Öze Dönüş Yeniden Diriliş Platformu Sözcülüğü” tarafından sitemize gönderilen yazı:

 

Zor zamanlar güçlü insanlar yaratır.

Güçlü insanlar iyi zamanlar yaratır.

İyi zamanlar zayıf insanlar yaratır.

Zayıf insanlar da zor koşullar yaratır.

 

Antik Roma’da, gladyatörlerin ölümüne savaşması ve aslanlar gibi egzotik hayvanlarla mücadele etmesi için yapılmış devasa arenalar vardı. “Tribünleri dolduran binlerce seyirci gladyatörlerin ölümüne savaşını izlerdi bu arenalarda... Gladyatör, işveren emrinde çalışan bir işçidir. Onun işi dövüşmektir. Ölüm de bu işin kaçınılamaz sonucudur. Arenaya çıkan birisinin yapacağı tek şey ölümüne dövüşmektir. Korkan veya tereddüt eden kişi, kamçıyla ve kızgın demirle dövüşe zorlanırdı. Yaralanan birisi, hasmının insafındadır.” Mağlup olan dövüşçünün -ki bu kişi ya rejim tarafından hain ilan edilmiş kişidir ya da esir alınmış bir köle- hayatta kalabilmesi için imparator baş parmağını havaya kaldırır ya da ölmesi için tam tersine; baş parmağını aşağı yönde indirir, mağlubun ölüm fermanını verirdi. Tıpkı günümüzde Facebook beğen butonunda da olduğu gibi… Galip gladyatör, o an kafasını uçururdu rakibinin…

Mağlup için zaman durur, zemin kanlanır, ceset çürümeye terk edilirdi. Mağlup önemli bir kişi ise kellesi mızrağa geçirilirdi.

Coleman, “Gladyatörler ve Sezar’lar: Antik Roma’da Gösterinin Gücü” eserinde bu şekilde tanımlıyordu Roma Dönemi arenalarını…

Günümüzde de bazen sendikaların; beş yıldızlı otellerin Antik Roma Dönemini andıran, binlerce kişiyi alabilen salonlarında kürsüye çıkan kimi Genel Başkanların: Yönetimin politikalarını eleştirenleri, hain ilan ederek; parmak aşağı yönde infazlarını talep ettiğine şahit oluyoruz. Zaman değişse de zemin değişmiyor. İnfazı istenenlerin ne dediklerinin duyulmaması için alkış tufanı arasında kürsüden; önce infazı istenenlerin kim olduklarının tespiti yapılıp yargılanıyor, ardından hüküm veriliyor ve oracıkta infaz gerçekleştiriliyor.

Günümüz Sezar’larını bu infazlara yönelten korku: Roma tarihinde yer alan Spartaküs isimli bir gladyatörün başlattığı köle isyanının düzenli bir orduya dönüşmesinin yarattığı sonuçlar ve Sezar’ın öldürülmesi esnasındaki geçen “Sen de mi Brütüs?” travmasıdır.

Hırsı imanından, güç bağımlılığı ibadetinden daha büyük günümüz Sezar’larının: Gladyatörlerini potansiyel Spartaküs, yakın dostlarını ise potansiyel birer Brütüs görmesine dayalı kaygı, duygu durum bozukluğu yıllar geçse de geçmiyor bir türlü… Gösteri dünyasının efektleri altında uzun süre kalmanın yan etkisi olsa gerek…

Zemin ve zaman bir tarafa, birey ve insan bir tarafa dahil olduğu her anı, girdiği her mekânı, temsil ettiği fikri ve kitleyi, yetkili kılındığı kurumu ve nihayet birlikte hali hazırda ekmek kazandığı yönetim kurulunu kirleten, zehirleyen ve fesat, fitne mumuyla mühürleyen birinin beyanları, Müslüman siyaseti değil "kürsü hamaseti", kapsamındadır.

Seçim öncesi kendini pazarlayacak vitrini sendikanın kasasından ve üyelerinin kesesinden kuran, o kürsüden inanmadığı doğruları ve yaşamadığı durumları "başrol oyuncusu" imiş gibi haykıran o gür ses, insanı inancından soğutacak kadar haset, bildiği bütün dualara sığınmayı gerektirecek kadar garez ve elbette çok şükür bunun gibi değilim dedirtecek kir-kin-zifir sahibidir.

İstifa sayısının 50 binleri bulduğu, sözleşmeli personelin kadroya geçişine ilişkin sürecin eline yüzüne bulaştığı, kendi hikayesine dair zerre iz bulunmayan Bakan’a yalakalık yapma ihtiyacının zirve yaptığı bir dönemde her biri kendisine  "Başkanım" diyen 2 bin insanın hiyerarşik üstü olarak kürsüde konuşmanın hazzını uzatması ve  aynı kürsüden Müslümanlık ve mümtaz insanlık cakası satması çok doğal... Yanı başındakilere dahi ayak üstü kırk yalan söyleyebilen ve en iyi niyetli halde dahi doğruları saklamak üzerinden genel başkancılık oynayan birinin; dine inancı, imana, Kur’an’a, insana ve hepsinden öte  bütün bunları cem eden an ve zamana dair söyleyeceği her kelime, kuracağı her cümle ve yapacağı her konuşma; içinde bulunduğu bühtanı, tamamlayamadığı fitne ve fesadı, bütün kitleyi  değersizleştirmeyi önemsemeyen garez ve hasedi gizleme çabasından ibarettir.

