar yurtdışında çalışmayı özendirmiş ve askerlikten muaf tutmuştur. Böylece hem ulusal işsizlik sorununu çözmüş hem de başka ülkelerde çalışıp dönenlerin bilgi ve deneyimlerini kendi çalışmalarına entegre etmiştir. Vehbi Koç’un dediği gibi: Meslek lisesi memleket meselesi.”