Ebette başkanlar teşkilatlarıyla buluşmalılar. Fakat başkanlar öncelikle teşkilatları karşısında doğruyu konuşmalılar. Yalan konuşmamalılar. Kime ve ne şekilde operasyon yaptıklarını, ekranlarda ve  kürsülerde kazanım cakası satmak noktasında verdikleri pozlardan önce "düzenlemenin içeriği nasıl" sorusunu Bakanlara, bakan yardımcılarına veya özel kalemlerine değil daha alt seviyede makam-görev sahibi kamu görevlilerine sormak zorunda kaldıklarını, sendikadan istifa edip ayrılan üye sayısının son üç ayda kaça ulaştığını, yanı başından eksik etmediği bazı yönetim kurulu üyelerinin  operasyonel çabalar için kimlere bulaştığını da anlatmak zorundadırlar.

Kürsüden yüksek hamaset, sahada alçak siyaset tarzıyla sendikal kulvarı kirleten irade ve fiil sahiplerinin kendilerini tanımlayan ifade ve ibareleri başkalarına yönelik isnat ve ithama dönüştürme gayretinin nedeni sadece seçim kaybetmek korkusu değildir, kaybedecekleri seçimden sonra hiç kimseyle selamlaşacak hikâyeye sahip olamadıklarını bir kâbus olarak gerçeğe dönüşecek olmasıdır. 

İradelerini muvazaalı hale getiren, kurumsallaşma adı altında sadece görsel efektlere sığınan, parayla yaptırılan her işte zirveye çıkan, yürekle-gönülle-ahlakla yapılması gereken her işte çukura düşen kişilerin sahici olamamaları diye bir durum yoktur, onlar sahte olmak, algısal görünmek, yalandan haykırmak, gerçekten sakınmak zorundadırlar.

Sözün özü "güç, güven, eksen ve dahası kendini kaybeden, bununla yetinmeyip sendikaya, konfederasyona da üye, bünye, değer, itibar kaybettiren" birisinin, önünde "Genel başkan" yazısının yer aldığı bir kürsüden ne konuştuğundan daha ziyade o kürsünün bulunduğu sahnenin arkasında neler çevirdiğidir esas olan... Bizim derdimiz; çevirdiği dolapları öğrenmek değil, onun derdinin dolap çevirmekten vazgeçmek olduğunu görmek... Bunun gerekli olduğunu fakat kürsüdeki kişiyle mümkün olmadığını da biliyoruz.

Kesin ve açık olan durum şudur; O, "Sendikaya ve bana ihanet edenlere nasıl haddini bildirdim" tatmininin peşinde... Ona yapılması gereken ise "İhanet eden" şeklinde belirsiz düşman üreteceğine "istifa eden" şeklinde gerçeklerin ekranına dair ne yaptığının söyletilmesidir… 50 bin istifaya sorumlu üretilmeye ve bu yolla enselenmeleri erteletilmeye çalışılıyor.

Sözleşmelilerin kadroya geçişine ilişkin Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan'ın verdiği geniş çaplı müjde bile sendikadan istifaları engellemedi. Zira, üyeler yapılanların sendikal kazanım değil Cumhurbaşkanımızın emeğe dair hassasiyetinin bir gereği olduğu kanaatinde. Üyeler, sendikanın, yapılanları sahiplenmesini değil sahiplenecekleri kazanımlar için bir şeyler yapmasını bekliyorlar. Sendikal alanda yönetim noktasında ehliyet ve samimiyet azalınca, üye olmama ve üyelikten istifalar hızlandı. Samimiyet ve ehliyetin olmadığı zeminde aidiyet ve mensubiyet olmasını bekleyenler; gücü kişiselleştirme hayali için ter dökenlerdir.

Ek Gösterge düzenlemesinin, sözleşmeli personel düzenlemesinin ve yakın bir tarihte Cumhurbaşkanımız tarafından açıklanacağı bilinen EYT düzenlemesinin kapsamını, sokaktaki vatandaş ile aynı anda öğrenen bir sendika ve konfederasyon genel başkanının kendisini bu kazanımların adresi ve hamisi olarak göstermesi, üye de tepkiye, konuyla ilgili mecralarda ise mizaha neden oluyor.

Kamuoyu, son günler de kendisine rakip olan ve kendisine kaybettirme imkânı, fırsatı, gücü veya niyeti olan herkesi kirletmeyi sendikacılık olarak görenlerin; kaybetmemek için sahip olduğu-sevdiği-bağlı olduğu her şeyi sermaye, değer vermediği, ihtiyaç duymadığı, yokluğunu sorun etmeyeceği her kişiyi-konuyu-kavramı gübre yapmaktan imtina etmeyecek bir akıl dışılık ve ahlaksızlık örnekliği sergilemesine şahitlik ediyor.

Tohum saç, bitmezse toprak utansın!

Hedefe varmayan mızrak utansın!

Hey gidi Küheylan, koşmana bak sen!

Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!

Eski çınar şimdi Noel ağacı;

Dallarda iğreti yaprak utansın!

Ustada kalırsa bu öksüz yapı,

Onu sürdürmeyen çırak utansın!

Ölümden ilerde varış dediğin,

Geride ne varsa bırak utansın!

Ey bin bir tanede solmayan tek renk;

Bayraklaşamıyorsan bayrak utansın!

Öze Dönüş Yeniden Diriliş Platformu